Merhaba;
Bugün size insan bedeninin en karmaşık, en derin sırlarından birini ve aynı zamanda bir duyguyu ve onun ifadesini anlatmaya çalışacağım.
Gözün gördüğü kadar göremediklerini, dış görünüşün değil, iç dünyanın önemini ve yüceliğini anlatacağım.
Işığı, daha çok da içimizde koşullara bağlı olarak yanıp sönmekte olan ışığı ve ötesini anlatmaya çalışacağım.
Ben; o ışıkla beslenen, onun yansıttığı gölgelerle şekillenen ve görüntüyü tersine çevirenim.
Ben yalnızca ışığın retinaya düşmesi değilim, renkleri değiştiren dünyayı bazen siyah beyaz, bazen de renkli hale getiren, bu şekilde anlamlandıranım.
Beni bilirsiniz aslında;
Sessizce bakan, gördüklerini saklayan, kalbin en derin sırlarını taşıyanım…
Sevinçten doğarım bazen, bazen hüznün en koyu yerinden damlarım.
Düşerken dile gelirim, akarken hikâyeler fısıldarım.
Bazen hüzün, bazen özlem, bazen de zamansız bir veda olurum.
Evet bildiniz;
Ben, Göz’üm, görenim, gözyaşıyım…Mahsun bir bakış, acı bir tebessüm ve çokca hüzünüm.
Bazen bir annenin bir kutu içerisinde teslim edilen oğlunun cenazesine bakışında, bazen bir babanın deprem altında kalan evladını arayışında, bazen bir çocuğun kaybolmuş oyuncaklarına ağlayışında, bazen de bir kadının omzunda sessizce süzülen benim…
Dünü, bugünü gören, hisseden ve kaydedenim…
Hayatta kalmak için görmek
Fadıl Öztürk ” İnsan yüzü ki; en eski alfabedir” diyor.
Evet, ben de ilk insanla hayat buldum.Tarihim ilk insanla başladı.
Karanlık ormanlarda, puslu gecelerde, avcının nefesini duyuran, tehlikeyi fısıldadım.
Ama zamanla, hayatta kalmak için değil, hayatları söndürmek için kullanıldım .
Bir mızrağın, bir okun, bir silahın ucunda vuran gözlerde de ben vardım.
Yaşayanın gözü ile gören
Ben, dünyaya bitmek bilmez bir hırs ve öfke taşıyanlardan değilim.
Tarihi yazanların değil, katledilenlerin, sürgün edilenlerin gözünden görenim.
Ben; insanlık dışı koşullarda çalıştırılan kölelerin sessiz çığlıklarına gözyaşı oldum.
Yakılan bedenleri, gaz odalarının buğusunda kaybolan gözleri görenim ben.
Bu topraklarda yaşanan toplu katliamları, bombalananları, kurşuna dizilenleri, yerinden yurdundan koparılanları, sürgün yollarında yitip gidenleri ben gördüm ama dünya görmezden geldi.
Gözyaşları ile yazılan tarihi yaşayan ve görenim ben…
Ruhun gözünden
Da Vinci der ki: “Göz ruhun penceresidir.”
Goethe ekler: “İnsan yalnızca gözleriyle değil, ruhuyla da görür.”
Ama ben yalnızca ruhu gösteren değilim, aynı zamanda onu yıkayanım.
İçinize akıtıp sakladığınız her duygunun, bir gün yüzünüze damlamasıyım.
İnsanlık tarihi boyunca saklanan gerçeklerin, ezilen halkların, yok edilen dillerin sessiz çığlığıyım.
Ben, bir kadının, yakılmış, yıkılmış evine, bir mültecinin arkasında bıraktığı topraklara bakışında, Victor Hugo’nun “Ağlamak, ruhun yıkanmasıdır” dediği yerdeyim.
Kuzeydoğu Suriye’nin Gözleri
Hafızamız, gözyaşlarıyla yazılmıştır. Ve en çok da, Rojava’nın gözlerinde…
Bazı yaşlar içe akar. Mezarsız kalmışların ardından sessizce akan yaşlar misali…
Bazen gözyaşı, toprak gibi bereketlidir, bazen de taş gibi ağır gelir.
Ve yine Victor Hugo der ki “Gözleri görmeyen birine karanlığı anlatamazsınız ama gözyaşları her dili bilir.”
Göz’üm,
Fırat’a düşen hayalleri, bir ağacın dallarında kardeşçe uyuyan halkları gördüm.
Ezanla çan, semah ile dua yan yana akarken, SİHA’larla, bombalarla inen savaşın o karanlık gölgesini görenim ben.
Gözyaşıyım, göç yollarında kimliksiz çocukların avuçlarına düştüm.
Efrîn’den Serêkaniyê’ye, Girê Spî’den Şehba ve Minbiç’e sürgünü, yıkılan evleri, suskunlaşan dilleri taşıdım.
Yıkıntılar arasında fısıldanan duaları, masallarla büyüyen dilleri görenim ben.
Ve bilenim, bir gün bu topraklar, Kobanê sokaklarını özgürleştirenlerin gözleri gibi, mozaik olup parlayacak.
Gerçek ile gölgenin dansı
Ben artık yalnızca tarihi ve doğayı değil, piksellerin içine hapsolmuş dünyayı da görenim.
Ekranların ardında, sanal gerçekliklerin içinde, sahte ile gerçeği ayırmaya çalışanım.
Çünkü, yalanı gördüm.
Savaşları haklı göstermek için çekilen kareleri, gerçek diye sunulan sahte görüntüleri, açlığı, zulmü, adaletsizliği örten renkli ekranları gördüm…
Savaşları canlı yayınlayan kanalları, atılan bombaları, maç anlatır gibi sunan ruhunu satmış sunucuları, tam bunların ortasında vurulan insanlığı gördüm…
Ve arada kaybolan insanlığı gördüm; İlişkilerin, sanal medya’da yaşandığı, yazı yerine emoji’lerin kullanıldığı, ilgi ve sevginin beğeni işaretlerine indirgendiği piksellerin dünyasına sıkışmış zamanı gördüm.., Antoine de Saint-Exupéry ” Gerçek görme sadece gözlerle değil, kalple olur ” diye sesleniyor.
Ama insanların çoğu, kalplerini kapatıp bakmaya devam ediyor…
Hakikatin Şahitleri
Gözler hafızadır. Ne gördüğünü unutmayan gözler, hiçbir zaman unutulmaz.
Ne uğruna ağladığını bilen gözyaşları, zamanın akışına direnebilir.
Goethe der ki: “Gerçek sevgi, gözden kalbe damlayan gözyaşında saklıdır.”
Ben Göz’üm.
Ben Gözyaşı’yım.
Zamanın silemediği tanığım.
Son Söz
Konfüçyüs der ki: “Gözler kalbin aynasıdır.”
Ben, Açgözlü, açıkgöz ya da, ikiyüzlü olanlardan değilim.
Hayata, bencil, bezgin, umursamaz ve karamsar bakanlardan değil. Umut ile bakan, dost gözüyle, gönül gözüyle görenim.
Ben, ülkemin dört parçasını dolaşan Delal’in özgürlüğü gören gözleri, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen azmini ve umudunu kaybetmeyen Günay Aslan’ın bakışlarındaki sevgi ve hüzün, Renan Gerger’in ” Bizim Kenan ne alemde? ” diye sorduğu içtenlik, Haluk Gerger’in hayattan ve zamandan süzülen sabrına ve bilgeliğine gösterilen saygı ve Lolan’ın Silvan’dan geçerken, o çocuksu heyecan ile Annesine ”Burası amcamın memleketi” dediği sevgiyim.
Ben gözüm, gören ama susan değil, gözyaşıyım, ağlayan ama unutmayanım.
Bazen anlatır, bazen saklar, bazen susar, bazen haykırır ama her zaman içimde bir hikâye taşırım.
Ben, umutla çıkılan, yavaşça yürünen yollarda, acılardan süzülen, vicdan ile biçimlenen, sessiz bir gözyaşıyla süzülen vedayım…
Ruhunuzu parlatan ışığı gözyaşına karıştıran duyguları taşıyanım. Görünmezi anlamlı kılanım…
Ben gözüm…
Ben görenim…
Ben gözyaşıyım…
Gözlerinize düştüğümde, kalbinize akarım.
Bir anıyım, bir izim, unutulanların fısıltısıyım…