Bazen bir söz, bir yazı, bir düşünce tersi anlamlara da çekilebilir ve amaç karşıtı bir durum olarak anlaşılabilir. Bu durumun gerçekleşmemesi için çok dikkatli konuşmak ve yazmak gerekiyor.Geçenlerde İsviçre ile ilgili 3 bölümlük yazı dizimde İsviçren’in kanton sistemini, demokrasisini yazmaya çalıştım.Çünkü insanlığın demokrasi mücadelesinin ve birikiminin bizi getirdiği son nokta kanton sistemi ve komünal rejimdir. Bunun için İsviçre örneğiyle birlikte Rojava demokratik yönetim modelini kısaca işlemeye çalıştım. Ama bu yazı dizisini okuyan insanlarımızın bazıları madem İsviçre cennet ben de kapağı oraya atayım diye düşünmüş olabilir.Evet İsviçre sadece doğası, etik değerleri, hümanizmasıyla değil demokratik değerleriyle de “cennettir” ama, nasıl ki şimdi Kürtler Rojava’da bütün dünya demokrasi güçlerine örnek olabilecek bir özgür “cennet” için ağır bedel ödüyorsa, bu “cennet” için İsviçreliler de zamanında bedel ödedi ve kazandıO yazıları yazarken amacım faşizm ile demokrasiyi; diktatörlük ile açık rejimleri; baskı rejimleri ile insan haklarına evrensel hukuk ilkelerine bağlı rejimleri kıyaslamaktı. Bu durumu anlatmak için en iyi örnek İsviçre olduğu için İsviçre’yi ve daha ideali olan Rojava’yı kısaca anlatma gereği duydum.İlgili yazıyı okuyanlar tersten anlıyarak umarım İsviçre’ye özenerek ülkeyi terketmeyi ve İsviçre’ye gitmeyi düşünmezler, bu çok yanlış olur.Hatırlıyorum 1980-1990’larda TC rejimi ülkeyi tümüyle boşaltarak amacına ulaşmak istiyordu. Kapıları açarak devrimcilerin yurtdışına kaçmasını sağladı. Çünkü idam etmek,öldürmek onlara pahalıya mal oluyordu, dünya demokratik güçlerinin tepkisiyle karşılaşıyordu. Daha “ucuz” bir yol olan kapıları açmayı yeğledi. Böylece devrimci, sosyalist, yurtseverlerden kurtulmaya çalıştı. Ve nitekim bunu kısmen başardı da.
Rejim hem “bela” olarak bu güçlerden kurtulmuş oldu, hem de devrimci güçlerin Avrupa’da önemli bir kesiminin “çürümesi”nin yolunu açtı.Şimdi ülkede aynı durum yaşanmaktadır. Rejim tüm gücüyle saldırıyor, öldürüyor, kimyasal kullanıyor, tutukluyor, tüm emperyalist güçleri yanına alıyor ama özgürlük mücadelesini engelleyemiyor, sınırlandıramıyor. Yine çare olarak ülkeyi boşaltmak istiyor.Herşeyden önce rejim ülkeyi boşaltmak istiyorsa metropollerdeki Kürtlerden kurtulmak istiyorsa bizler bu oyunu bozmalıyız..Çünkü doğru olan rejimin yapmak istediğinin tersini yapmaktır, bu nettir.Yine Kürtler, demokrasi mücadelesi verenler için önemli olan hazır olan bir “cennete” gitmek değil, bulunduğu yeri “cennet” yapabilmek için mücadele etmektir. Doğrusu başkalarının ‘cennetine’ konmak yerine, kendi ülkesini ‘cennet’ yapabilmektir.Uzun süre tutuklu kalma, öldürülme, ağır işkence görme vb. tehdit altında olmayan hiç bir insanımız ülkeyi terketmemeli, ne İsviçre’ye ne de başka bir batılı ülkeye gitmeyi düşünmemelidir.Bu konuda kulağımıza “pis kokular” da gelmektedir.Türkiye’nin içinde bulunduğu durum vahimdir. Açlık, yoksulluk dayanılmaz haldedir, tamam. İnsan haklarının zerresi bile yoktur. İnsanlarımız, muhalifler yığınlar halinde tutuklanmakta, cezaevlerinde hemen hergün cenazeler çıkmaktadır. Diktatörlük rejimi Türkiye ve Kürdistan’ı cehenneme çevirdi. Bunların hepsi doğru.“Pis koku” dediğim şey, hiçbir siyasi geçmişi olmayan, demokrasi mücadelesinde bir adım bile atmamış olan adli suç işlelyenler ve ekonomik nedenlerle avrupa’ya kaçanların Avrupa’yı doldurduklarını duyuyoruz.Hatta Avrupa’da iltica edebilmek için hileli yollara başvurduklarını da duyuyoruz. Bu durum tam bir ahlaksızlıktır, biline.Kürtlerin ağır bedeller ödiyerek kazandığı değerleri ranta çevirmek büyük bir ahlaksızlıktır. İnsanlar param-parça olurken,analar çocuklarının kemiklerini bulamazken sizlerin bu değer bu değerleri kullanırken vicdanınız sızlamıyor mu? Utanın birazcık.