Mecit Zapsu: 1 Mayıs; Emek, Özgürlük ve Adalet mücadelesinin tarihsel yankıları

Genel

 1 Mayıs sıradan bir gün değil, bir hafıza ve direniştir…

1 Mayıs, emekçilerin sadece taleplerini dile getirdikleri bir gün değil, aynı zamanda bir hafıza mekânıdır. Bu tarih, emeğin, adaletin, özgürlüğün ve onurun tarihidir. Ancak bu tarih her coğrafyada aynı şekilde yazılmamıştır. Kimi yerlerde bayram havasında kutlanan bu gün, Türkiye gibi ülkelerde yasakların, saldırıların ve katliamların simgesi olmuştur. Öte yandan Rojava’da yükselen kadın özgürlükçü paradigma ve halkçı yönetim modeli, 1 Mayıs’ın ruhunu sadece anımsamakla kalmaz, onu yaşatır ve toplumsal yaşamın temeline yerleştirir.

Türkiye’de 1 Mayıs uzun yıllar boyunca sistematik olarak bastırılmıştır. 1977 Taksim Katliamı, emek tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Emekçiler barışçıl bir şekilde alanlarda taleplerini dile getirmek isterken, devletin karanlık güçleri tarafından hedef alınmış ve onlarca kişi katledilmiştir. Sonraki yıllarda 1 Mayıs kutlamaları defalarca yasaklanmış, sendikacılar gözaltına alınmış, meydanlar barikatlarla kapatılmıştır. Devletin bu yaklaşımı, emekçileri kriminalize etmiş, emeğin onuru yerle bir edilmiştir.

Rojava’da ise, savaşın gölgesinde bir halk kendi kaderini tayin etme iradesini ortaya koymuş, bu irade kadın özgürlükçü paradigma ve komünal ekonomi üzerinden şekillendirilmiştir. Burada emek yalnızca geçim aracı değil, bir varoluş biçimidir. Kooperatifler, yerel meclisler ve kadın öncülüğündeki üretim birlikleriyle 1 Mayıs sadece hatırlanan değil, yaşatılan bir değerdir.

Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde çocuklar hâlâ iş gücüne dahil edilmek zorunda kalmaktadır. Yoksulluk, sosyal güvenceden yoksunluk ve eğitim sistemindeki adaletsizlik, çocukları okuldan çok atölyelere, tarlalara ve sokaklara sürüklemektedir. Okuması, oyun oynaması, gelişmesi gereken çocuklar, aile ekonomisine katkı sağlamak adına işçileşmektedir. Bu durum, sadece bir ekonomik sorun değil, aynı zamanda büyük bir toplumsal travmadır.

Rojava’da ise çocuklar geleceğin öznesi olarak görülür. Savaşın ortasında olmalarına rağmen çocuklara yönelik eğitim kooperatifleri, psikososyal destek merkezleri ve alternatif pedagojik yaklaşımlar geliştirilmektedir. Bu, emek ve çocuk arasındaki ilişkiyi sömürüden kurtarıp hak temelli bir yapıya dönüştürme çabasıdır.

Kapitalist sistemde emek, yalnızca üretim nesnesi haline gelir. İnsan emeği, piyasada alınıp satılan bir meta olarak görülür. Bu anlayış, insanın yaratıcılığını ve onurunu örseleyen bir yabancılaşmaya neden olur. Sosyal devlet ise, bu yabancılaşmayı azaltmakla yükümlüdür. Eğitim, sağlık, barınma, çalışma hakkı gibi temel haklar ancak sosyal devlet anlayışıyla güvence altına alınabilir. Ancak Türkiye gibi ülkelerde sosyal devletin temsili çoğunlukla kâğıt üzerinde kalmıştır.

Rojava’da inşa edilen sistem, klasik anlamda bir sosyal devlet olmasa da, halkın doğrudan katıldığı karar süreçleri ve kooperatif ekonomisiyle sosyal adaleti topluluk temelinde gerçekleştirmeye çalışır. Emeğin değeri, insanın özneleştiği, toplumun kendini yönettiği bir düzende ortaya çıkar. Bu yapı, felsefi olarak hem Marx’ın yaratıcı emek düşüncesini hem de Bookchin’in doğrudan demokrasi anlayışını somutlaştırır.

Türkiye’de 1 Mayıs, çoğu zaman devletin otoriter refleksiyle karşı karşıya kalmıştır. Emekçiler alanlara çıktıklarında karşılarında polis barikatlarını, gaz bombalarını, gözaltıları bulmuşlardır. Oysa Rojava’da, savaş koşullarına rağmen halklar kendi bayramlarını, kendi meydanlarını, kendi yönetimlerini kendileri kurmuştur. Bu durum bize iki farklı toplumsal model sunar:  Biri yasaklayan, bastıran ve korkutan bir sistem, diğeri özgürleştiren, kuran ve dayanışmayı yükselten bir model.

Sonuç olarak.: 1 Mayıs yaşayan bir direniş hafızasıdır. 1 Mayıs, sadece geçmişin anısı değil; bugünün ve geleceğin mücadelesidir. Bu mücadele yalnızca ücret artışı değil; çocukların okula gidebilmesi, kadınların eşit yurttaş olabilmesi, emekçilerin sokakta korkusuzca yürüyebilmesi içindir. Rojava, bu mücadelenin vücut bulmuş hâlidir. Türkiye’de ise hâlâ yasaklar, eşitsizlikler ve sosyal adaletin eksikliği devam etmektedir. Ancak 1 Mayıs her şeye rağmen umut taşır: Daha adil, daha eşit ve daha özgür bir yaşam mümkündür.

İlginizi Çekebilir

Kim Jong Un ve kızı, Kuzey Kore’nin ilk destroyerini ziyaret etti
Cafer Solgun: Güzel günler göreceğiz umudunu sahipsiz bırakmayalım

Öne Çıkanlar