Hakan Tahmaz: Sedat Peker Sahnedeyken, Susurluk’u Anımsamak

Yazarlar

Sedat Peker, bütün yön ve boyutlarıyla ne olup bittiğini uzun süre öğrenemeyeceğimiz konulara, sorunlara ilişkin itiraf ve suçlamalarıyla dolu üçüncü videosunu da yayımladı. Konuşmalarında sık sık paylaşmak istediği çok sırrının olduğunu vurguluyor. İzin verirler mi bilemeyiz. Bugüne kadar böylelerini bir yolunu bulup susturdular.

Anlaşılan iktidar koalisyonunun resmi, gayri resmi ortakları, çevreler ve devlet kurumları içindeki çeşitli çıkar grupları veya kişiler arasındaki çekişme, çatışma, tepişme, birbirine dirsek atma yeni bir düzleme geçti. Bugüne kadar alttan alta süren çatışma ve gerilimler her geçen gün daha bir alenileşiyor. Bütün bunlar, Türkiye’nin yönetilemez durumda olduğunu veya nasıl yönetilmek istendiğini gösteren somut vakalar. Ancak ne olursa olsun sürdürülebilir değil.

Sedat Peker, Türkiye’nin yönetilemez durumda olduğunu görünür kıldı. İktidar çevresinde yirmi yıldır çok yönlü, çok katmanlı ve çok çeşitli sorunlar yumağı oluştu. Uzun süre kapalı devre yaşanan çatışma ve çekişmeler, bir süredir bütün dünyanın gözleri önünde yaşanmaya başlandı. Belki de bildiklerimiz, duyduklarımız devede kulak misalidir.

Sedat Peker’in açıklamalarında dikkat çeken nokta, Türkiye siyasi tarihinde “derin devletin adamı” olarak yer alan Mehmet Ağar hakkında söyledikleri. Ağar, ülkücü mafya/çete lideri tarafından ağır şekilde suçlanıyor. Mehmet Ağar’ı Türkiye, faili meçhul cinayetlerden, kayıplardan, işkencelerden ve ülkücü mafya/çete, polis, devlet ve siyasetçi ilişkilerinden tanır. Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı görevlerinde bulunmuş olan Ağar, 1990’larda çok yaygın olan bu konularda çok “marifetli” uygulama ve davranışlarda bulunmuş bir kişidir.

3 Kasım 1996 yılında gerçekleşen ve Türkiye siyasal tarihine Susurluk Kazası olarak geçen trafik kazasında polis, devlet, ülkücü mafya, siyasetçi ilişkileri bütün çıplaklığıyla ortalığa saçıldığında, ismi öne çıkan biri oldu. O dönem DYP-Refah Partisi koalisyon hükümetinin, DYP kanadından İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar, Susurluk sonrası görevinden istifa etmişti.

Ülkücü mafya, siyasetçi devlet ilişkisi 

Sedat Peker’in üç videosunda sözünü ettiği her türlü yasadışı iş ve ilişkinin benzeri olaylar, o dönem Susurluk’ta kamyonun altına giren polis şefi Hüseyin Kocadağ’ın kullandığı araçtan da çıkmıştı.

Polis şefi Hüseyin Kocadağ’ın kullandığı araçtan, DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Edip Bucak, ülkücü çete lideri Abdullah Çatlı ve sevgilisi Gonca Us çıktı. Araçtan sadece Sedat Bucak sağ çıkabildi. Bu ilişkiler içinde yer aldıkları açığa çıkan diğer isimler gibi, kaza sırasında hafızasını geçici olarak yitiren Bucak da doğru dürüst sorgulanmadı, yargılanmadı.

Susurluk döneminde basın önemli bir işlev gördü. Kirli, yasadışı ilişkileri çorap söküğü gibi ortaya çıkardı. Günlerce gazete manşetlerinde ve televizyon haberlerinin ilk sıralarında bu konudaki gelişmeler yer aldı. Ciddi bir kamuoyu oluştu.

Yurttaş Girişimi’nin çağrısıyla Türkiye’nin her yerinde günlerce etkili bir biçimde 1 dakika ışık söndürme eylemleri ilk kez o dönem yapıldı. Devletin yasadışı kirli karanlık işlerinin ve ilişkilerinin açığa çıkarılması, toplumsal duyarlılığın artırılması ve siyasi iktidarın zorlanması için, çok değişik etkinlikler ve eylemler yapıldı. Bunlar büyük ölçüde etkili de oldu. 28 Şubatçı askerlerin bunları DYP, Refah ortaklığındaki koalisyon hükümetini devirmeye dönük kullanmaya çalışmasını akılda tutmak gerek.

Nitekim TBMM’de Susurluk Araştırma Komisyonu kuruldu. Türkiye bu komisyonun çalışmaları sırasında önemli bilgi ve belgelere ulaştı, ciddi tartışmalar yapıldı. Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan koalisyonunun istifasından sonra Başbakan olan Mesut Yılmaz, toplumsal talebin de bir sonucu olarak, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ı görevlendirdi ve Susurluk Raporunu hazırlattı.

24 yıl önce Kutlu Savaş’ın hazırladığı yüz sayfalık bu raporda yer alan değerlendirme bölümünde şöyle cümleler var: “Susurluk, Ankara’daki tercihlerden kaynaklanmış, OHAL bölgesinde gelişmiş ve ülkenin büyük merkezlerine taşınmış, oralardaki uygun olay, kişi ve grupları bünyesine alarak genişlemiştir. Neticede Susurluk’ta çok yönlü ve derinliğine bir ilişkiler yumağı oluşmuş, devlet kurumları ve yöneticiler bilerek veya bilmeyerek devrede olmuşlardır. Bu olay devlet kurumları ve yöneticilerle ilgili olmasa, sadece önemli bir polisiye hadise haline gelecek, basının 3 – 5 günlük ilgisinin dışında sansasyonel bir etkisi olmayacaktı.”…. “Silahlı Kuvvetlerin, özellikle Jandarma’nın adının sık sık geçmesi ilgiyi ve kamuoyunun tereddütlerini yoğunlaştırmaktadır”….”Jandarmanın yanında Özel Harp Dairesi ve kamuoyunca çok bilinmese de Özel Kuvvetler Komutanlığı tartışılır olmuştur.” Bu söylenenler, çıplak birer gerçek olarak bugün Sedat Peker’in açıklamalarında yer alıyor.

Sedat Peker’in iddialarına ilişkin konuşan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Eğer siyasetçi ile mafya el ele tutuşursa, bunlar bir araya gelip de kendi sorunlarını bir şekliyle mafya aracılığıyla çözmeye başlarsa, Türkiye farklı bir sürecin içine evrilmiş olur. Yaşadığımız tablo maalesef budur” cümlesinde söylediği gibi, Peker’in açıklamalarına şaşırmamak gerek. Çünkü Kutlu Savaş’ın hazırladığı raporda yer alan çözüme yönelik somut 27 maddeden her hangi birisi 24 yıldır uygulanmadı.

TBMM Susurluk Raporu’nun 17 sayfasında yazılanları hala bu ülkenin yurttaşları, seçilmiş milletvekilleri “devlet sırrı içerdiği” gerekçesiyle bilmiyor, böyle bir ülkede yaşıyoruz. İşte bu cezasızlık ve devlet sırrı ardına sığınma geleneği aşılamadığı ve terk edilmediği için şaşırmıyoruz.

Şaşırmıyoruz çünkü dava arkadaşım diye ülkücü mafya liderlerini cezaevlerinde ziyaret edip, kendi yardımcısından gizli görüşmeler yapan, iktidar ortağına istediği kişiler için özel af çıkarttıran siyasi parti lideri, bu ülkenin muteber siyasi lideri muamelesi görüyor.

Akademisyenleri, siyasi parti liderlerini, muhalif gazetecileri öldürmekle tehdit eden ülkücü mafya liderine, siyasilere kullanışlı aptallar muamelesi yapıldığı veya sırtlarının sıvazlandığı bir ülke burası.

Haklı olarak Sedat Peker, “Yahu, yirmi bin, otuz bin kişi geliyordu davetlerime, siyasetçisi, gazetecisi, şusu busu… Beni en iyi işadamı, en hayırsever falan seçiyordunuz, ödüller veriyordunuz… Ne oldu? Nasıl şimdi suç örgütü lideri oldum?” diye soruyor. Ama esas sorun, toplumun bu tiyatroya izlemeye son vermemesi ve oyunun  siyasi aktörlerinde sandıkta hesap sormayı, demokratik  bir davranışı göstermemesi.

İlginizi Çekebilir

Kemal Okutan: Kudüs saldırısı kime yaradı?
Günay Aslan: Ortadoğu nereye, Kürtler nereye?

Öne Çıkanlar