Lokman Ergün yazdı: Sırrı Abi

Genel

Kahtalı Mıçê bir gün önce vefat etmişti. Van’dan Ankara’ya doğru yola çıkmış, Bingöl’e varmak üzereyken Sırrı Abi aradı, mailine bak, son paragrafı Kürtçe yazıp bana gönder dedi.

Bir benzinlikte kahve içerken Kahtalı Mıçê için yazdığı yazıyı okudum, son birkaç cümleyi Kürtçe’ye çevirip ona geri gönderdim. Sonra telefonla aradım; “Abi, benim arkamdan da böyle bir yazı yazacaksan, şimdi arabayı bir uçuruma doğru süreyim”, dedim. “Sen benim ardımdan yazacaksın” dedi. Şimdi öyle yapıyorum.

Büyük bir aceleyle geçti hayattan. Çocukluğunu ölüm elinden aldı, sekiz yaşında babasını kaybettiğinde. Çıraklıktan, sıtma savaşta mevsimlik işçiliğe, lastik tamirciliğinden, geçici imamlığa onlarca işte çalıştı ailesini geçindirmek için.

Sonra bu yaşanmamış gençliği de devlet aldı elinden, on altı yaşında zindana attı. Defalarca aç karnına yatağa girdiğini anlatmıştı bana. Ama gözünün ve gönlünün hep tok olduğuna şehadet ederim.

Bu kadim toprakların vefalı ve fedakâr bir dervişiydi. Mezopotamya’nın binlerce yıllık sesini, sözünü, türküsünü, stranını, hikayesini içinde taşıyordu. Hiç kimse onun için yabancı, hiç kimse onun için öteki değildi.

Fırat’ın hikayesini yazacaktı, binlerce yıldır akıp duran Fırat’ın kıyısından göçüp gidenleri,  katliama, göçe, sürgüne zorlananları. İnsanlığın ortak mirasına ve ortak hikayesine inanırdı.

İnsanlığına şehadet ederim.

Defalarca tehditlere, suikast tehlikelerine maruz kaldı. Arabasına dinleme cihazı da yerleştirildi, suikast düzeneği de. Güvenliğine dikkat etmediği için defalarca kızmış, sitem etmişimdir. “Bu topraklara her borcumu ödedim, bir can borcum kaldı, lazımsa onu da öderiz”, demişti.

Yola yalnız çıkar, her yerde tek başına dolaşırdı. Yiğitliğine şehadet ederim.

On yıl önce televizyona çıktığı gömlekle, on yıl sonra tekrar röportaj vermişti. Hayatı boyunca parada, malda, mülkte gözü olmadı.

Kiracı olarak taşındığı evlere, kitaplarını taşıdık sadece. Masasında çok zor hesap öderdiniz. Görüş alanına girmiş ve ihtiyacı olan kim varsa, öyle ya da böyle mutlaka dokunmuş, yardımcı olmuştur. Mertliğine şehadet ederim.

Kürt halkının özgürlük mücadelesine büyük bir inancı vardı. Ortadoğu’da Kürtlerden başka gelecek perspektifi olan bir halk olmadığını söyler, “bu kadar imkansızlıklar içinde, bu kadar örgütlenebilen, bu kadar organize olan bir halk, asla yenilmez” derdi.

Bir yığın iç ve dış tacize, iftiraya, hakarete rağmen, inancından bir milim bile şaşmadı. Sadakatine şehadet ederim. İnsanı ve insanlığın dilini bilirdi. Senaryolarında muazzam bir karakter zenginliği ve derinliği vardır.

Türkçe’nin yaşayan en önemli hikayecilerinden biriydi. Zorunluluklar dışında yalnızlığı sever, çok okur ve çok çalışırdı. Tamamlanmış, tamamlanmayı bekleyen onlarca senaryosu, taslağı vardı. En büyük hayali, barış sürecini bitirip, yazıya, sinemaya geri dönmekti.

Emekçiliğine şehadet ederim.

Ez xulam, cenazene on binlerce insan geldi. Mezar taşını öpen çocuklar gördüm, izdiham arasında Yasin-i Şerif okumaya çalışan kadınlar gördüm. Mezarına çiçek bırakan, bilekliğini bırakan, kolyesini bırakan gençler gördüm. Ülkenin dört bir tarafında, kendi evinden cenaze çıkmış gibi yas tutan insanlar gördüm.

Bu halkın seni öz evladı gibi sevdiğine şehadet ederim. Sevgili dostum, yoldaşım, abim. Ardından yazmak elbette kolay değil. Ardından yaşamanın kolay olmayacağı gibi.

Elimizden gelen tek şey, altında yüreğinin ezildiği bu mücadelenin yükünü, bir ucundan senin hatıranla yüklenmek olacak.

Nasıldı o sevdiğimiz şarkı ez xulam?

“geçmiyor gülmekle hüznüm, belki ağlarsam geçer”

/serhatnews.com/

İlginizi Çekebilir

BM: Afrika’daki 36 milyondan fazla kişi temel gıda ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor
Eyüp Burç: Yeni dönem, birlikte yaşama paradigmasının miladı olabilir

Öne Çıkanlar