Bazen bir fotoğrafa bakmak, bir ülkenin kanlı kaderine bakmaktır. Bazen “birinin” bir fotoğrafına bakmaksa aslında o ülkenin tam kendisine bakmaktır.
Bazen birinin bir fotoğrafına bakmak, hayata dair, insanlığımıza dair göz göre göre kaybettiğimiz her şeyin ama her şeyin tek bir insanın, tek bir annenin, tek bir acının bedeninde, ruhunda ve yüreğimizi azap yağmurlarıyla yakıp dağlayan o çile dolu, o sitem dolu bakışlarında üstelik böylesine kusursuz bir şekilde bir araya gelmesine, ete kemiğe bürünmesine tanıklık etmektir.
Taşıyamayacağımız ortada olan böylesine ağır vicdan yükünün altında hep beraber ezileceğimizi bile bile kaynağını buram buram evlat hasretinden alan o haklı gözyaşlarına bilerek, isteyerek ve bol miktarda da “utanarak” gönül dolusu teslim olmaktır.
Dökülen o her bir damla gözyaşını “gözyaşımız” ilan edip bize kadar sızan tüm yalnızlığı, tüm çaresizliği el yordamıyla da olsa sarıp sarmalamaktır. Bazen bir fotoğrafa bakmak, bir ülkenin kanlı kaderine bakmaktır.
Bazen “birinin” bir fotoğrafına bakmaksa aslında o ülkenin tam kendisine bakmaktır. Bazen birinin bir fotoğrafına bakmak, birkaç yıl önce ekseni kaydığı için tam 12 cm yerinden oynayan bu emektar dünyada yaşamalarına rağmen bu çilekeş insanlara 1 cm bile yaklaşmayı, onların acılarını, onların dertlerini hissetmeyi kendilerine günah addeden, suç yazan, ayıp zanneden; kılcal damarlarında “sözde değil özde” ırkçılığın ve mezhepçiliğin o yok edici zehri dolaştığı için de öfke ve nefret bağımlısı olarak oluk oluk sürünmeyi hayat zanneden malum sefillerle aynı gökyüzünün altında nefes almak zorunda olduğumuzu kahır dolusu hatırlamaktır.
Bütün bu tahammül edilemez yok saymalara, hor görmelere rağmen tepeden tırnağa haysiyetten ve sabırdan imal edilmiş bu onurlu insanların “et” ya da “tırnak” fark etmeksizin bu kadim memleketin her derdini, her tasasını, her çilesini Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle hep birlikte yüklenmek için kendilerine düşen hiçbir sorumluluktan, hiçbir fedakarlıktan kaçmadıklarını, kaçmayacaklarını sağda solda ele geçen her yaralayıcı cismi kafalarına acımasızca, hunharca vurarak onlara anlatmayı; söylenenleri satır satır ezberlemelerini sağlamayı istemektir. Bazen bir fotoğrafa bakmak, bir ülkenin kanlı kaderine bakmaktır.
Bazen “birinin” bir fotoğrafına bakmaksa aslında o ülkenin tam kendisine bakmaktır. Bazen birinin bir fotoğrafına bakmak, kirli emeller uğruna namuslarına, gençliklerine, hayallerine ve tabii sonunda da hayatlarına arsızca el konulan o kadersiz ve kimsesiz kız çocuklarıyla aynı toprağın altına umarsızca girmeyi ve kendine gün ışığını sonsuza dek haram kılmayı istemektir. Bu yalnız ve güzel ülkenin bayrağının, marşının, kutsal sayılan her şeyinin ve herkesin arkasına sinsice gizlenmiş o lanet olası iğrenç suçların, artık bizim değişmeyen kanlı kaderimiz haline dönüştürülmüş olmasına isyan ederek “ölümle” sınanmaktan fazlasıyla bıkıp usanmış böylesine yaralı ve öfkeli bir halkın yıllar ve hatta asırlar boyunca çekmiş olduğu o sonu gelmeyen çilesine omuz vermektir, mecbur bırakıldıkları bu çaresizliklerine beraber tutunarak bize reva görülen bu kaderimizi unutmaya çalışmaktır.
Bazen bir fotoğrafa bakmak, bir ülkenin kanlı kaderine bakmaktır.
Kin ve nefretten gücünü alan bu duyarsızlıktan ölesiye usanmak ve bir daha geri dönmemek üzere bu vahşiliği, bu ırkçılığı, bu utanmazlığı geride bırakarak bu cinnet vatandan kaçar adım uzaklaşmayı istemektir.