Almanya’da kaldırımlarda yer alan, Tökezleme Taşları’nın çarpıcı bir hikayesi var. Bunlar, kaldırım taşları arasında dikkat çeken, pirinçten imal edilmiş küçük anma levhalarıdır. Öyle bulundukları yarden fırlamış da, takılıp tökezleyip düşeceğiniz taşlar değildir elbette. Ancak yüklenen anlam nedeniyle, manevi ağırlıkları var. Onların farkına vardıktan sonra, bir dalgınlığınız esnasında basmak üzereyken, basmayıp da üzerinden atlamak istendiğinizde gerçekten de tökezleyip, düşebilir insan.
Tökezleme Taşları ile karşılaşmak oldukça hüzünlüdür. Bir anda o evlerden alınıp götürülmüş, bir daha geri dönememiş insanlar canlanır gözünüzde. O evlerde yaşayanlar SS’ler tarfından geri dönmemek üzere alınıp götürülse de, arkalarında bıraktıkları kederli nefesleri ve ayak sesleri hep oradadır. Kurbanların o ağır ızdırabını yüreğinin en derininde hissedenler, aradan geçen zamana rağmen ayak seslerinın yankısını da duyar.
Tökezleme Taşları’nda çoğunlukla aynı başlığı taşıyan yazıtlar var: “Burada Oturuyordu!“ Onun altındaki satırlarda isim, soyisim, doğum tarihi, sürgün yılı ve sürüldüğü yer, ayrıca kurbanın kaderi ile ilgili veriler yer alıyor. Bir çağrışım, bir hatırlatma ve geçmişe bir gönderme. En önemlisi de unutmamak, unutturmamak için ahlaki ve vicdani bir çaba.
Alman sanatçı Gunter Demnig’e ait Stolpersteine/Tökezleme Taşları fikri, dünyanın en büyük ademi merkeziyetli çalışması olarak görülüyor. Oluşturulmak istenen duyarlılık, aynı zamanda acı hadiselerle bir daha karşılaşılmasın diye bir yüzleşme hali, unutmaya karşı tüm yurttaşları içine alan sürekli hatırlama ve farkındalık içinde yaşama çalışmasıdır.
Hemen evlerinin gririşinde tökezleme taşları olan insanlar için ağır bir duygu elbette. O evlerden alınıp gaz odalarına götürülmüş insanların hatıralarıyla yaşamak, kolay değil. Diğer yandan da, ancak bunu göğüsleyebilenler kötülüğe karşı bariyer oluşturabilir.
İstanbul başta olmak üzere pek çok şehirde katliamlara uğramış Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Kürtler, Aleviler ve daha başkaları için böyle bir çalışmanın yapılmasını hayal etmek bile bu gün için, Türkiye şartlarında insan aklının sınırlarını zorlayan bir şey olacaktır.
Açık ki, yaşananların üstünü örterek spekülatif yorumlara konu yapılmasına, karşı HAKİKAT çalışmasıdır Tökezleme Taşları. Yahudi soykırımına sahne olmuş Almanya’da bunlar yaşanırken, Türkiye’nin durumu, her zamankinden çok umutsuz bir vaka.
15 Kasım 1937 Ve Hakikat
Almanya’da olanların aksine, Türkiye’nin Dersim 1937 ve 1938 konusunda temel politikası unutturma oldu. Daha en başından toplumun hakikati öğrenmesinin önü alındı, farklı anlatılarla tasarlanarak yeniden dolaşıma sokuldu. Böylece bir karşıt hakikat üretildi ve pek çok konuda mağdurlar cephesinde de karşılık bulması sağlandı. Yoğun bir şekilde devreye konulan bellek kırım politikalarıyla, mağdurların kendi bilgilerinden ve deneyimlerinden hareketle doğruyu ve yalanı ortaya koymaları uzun zaman engellendi. Toplumun geri kalanı ise, resmi analtı üzerinden üretilmiş ‘hakikate’ inandırıldı. Dolayısyla, yaratılan isyan efsanesine inandırılan kahir ekseriyet, halen Dersim’de ne yaşandığını bilmiyor.
Hakikatin, herhangi bir kişinin bakış açısına göre değiştirilemeyecek olan, herkesin karşılıklı olarak üzerinde uzlaştığı ve onları çevreleyen gerçeklik biçimindeki tanımına, Dersim meselsinde yer kalmamıştır. Bu durum Ermeni meslesinden başalayarak benzer tüm süreçler için de geçerlidir.
Oysa ki dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011 yılında TBMM’de Dersim meselesiyle ilgili açıkladığı belgeler ve devlet adına ‘özür dilemesi,’ elbette önemli ve olumlu bir adımdı. Soruna samimi yaklaşılması halinde, çözüme giden yolu açabiliridi. Fakat bunun, durumu değiştirmek ve talepleri karşılamak değil; sorumluluğu bir kesimle ve dönemle sınırlayarak geçiştirme adımı olduğu, devam eden uygulamalarla çok daha iyi anlaşılmış oldu.
Özür dilenmesi, geçmişteki suçların bir özürle geçiştirilmesi değil, yaşananların bir daha asla yaşanmamasının koşullarını oluşturmadır. Farklılıkları tanıyan, demokratik, çoğulcu bir toplumsal yaşamın kurulmasına imkan sağlayan adımlar atılmadıkça, özür dilemek bir şeyi değitirmez. Nitekim ‘Dersim özürü’ başbakanın ağzından çıksa da, değişen bir şey olmadı. Aksine, bu gün farklılıklarının tanınmasını bekleyen toplumsal kesimler için koşullar her zamankinden daha ağırlaşmış bulunuyor.
Dünden Bugüne Değişen Bir Şey Yok
Sey Rıza ile birlikte, Dersim ileri gelenlerinin idam edildiği 15 Kasım 1937’nin 84. yılında idam edilenlerin mezar yerleri halen bilinmiyor. Dağların ıssız bayırlarında, derin vadilerde, dere boylarında, karanlık mağaralarda katliamdan geçirilen on binlerce insanı, isimleriyle yaşatmak bir yana hatıraları için, sembolik de olsa bir anıt bile yapılabilmiş değil. Dersim merkezindeki Sey Rıza heykelinin kaldırılması için, hadisenin sorumlusu zihniyetin temsilcilerince defalarca kışkırtıcı ve provakatif açıklamalar yapıldığı biliniyor. Bunlara kalırsa, Sey Rıza cumhuriyete bir meydan okumadır. 15 Kasım’da ki idam kararı üzerine konuşan düzmece mahkemenin savcısı Hatemi Şahanoğlu’da, “Bu dava Tunç elinin Dersim’e açtığı bir davadır,” diyordu.
Devletin hakikatlerle yüzleşmesi ve sorunun çözümü yününde adımlar atması talebi bakidir. Fakat bunun kolay olmadığı çok açık. Bu durumda yapılması gereken geçmişte yaşanan felaketlerden etkilenen, yakınlarını kaybeden, işkence gören, yerlerinden edilen, dışlanan, acı çekenlerin ortaklaşmasıdır. Yüzleşme süreçlerine giden yolu açacak güçlü bir toplumsal muhalefetin oluşturulmasdır.
Katliamların yıldönümlerinde salt acılara odaklanmak ve sorumluları kınamak, gidişatı değiştirmeye yetmiyor. Dersim sözkonusu olduğunda bu çok daha önem kazanıyor. Çünkü uygulanagelen politikalar sonucu tarihsel ve kültürel bir olgu olan kadim Dersim’den neredeyse eser kalmamıştır. Kadim kültürel gerçekliğinden koparak gittikçe başkalaşan, belleksizleşen bir Dersim’dir söz konusu olan. Bu kopuş, başkalaşım ve belleksizleşme hali krtik bir aşamaya varmıştır. Gidişatı tersine çevirbilmek için bu durumla yüzleşmek, acil bir zorunluluktur. 15 Kasm’ın 84. Yılını bu yaklaşımla karşılamak önemlidir.
İdam edilen Sey Rıza, Uşenê Seydi, Aliye Mirzê Sili, Hesen Ağa, Fındıq Ağa, Resik Uşen, Hesenê Ivraimê Qıji şahsında, katliamda hayatlarını yitirenlerin anısına saygı ve minnetle.