Hasip Kaplan: Saray Rejimi Kaostur

Yazarlar

Çatışmaların sürdüğü, cenazelerin doğuya batıya gittiği günlerde, 2007 yılında Şırnak bağımsız milletvekili seçilmiştim.

Türkiye iki farklı dünya, iki ayrı  kamuoyu yaşıyordu. Herkes kendi acısına, evladına ağlıyordu.

Taziye çadırları, mezarlık ziyaretleri, bayraklı yürüyüşler, dışarıda öfke birikimi, linç girişimleriyle gerilen toplum  vardı.

Mecliste aynı gerilimi yaşıyordu. Kürt milletvekillerinin varlığını hiçbir zaman kabul etmediler.

Demokratik siyasetin, bilinmeyen dehlizlerinde, çoklu faktör ile karşı karşıyaydık. En önemlisi de can güvenliği sorunu vardı.

Demokratik siyaset güçlenirse, çatışmalar azalır, silahlar susar, diye düşünüyorduk. Görüşme, diyalog kanalları açılır diye çabalıyorduk.

Oslo ve İmralı süreçleri, seçim nedeniyle, arada ateşkes yapılması, halkı son derece rahatlatıyordu. Otuz yılı aşkın çatışmalarda, herkes yorgun düşmüştü.

Bölgede en çok Roj tv.nin izlendiği biliniyordu. Meclise girince  TRT-3/Meclis Tv’nin reytingi fırlamıştı. Bölgede ikinci sırada izlenen televizyon kanalıydı. 

İktidar canlı yayında, muhalefetin sesini kesmeye karar vermişti. TRT vatandaşın ödediği paralarla elektrik faturaları vs. üzerinden pay alıyor, yayın yapıyordu, muhalefeti susturmak için karar verdiler,

Meclis TV canlı yayınları saat 19.00 da kapanacaktı. Meclis grup toplantıları canlı yayın olarak verilmeyecekti.

Halkın bilgi alma, meclis çalışmalarını izleme hakkı ellerinden alınmıştı. Muhalefet partileri olarak, iktidarın bu tavrı karşısında,iç tüzük haklarımızı kullanmaya başladık. Her gün üç araştırma önergesi veriyorduk, görüşmeler canlı yayın saatinde yapılıyordu.

Meclise yeni gelmişiz, normal her konuşmamız, davranışımız olay oluyor. Korkunç bir önyargı ile karşı karşıyayız.

Plan ve Bütçe Komisyonunda bakanlık bütçeleri görüşülüyor. Gruplar  adına sırayla söz alınıyor, sıra bize gelince “bu mecliste bulunmamızın sebebi…”  der demez, 

AKP sıralarından sataşma hakaretler yükselmeye başladı.-Başka Meclis mi var ne demek istiyorsun..? -Bu meclis dedik, kıyamet koptu itirazlar, küfürler üzerimize yürümeler. Ne yani başka meclis mi var, ne demek istiyorsun?.

Çatışmaların gölgesinde başlamıştık. Daha işin başındaydık, direnecektik, başka çare yoktu.Halk bizden çatışmaların son bulmasını, barış için demokratik mücadele istiyordu.

Meclisin kuruluş yıldönümü,her 23 Nisan tarihinde mecliste liderler konuşurdu. Koltuklar isteksizce çocuklara bir kaç dakikalığına bırakılırdı.

Liderler, genel kurulda konuşmaya başlıyor üşenmeden not alıyorum, Erdoğan, Baykal, Bahçeli, Türk’ün konuşmalarında, tam 75 kez ”bu meclis” sözü geçiyor, kıyamette kopmuyor, bana saldıranlar  kuzu gibi.

Peki sorun neredeydi? her söylemimize farklı anlamlar yükleyerek, üzerimize yürümeyi muhalefet sanan iktidar çoğunluğu ile işimizin kolay olmadığı başından anlaşılıyordu.

Seçimlere girmiştik, oy almıştık, seçilmiştik, mazbatamızı İl Seçim Kurulu vermişti.Yani anlayacağınız, mazbatayı bakkaldan almamıştık. 550 milletvekili seçilmişti, herkes aynı meşruiyetle meclise gelmişti.

Bizler meclise gelince paşalarımızın zoruna gitti. İlk protesto boykot, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlarından gelmişti.

On yılda bir darbe yapma alışkanlığı olan,12 Eylül döneminde siyasi partileri, STK’ları kapatan,Üniformaları ile meclis koltuklarına oturan generaller, Resmi protokolü hiçe sayarak meclis açılışına gelmediler.

Meclis localarında protokol koltukları,yerleri boştu. DTP gelmişti onlar gitmişti,komutanlar daha sonra resmi tören, resepsiyon ve açılışlara da gelmediler.

Askeri vesayetin zirve yaptığı günlerdi.  Şemdinli bombalamasında, ‘’iyi çocuklar’’ diyen Genelkurmay başkanı görevdeydi. Dolmabahçe’de Erdoğan ile sır görüşmeleri olmuştu.

Hayatın diğer alanlarında da ayrımcılık yapılıyordu. Meclisteki garnizon lokali herkese açıktı, ancak: bazı kadın arkadaşlarımıza servis yapmamışlardı,sonra sakallı, yanlarında başörtülü aileleri var  diye, AKP  vekillere de servis yapmadıklarını duydum. Garnizon kapanana kadar o binaya hiç gitmedim. 

Şırnak vekili olmak zor işti, çatışmaların en yoğun olduğu yerdi. 1990 yılında asayiş vilayeti yapılınca, Nusaybin’den Suriye sınırından, Hakkari Çukurca ilçesi Irak sınırı boyunca uzanan bir coğrafyası vardı.

Bir uçtan diğerine özel otomobil ile altı saatte giderdik. Beytüşşebaplı yaşlı bir amca yeşil kart almak için, minibüsle Şırnak’a  beş saatte  gidince, isyan etmiş, sitemini şöyle dile getirmişti.-Keşke Halep vilayetine bağlansaydık, bu eziyeti çekmeseydik.

Şırnak halkı  çok seviniyordu, iki bağımsız vekil çıkarmanın gururunu yaşıyordu.

1991 seçimlerinde seçtikleri üç vekillerinin dahil olduğu DEP (Demokrasi Partisi) milletvekillerinin 2-3 mart 1993 meclis darbesi ile dokunulmazlıkları kaldırılmış, DGM’de tutuklanmışlardı.

Dokunulmazlıkların her kaldırılışında önce Şırnak milletvekilleri nasibini alırdı. Cezaevleri ve sürgün sanki kaderimizdi.

Aradan yıllar geçti,herkesin başından geçenler, askerlerin de başından geçti,463 subay general,hükümeti devirmekle suçlanıp yıllarca cezaevinde tutuldular.

Gün geldi, askerler serbest bırakıldı.Onları tutuklayan kudretli savcılar hakimler tutuklandı,kimisi yurt dışına kaçtı.

Aradan yıllar geçti,komutanlar çözüm sürecinin etkisiyle, 2012 sonrası meclise, resepsiyonlara gelmeye başladılar, aramızdaki buz dağları ise erimedi.

Irkçı, sağcı, milliyetçi muhafazakar kesimler, cemaat örgütlenmeleri, derin yapılar, darbecilerin istedikleri gibi yetiştirilir, emir komuta altına alınırlar.

NATO üyeliği ve hiyerarşisi meclisten daha etkilidir. Okula alınmalarda yönetmelikler ayrımcılıkla doludur. 12 eylül darbesinin fişledikleri vatandaşların torunları dahi okullara alınmamaktadır.

Harp Akademilerine Kürtlerin alınmaması bir devlet politikasıdır. Azınlıklar ve günümüzde Aleviler de bu ayrımcılığa tabi tutulmaktadır.

Darbeciler, çeteler, derin örgütlenmeler, Jitem, itirafçılar; köy yakmalar ve faili meçhul cinayetlerle anılırken, yargı önüne çıkabilenlerin hemen hemen hepsi aklanıyordu. Aklanmayanlar zamanaşımı ile korunuyordu.

Son olarak paralı askerlik kanunu çıkarıldı, 50 bin kişi alınacaktı.Adına sözleşmeli er dediler.

Halkımız buna rağbet etmedi, alınanların sayısı beş bini geçmedi,  askerlik görevi ile Lejyon sistemi arasındaki ayrımı gördü.

AK Parti hükümetleri son güvenlik paketi ile jandarmayı İçişleri Bakanlığına bağladı, kadrolaşmak için de beş bini aşkın atama, emeklilik, görev değişikliği yaptılar.

MİT yasası ile tamamen hükümete bağlı bir örgütlenmeye gidildi.İçerde ve dışarda operasyon yapma yetkisi ile donatıldı.

Bütçenin aslen payı güvenlik harcamalarına ayrıldı,Sayıştay denetimi tamamen kaldırıldı.Askeri harcamalar, alım ve satımlar tamamen denetim dışı.

463 subay ve generalin yargılanması, emniyette ki paralel operasyonları tamamen iç hesaplaşmalarıydı. Sonuçta kumpas denilerek dört yıl hapis yatanlar  hakkında beraat kararları çıktı.

Dönemin Başbakanı Erdoğan askeri vesayetle hesaplaşıyoruz diye çok seçim yaptı, çok oy aldı. Sonra Harp akademilerinde bir konuşma yapıp beni yanılttılar safmışım dedi.

AKP  askeri vesayetin yerine  geçmişti, söyledikleri sözleri unutmuşlardı.Yaptıklarını inkar etseler dahi, kayıtlarda duruyor.

Asıl şaşırtıcı olan askerin bunca yapılandan sonra, iktidarın emrinde hiç bir şey olmamış gibi davranması.

Doksanların konseptine adım adım yürüyen iktidar, hırsızlıkları, yolsuzlukları, hukuksuzlukları örtmek için, terörle mücadele ediyorum, adı altında sallanan saltanatının ömrünü uzatmak için son çırpınışlara geçti.

Eski Milliyetçi Cephe yeniden hortlatıldı.AKP 7 Haziran seçimlerinde kaybedince, MHP ile fiili ittifak yaptı. Meclis Başkanlığı, RTÜK üyeliği ve en son mecliste, teröre karşı komisyon kurulması oylamasında ittifak yaptılar. Adına Cumhur İttifakı dediler.

Daha çok polis bekçi özel kuvvetler aldılar. Saraya bağlayıp savaş baltalarını çıkardılar.

Türkiye’yi adeta 12 eylül darbesi öncesi gibi, iki ayrı cepheye böldüler, yetmedi provokasyon ve operasyonlarla halklar arasında bir çatışma çıkarmanın zemini yaratmaya çalıştılar.

Barış en yakındayken savaşa yöneldiler, ülkeyi Ortadoğu batağına sapladılar, üsleri açtılar, savaş kararlarını meclisten kaçırdılar.

Kaos, gerilim, belirsizlik, çatışma, işte geldikleri son geldikleri.

Asker/polis sorunu çözülmeden demokratik bir ülke yaratılamaz. 

Hukuk sınırlarına çekilmeden, adalet sağlanmadan,Türkiye’de barış ve demokrasi hayaldır.

Adaletin olmadığı yerde barış olmaz.

İlginizi Çekebilir

Oktay Candemir: Vali Bilmez, Gazeteci Bilen
Kemal Okutan: Yasal Partiler ve Kürtler -1

Öne Çıkanlar