Karapaşaoğlu: Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin lağım çukuruna dönüştürüldü

GündemSöyleşi

-Kolonyal bir politikaya bağlı olarak bir yandan muhalifler tasfiye edilirken, diğer yandan da mafya buraya taşındı. Kıbrıs kuzeyi kumarhane, uyuşturucu, fuhuş, kara para aklama gibi pis işlerin yapıldığıTürkiye’nin bir lağım çukuruna dönüştürüldü..

-Bizdeki toplumsal çürüme aslında Kıbrıslı Rumların mülkiyetinin çalınması ve ganimetin dağıtılmasıyla başladı. El konulan ganimeti buraya taşıdıkları nüfusa dağıttılar ama Kıbrıslı Türklere de bundan bir pay verdiler. Çürüme böyle başladı.

74’ten sonra köylerimizin isimleri değiştirildi. Soy isimlerimiz değiştirildi. Kiliseler camiye çevrildi ve buraya ciddi bir nüfus aktarımı gerçekleştirildi. . Türklük Sözleşmesinin yanına Sünni İslam dayatması da eklendi. 

-2018’de sonra Türkiye’deki yeni sistem, yeni siyasetle birlikte buradaki ortam da çok sertleşti. Türkiye’de iktidar değişse de Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir şey değişmez. Türkiye’de de değişmez çünkü Türkiye artık başka noktadır.

  -Ayşemden Akın arkadaşımız, Halil Falyalı’nın ilk adamı olan Cemil Önal ile mülakat gerçekleştirdiği için ölüm tehditleri alıyor. Gazetecilere ve iş adamlarına suikast düzenlemek için Türkiye’den buraya birilerini gönderiyorlar.

Nûpel Yayın Koordinatörü Filiz Deniz, Kıbrıslı şair, yazar, aktivist ve vicdani retçi Halil Karapaşaoğlu ile adanın gündemini konuştu:

Kamuoyu sizi biliyor ancak yine de Nûpel okurları açısından bir hafıza tazelemesi açısından tanıtalım istiyorum

 Halil Karapaşaoğlu 1985 doğumluyum, şairim. Sanatçı ve yazarlar birliğinin yönetim kurulundayım.Yeni Kıbrıs Partisi sekreteryasında görevliyim. ‘Türk Yerleşimci Kolonyalizmi’ üzerine doktora tezim var. İnsan hak ve özgürlükleri adına çok uzun zamandır mücadele veriyorum. Şu an Yeni Düzen gazetesinde haftalık yazılar yazıyorum.

Çok yönlü birisiniz; şair, aktivist, yazar ancak kamuoyu bir de sizi vicdani retçi olarak biliyor; hatta bu yüzden hapse de atıldınız sanırım…

Evet aynı zamanda vicdani retçiyim. 2013 yılında vicdan reddimi açıkladım. Seferberlik çağrısını reddettiğim için, arkadaşlarımla birlikte. yargılandım, 2019’da cezaevine girdim, 2024 yılında cezaevine girdim. İki kez hapsedildim..Biz iki arkadaş olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Türkiye’yi şikayet ettik.  Murat Kanatlı’nın davasını kazandık. Murat Kanatlı da vicdani retçi arkadaşlarımızdan biriydi ve 2014 yılında cezaevine girmişti. 2024 yılında AİHM Türkiye’yi suçlu buldu. 

Normal koşullarda Kıbrıs’ın kuzeyinde de bize açılan davaların geri çekilmesi gerekirdi. Ancak davalar geri çekilmedi. Ben aşağı yukarı 2 hafta önce polise çağrıldım ve hakkında yeni bir şikayet oluştu. Şu an dosyam savcılığa gidecek. Savcılık dosyayı işleme koyunca da hukuki süreç tekrar başlayacak. 

İzleyebildiğimiz kadarıyla Kuzey Kıbrıs’ın gündemi yine yoğun. Başörtüsü tartışmaları son dönemlerde öne çıkıyor.  Liselerde ve ortaokullarda öğrencilerin başörtüsü takmasının serbest bırakılması tepki çekti, eylemler yaşandı. Buradan başlayalım isterseniz; bu anlamda Kıbrıs’ta neler oluyor?

Şimdi Kıbrıs’ta 1958’den itibaren başlayan  Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıslılar arasındaki ilişki biliniyor ancak  modern Türk Cumhuriyeti ilan edildikten sonra aslında ilk ilişkiler 1925 yılında başlıyor. Daha 1925 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a gönderdiği elçiler burada Kemalizm siyaseti doğrultusunda diplomatik faaliyetlerini yürüttü. Fakat Türk derin devletinin organize bir şekilde Kıbrıslı Türklere müdahale etmesi 1958 yılında başlıyor. 1958’den 1974 yılına kadar müdahaleler gerçekleşti. Türkiye’nin istemediği hiçbir Kişi Kıbrıs Türk lideri olmadı. Muhalifler 1958’den 1965 kadar öldürüldü. Ancak Türkiye’ye karşı muhalefet susturulunca artık yeni bir sistem oluşturuldu. 1974’ten sonra Kemalistlerin baskısı arttı. Köylerimizin isimleri değiştirildi, soy isimlerimiz değiştirildi. Buraya nüfus aktarımı gerçekleştirildi. Çok insan getirdiler. 200 bin Rumun terk ettiği köylere Türkiye’den insan taşıdılar. Kiliseler camiye dönüştürüldü. Türklük Sözleşmesinin yanına Müslümanlık da eklendi. 2002 yılına kadar böylece yeni bir sistem kuruldu. Evet Kıbrıslı Türkler de Müslüman ancak kendilerine göre dini yaşama biçimleri vardı. Burada Ortodoks hıristiyanlar göç edince bu kez Müslümanlık egemen din olarak inşa edildi.

2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türklük Sözleşmesi var ama onun yanında Müslümanlık anlayışı da konuldu ve din daha da baskın olmaya başladı. Burada camiler inşa edilmeye başlandı. Bunun yanında Türkiye’den imamlar  getirildi. Türkiye’den nüfus artışı devam etti. AKP özellikle seçimlerden sonra nüfus artışını daha da hızlandırdı. Hocalar göndermeye başladı Türkiye’den. Özellikle bu hocalar Sünni Müslümanlık görüşünü benimseyen hocalardı. Bir de Türkiye’den sendikacılar aktarılmaya başlandı. Buraya getirilen yerleşimciler üzerinden sendikal faaliyetlere başladılar. 

Yani bizim sendikalarımıza paralel sendikalar kurmaya başladılar ve bu sendikalarla birlikte taşıdıkları nüfusu oralarda örgütlemeye başladılar.  Bunun yanında siyasi partileri de taşıdılar. AKP’den CHP’den tutun da İYİ Parti’ye kadar bütün siyasal partilerin şubeleri var ki AKP bu noktada çok aktif, özellikle de gençlik kolları üzerinden.

Çok özür dilerim. Bir şey sorabilir miyim? Şu anda Kuzey Kıbrıs’ın nüfusu ne kadar ve ne kadarı Türkiye’den sonradan getirildi. 

Şu anda Kuzey Kıbrıs’ın nüfusunun kaç olduğunu bilmiyoruz.  Kıbrıslı Türklerin ne kadar kaldığını da bilmiyoruz. Çünkü nüfus sayımı yapmıyorlar…

Anladım, buyrun siz devam edin

Tabii hep böyleydi. Türkiye’den buraya sürekli insanlar aktarılıyordu. 2002’den sonra ise AKP Türkiye’deki yasaları da buraya aktarmaya başladı. Aslında Türkiye ile Kıbrıs arasında bir sömürgecilik ilişkisi var. Özellikle 1974 itibarıyla Türkiye bu sistemi inşa etti ve Kıbrıslı Türklere belirli imtiyazlar verdi. Kıbrıslı Türkler de bu imtiyazları kullandı. 

Yani güvenlik kuvvetlerinin komutanı hiçbir zaman Kıbrıslı bir Türk olmadı. Burada sivil savunma var ve sivil savunma Türk derin devletinin alt birimi olarak faaliyet gösteriyor. Yani sıradan bir sivil savunma değil. Onun başkanı da hiçbir zaman Kıbrıslı bir Türk olmadı. Merkez Bankası’nın başkanı da hiçbir zaman Kıbrıslı bir Türk olmadı. Ama artık sonuna da gelindi, süreç tamamlandı. Türkiye artık doğrudan buraya aktardığı kadrolar. sayesinde yeni bir inşa sürecine geçti

Zaten 3 Mayıs’ta da külliyenin açılışı yapıldı. Külliye Metehan olarak isimlendirilen bir bölgede yapıldı.. Biliyorsunuz Metehan Türk tarihi için çok önemli bir kişidir. Modern ordusunu ve modern devlet biçiminin ortaya çıkaran Hun imparatorudur. Burada yeni bir cumhurbaşkanlığı sarayı, yeni parlamento yapıldı. Bunun karşılarına bir cami inşa edildi. Yüksek mahkeme binası da külliyenin bahçesine yapılıyor. Dolayısıyla yapılanma süreci devam ediyor.

Sınıflar değiştirildi. İşçi sınıfı bağlamında Kıbrıs Türk işçi sınıfının öncü kesimi imha edildi. Biraz karışık anlatıyorum, kusura bakmayın çünkü bizim hikâyemiz anlatmaya çalışıyorum. 1974’ten sonra Kıbrıs Rum işçi sınıfı ve Kıbrıs Türk işçi sınıfının öncüleri imha edildi. Sonra onların üretim araçlarına el konuldu. Çünkü biliyorsunuz Kıbrıs, daha önce Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik alanındaydı ve Türkiye’nin müdahale etmesiyle beraber yeni sınıflar oluşturuldu. Yeni sınıflar Kıbrıslı Rumlardan kalan fabrikalarda çalıştırılmaya başlandı. Nüfusu az olduğu için Türkiye’den nüfus taşındı, 2002’den sonra bu sınıf yapısı ve burada kamu iktisadi teşebbüslerinin tasfiye süreci başladı. Kıbrıslı Türkler memur yapıldı. Türkiye’den taşınan yerleşikler ise işçi sınıfının ana kaynağı haline geldi. 2002’den özellikle Pakistan, Afrika’dan, Ukrayna’dan , Rusya’dan nüfus aktarımı gerçekleşmeye başladı. Bu yoksul ülkelerden yapılan nüfus aktarımıyla beraber Türkiye’den buraya getirilen Türkiyeli yerleşikçiler sınıfsal anlamda tasfiye edildi. Onların yerine de Pakistanlılar, Hindistanlılar, Afrikalılar istihdam edilmeye başlandı ve taşınan Ukraynalı ve Ruslarla birlikte de inşaat sektörünün satışı arttırıldı.

Bürokraside Kıbrıs Türklüğü ile ilişkisi olmayan insanlara vatandaşlık veriyorlar. Kıbrıs ile, bağı olmayan, hatta hiç gelmeyen insanlara vatandaşlık dağıtıyorlar. Türkiye’de ve bu insanlar kamu sınavlarına giriyor ve Kıbrıs’a geliyorlar. Bürokraside bugüne kadar Kıbrıs’ta böyle bir aktarım ve yoğunlaşma olmamıştı. Şimdi bürokrasiyi de dönüştürmeye başladı AKP ve başörtüsü yasası da sadece bunlardan bir tanesidir

Anladım…Aslında Türkiye’deki sistemin yansıması gibi geliyor; Sömürgecilik… Peki buna karşı anti- kolonyal bir mücadele de gelişiyor diyebilir miyiz ? 

Kesinlikle son dönemlerde benim vurgulamaya çalıştığım şey budur. Eğer Türk yerleşimci kolonyalizmi dediğimiz aslında İsrail’in Filistin’e yaptığı bir uygulamadır. Türkiye’de Kıbrıs’a bunu yapıyor. Ancak bu teorik anlamda teorize edilmemişti, ben bunu teorize etmeye çalışıyorum. Eğer sorunu tespit edersiniz ve ona göre de direnişini yaparsınız. Kıbrıs’ın kuzeyinde son zamanlarda Türk kolonyalizmi ifadesi yüksek bir sesle ifade edilmeye başlandı.

Ben elbette siyasal duruşum olarak bunu yapıyorum. Vicdani red eylemlerinde, Cumartesi yaptığımız eylemde bunu öne çıkarıyor ve tartıştırıyorum. Sivil eylemlilikler anti kolonyal konular üzerinden tartıştırmaya çalışıyorum. Kendi yaşadığım coğrafyada çünkü biliyorsunuz anti kolonyal mücadele çeşitli yöntemle gerçekleşebilir. Kıbrıslıların nüfusu az olduğundan dolayı ve burada 50 binden fazla silahlı asker bulunduğundan ve coğrafyamızın küçük olmasından dolayı burada silahlı mücadele vermek imkansız. Dolayısıyla bağımsızlık mücadelesinin diğer bir aracı sivil itaatsizlik eylemleridir ve ben bütün yaptığım eylemleri Türk işgaline, Türk yerleşimci kolonizmine karşı sivil itaatsizlik eylemleri olarak tanımlıyorum ve tabiki de yaşadığım topluma da bu çağrıda bulunuyorum. 

Sivil itaatsizlik eylemleri hangi boyutta? Toplumsal dokudaki yıpranmışlık ve çürüme göz önüne alındığında tepkiler yaygın mı, kitlesel mi ya da gelişiyor mu?

Şimdi elbette gelişmesi lazım. Şimdi bizdeki toplumsal çürüme aslında Kıbrıslı Rumların mülkiyetinin çalınması ve Kıbrıslı Türklere dağıtılmasıyla başladı. Buraya taşıdıkları nüfusa dağıttılar ama Kıbrıslı Türklere de bir pay verdiler. Yani çürüme ganimetin paylaşılmasıyla başladı

Öte yandan 80’lerden sonra Türkiye’deki kumarhaneler de buraya taşındı. 90’larda bu daha da yopğunlaştı. Bununla beraber kumar, karapara, uyuşturucu gibi olaylar buraya taşındı. Türkiye’deki mafyalar buraya taşındı. Dolayısıyla burası Türkiye’nin bir lağım çukuruna döndürüldü.. Pis işlerini yaptıkları bir yer oldu. Tabii sivil itaatsizlik eylemleri bireylerin yapabileceği gibi kitlesel bir şekilde de yapılabilir. Örgütsel bir şekilde de yapılabilir ki ben bu noktada yani bunun kitlesel bir şekilde insanlarımızı bilinçlendirerek Türkiye karşı bir özgürleşme hareketinin olması gerektiğini düşünüyorumKitlesel bir şekilde bütün insanların, yığınsal bir şekilde Türkiye’nin müdahalelerine, Türkiye’nin, Kıbrıs’ın kuzeyini kolonize etmesine karşı ses çıkarması gerektiğini düşünüyorum.

Bunun başarılmasının önündeki engeller nelerdir?

Şimdi tabii cemaatımızın bu bilinci yok. Bizim Kıbrıslı Türklerin aslında en büyük sorunlarından bir tanesi aydın krizidir. Aydınlarımız, Türkiye’nin bize yaptığı uygulamaları bir sömürgecilik biçimi olarak daha göremedi. Dolayısıyla bu bize büyük bir dezavantaj sağlıyor. Çünkü Kıbrıslı Türklere kuzeyde belirli imtiyazların verilmesiyle birlikte ciddi bir illüzyonun içine girdi Kıbrıs Türk aydını ve kendilerini özne zannettiler. Ancak Türkiye, Kıbrıslı Türk siyasilere çeşitli suikast girişimleri yaptı. 1989’dan 2004’e kadar ve etkileri oldu.

Ne yazık ki akademide de bu tarz görüşlere yer verilmiyor, bu da bize büyük bir dezavantaj sağlıyor. Yeterli çalışmalar yapılmadığı için şu an böyle bir kitlesel bilinçten bahsetmek zor. Ancak küçük bir  çevre var ki bu bilince sahiptir ve bu bilinç doğrultusunda siyaset de üretiyor. AKP’nin, özellikle 2020’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale etmesiyle beraber tabii bu hassasiyet artmış durumdadır. Bu eylemlere katılım da artmış durumdadır. Özellikle başörtüsü konusuyla ilgili iki  büyük eylem gerçekleşti. Nüfusumuza göre ciddi bir katılım gerçekleşti. Birincisine 13 bin insan katıldı.

Burada bir şey sorabilir miyim; o eylemleri  takip etmeye çalıştım ama şu çok dikkatimi çekti; Denktaş ailesinin çocukları da eylemdeydi? Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor? 

Denktaş ailesi AKP tarafında tasfiye edildi. Biliyorsunuz; az önce de bahsettim; Kıbrıs Türk liderliği sürekli olarak Türkiye tarafından atandı. 1930’dan; İngiliz kolonyal döneminden bu yana seçimlerimize müdahale ediyor. 2003- 2004 Annan Planı sürecinde Denktaş ailesi AKP tarafında tasfiye edildi. Onun yerine Mehmet Ali Talat, Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri getirildi. Şimdi Denktaş ailesi tasfiye edildiği için ve hiçbir şekilde siyasal anlamda bir pozisyona getirilemedikleri için dolayısıyla bir taraf olmak zorunda kaldılar. Bu anlamda tabii bu din konusunda hassas bir mesele, hani daha anavatana olan bağlılıklarını dile getiriyorlar ve ‘Anavatan’ diyor onlar, ama bu başörtüsü konusunda Kıbrıs Türk sağının bir kısmının da hassasiyeti var. Evet, olayda tepki gösteriyorlar. Ersin Tatar’ın eşi bile tepki gösterdi

Anladım. Bir de Kıbrıs’ın muhalif medyasından söz etmek istiyorum. Son günlerde gazetecilere yönelik baskı ve tehditler gündeme geliyor. Orada neler yaşanıyor?

Burada muhalif medya ciddi bir saldırı altındadır. Özellikle 2018 yılında ciddi bir kırılma yaşadık. 2018 öncesi de Afrika gazetesine; Şener Levent ve oradaki arkadaşlarımıza davalar açılıyordu. 2 Ocak 2018’de Türkiye’nin buraya taşıdığı nüfus, Erdoğan’ın emriyle Afrika gazetesine saldırdı. Bilmiyorum, bunu gördünüz mü, orada gazeteciler öldürülmek istendi. İşte o gün orada ciddi bir kırılma yaşandı. Onun arkasından da 2020 seçimleri yapıldı.

Ondan sonra da Şener Levent’e TC vatandaşı olmamasına rağmen Ankara’da davalar açıldı. Ve Şener Levent suçlu bulundu. Bunun yanında Ayşemden Akın isimli gazeteci arkadaşımıza da Ankara’da davalar açıldı. Ayşemden’in sanırım TC yurttaşlığı vardır ve o da Ankara’da yargılandı. Tabi bu gazeteciler hiçbir şekilde Türkiye’de bulunmadı.. Yani mahkeme süreci olurken buradaydılar. Onlar yargıladı ve onlar ceza verdi. Bunun yanında Ali Kişmir dostumuz gazeteci, aynı zamanda basın sendikasının başındadır. Ali, 2020 seçileri müdahalesine karşı bir yazı yazdı. Türkiye’nin buradaki elçisi, Ulusal Birlik Partisi’ne ait bazı milletvekillerini,  güvenlik kuvvetlerine ait Beyaz Ev adı verilen bir restoranda topladı. Bu muhalif milletvekilleri Türkiye’ye değil Ersin Tatar’a muhaliflerdi. Bunlar elçi tarafından uyarıldı. Ali bu uyarı konuyla ilgili sosyal medyada bir yazı yazdı. Ve şu an Ali Kişmir 10 yıllık bir hapis cezası ile karşı karşıyadır. Tarihimizde bir ilktir zira bu davayı da güvenlik kuvvetleri komutanı açtı. O da Türkiye’den atanan bir komutan ve dolayısıyla Türkiye’ye bağlı bir dava.

Bunun yanında Ayşemden Akın arkadaşımız, Halil Falyalı’nın ilk adamı olan Cemil Önal ile mülakat gerçekleştirdi. Hollanda’da ve biliyorsunuz Cemil Önal da öldürüldü. O röportajda  AKP’nin Kuzey’de yasadışı olarak yarattığı ortamla ilgili uyuşturucu, kara para ve AKP’li bazı siyasilere ait kasetler gündeme geldi ve siyasilerin bazı ilişkileri deşifre edildi.  Bu nedenle Türkiye’den Ayşemden’e bir telefon geldi ve Türkiye’den Ayşemden’i öldürmek için 3 kişinin Kıbrıs’a geldiği ifade edildi. Dolayısıyla Ayşemden de ölüm tehditleri alıyor. Bunun yanında Cem Mutluyakalı, Serhat İncirli, Ersin Tatar’ın şikayeti üzerine yargılanmaya başladı. Dolayısıyla muhalif gazetecilere ciddi bir baskı söz konusudur. Selma Eylem hocamız vardı, Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası Başkanı, bu başörtüsüyle ilgili olarak muhalefetin örülmesinde önemli bir rol üstlendi. O da ölüm tehditleri alıyor. Şu an dolayısıyla Kıbrıslı gazeteciler ve Kıbrıs’ın muhalifleri ciddi bir tehdit altındadır

Şunu da söyleyeyim. Son 9 ayda Türkiye’den Kıbrıslı iş adamlarına suikast, yapmak için kişiler geliyor. Son 9 ayda 9 kişi geldi. Bunlar suikast işlemek için geliyorlar. Bunlardan sadece 2 kişi tutukland. Bu da Halil Falyalı cinayetiyle başlayan yeni bir süreçtir. 1989’dan 2004’e kadar  hem Kıbrıslı siyasiler hem de Kıbrıslı işadamları  Türk derin devleti tarafından suikast girişimlerine uğramıştı ancak 2004’ten 2018’e kadar böyle bir şey çok yaşanmadı. 2018’den itibaren, aslında Türkiye’de siyasetle birlikte buradaki ortam da çok sertleşti.

Peki,  Türkiye iç siyasetindeki olası değişiklikler oraya yansıyacak mı? Diyelim ki Erdoğan gitti yeni bir hükümet geldi, Kıbrıs’ın kuzeyine ve sizin mücadelenize bu nasıl yansıyacak, ne tür etkileri olacak?

Ben şimdi biraz daha farklı bir noktadan bakmaya çalışacağım. Türk kapitalizmin gelişimini incelemeye çalıştım. Türkiye’deki Türk kapitalizminin başlangıcı 1950’liler Demokrat Parti’nin iktidara geldiği dönem. Kıbrıs ile ilgilenmeye başladığı dönem de o dönemdir aslında. Şimdi Türk kapitalizminin gelişimiyle birlikte Türkiye’deki siyasal süreç de paraleli bir şekilde gelişiyorÖzellikle 2017’de Türkiye Varlık Fonu’nu ilan etti. 2016 ya da 2017 yanlış hatırlamıyorsam ve Türkiye 2013’ten itibaren neoliberalizm ve devlet kapitalizmi arasında bir yerde gitti. Son dönemde TÜSİAD’ın başkanı ve yönetim kurulundan 2 kişiye davalar açıldı. Türkiye’de Siber Güvenlik Daire Başkanlığı kuruldu. Bu da firmalara yönelik bir adımdı. Yani verilerin verilmesinden dolayı tutuklanabilme ihtimali var

Gördüğüm kadarıyla AKP şirketlerin yönetim kurullarına kendi partililerini de atamaya başladı..Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını da ben Türk kapitalizminin gelişimine bağlıyorum çünkü AKP ile birlikte Türk kapitalizmi çok ileri bir seviyeye geçti. Bugün AKP’nin, Türkiye’nin Suriye’de, Afrika’da da koloni politikaları var. Aslında Asya’da da koloni politikaları var . Dolayısıyla İmamoğlu’nun tutuklaması önemli bir sürecin de başladığının göstergesidir

Yani Devlet kapitalizmine geçti. Türkiye şimdi Devlet kapitalizmine geçmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi neoliberal kapitalizmdeki krizdir. Bütün dünyada neoliberal ekonominin krize girmesi yani Çin, Rusya ve hatta batı ülkeleri de devlet kapitalizmine geçiyor. Dolayısıyla devlet kapitalizminin öngördüğü bir hukuk biçimi, devlet kapitalizminin öngördüğü bir kültür siyaset biçimi var. Şimdi devlet kapitalizmi görünüyor. Türkiye devlet kapitalizmine geçti ve bu uzun bir zaman daha böyle gidecek.

Dünyada da böyle gidecek. Bu anlamda Türkiye’deki iktidar değişse de Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir şey değişmeyecek. Aynı şekilde Türkiye’de de değişeceğini düşünmüyorum. Çünkü bunu ekonomik ilişkiler üzerinden değerlendiriyorum. Bugün CHP’ye baktığınız zaman cumhuriyetçi CHP’ye baktığınız zaman, CHP bugün Ekrem İmamoğlu İstanbul belediye başkanı olduğunda makamına bir imam getirdi ve imam makamda dualar okudu. Siz bunları 2002 öncesi göremediniz. Dolayısıyla AKP Kemalizmi yeniden tarif etti. Atatürkçülüğü yeniden tanımladı. Kemalizmi siyasal İslam ile karıştırdı. Yani Türkiye artık başka bir noktadır ve hiçbir şey değişmeyecektir.

 

 

İlginizi Çekebilir

İsrail savaş uçakları Yemen’e hava saldırıları düzenledi
Pınar Gültekin davası: Yargıtay’dan ‘canavarca his yok’ kararı

Öne Çıkanlar