Ortadoğu’daki çatışmaların derin kökenleri sadece yerel ve bölgesel güç mücadelelerinden kaynaklanmakla kalmaz, aynı zamanda küresel dinamiklerin etkisiyle de şekillenir. Bu bağlamda İsrail, Batı ile ilişkilerinde sıradan bir müttefik olmanın ötesinde, küreselleşme sürecini yönlendiren bir aktör olarak değerlendirilmelidir. İsrail, Batı’nın Ortadoğu’daki çıkarlarını savunan bir araç olmanın ötesine geçerek, bu süreci yönlendiren ve Batı’yı bu projeye entegre eden bir güç olarak rol oynamaktadır. Bu çerçevede İsrail’in operasyonları, sadece güvenlik sorunlarına verilen tepkiler değil, Ortadoğu’yu dünya sisteminin bir parçası haline getirme girişimi olarak görülmelidir.
İsrail’in Batı ile ilişkisi, geleneksel bir ittifakın çok ötesindedir. Batı’nın küresel düzeni yayma amacı doğrultusunda Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme girişimlerinde İsrail kritik bir rol üstlenmektedir. Bu durum, Batı’nın küreselleşme sürecini şekillendirme çabalarına İsrail’in doğrudan katkı sağladığını ve hatta bu süreci yönlendiren bir rehber olarak öne çıktığını gösterir. İsrail’in bölgedeki stratejileri ve operasyonları, küresel sistemin yayılması doğrultusunda, bölgede kendine özgü bir “istisna” hali yaratarak güç kazanma çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir.
ABD’nin dünya çapındaki stratejik çıkarları, kendisini uluslararası hukukun üstünde gören bir istisna olarak konumlandırmasıyla şekillenmektedir. İsrail de bu “istisna” halini Ortadoğu’da meşrulaştırma çabası içindedir. İsrail, ABD’nin küresel ölçekteki askeri ve siyasi rolünü bölgesel düzeyde uygulayarak, kendi güvenlik ve stratejik çıkarlarını korumak adına uluslararası normlardan bağımsız bir hareket alanı yaratmaya çalışmaktadır. Bu, İsrail’in bölgedeki stratejik operasyonlarının sürekliliğini sağlamak ve savaşı bir istisna durumu olmaktan çıkarıp kalıcı bir güvenlik stratejisine dönüştürme amacı taşıdığını göstermektedir.
Bu çerçevede, İsrail’in Hizbullah ve benzeri gruplara karşı düzenlediği operasyonlar, sadece güvenlik tehditlerini ortadan kaldırma girişimleri olarak değil, Ortadoğu’da kendi istisna halini meşrulaştırma çabaları olarak anlaşılmalıdır. İsrail, bölgedeki bu operasyonlarla Batı merkezli küresel düzenin bir parçası olmanın ötesine geçip, bağımsız bir güvenlik stratejisi uygulama iddiasını ortaya koymaktadır. Bu, İsrail’in Ortadoğu’daki stratejilerini küreselleşme süreciyle uyumlu bir şekilde kullanarak bölgesel ve küresel dengeleri şekillendirme gücüne sahip olduğunu göstermektedir.
Ortadoğu’daki Kürt sorunu, İsrail’in bu istisna stratejileri içerisinde kritik bir role sahiptir. İsrail’in Ortadoğu’daki savaş stratejilerini uygularken Kürt coğrafyasını da bu istisna hali içine alması kaçınılmaz olacaktır. Küresel sistemin Ortadoğu’yu şekillendirme sürecinde Kürt sorunu, çözülmesi gereken en kritik meselelerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. İsrail’in bu konuda uygulayacağı stratejiler, bölgedeki dengeleri değiştirecek ve küreselleşme sürecini derinden etkileyecektir.
Bu süreçte Türkiye’nin Kürt meselesi karşısındaki tutumu da Ortadoğu’nun geleceğinde belirleyici olacaktır. Ortadoğu, tarihsel olarak büyük uygarlıkların merkezi olmuş bir coğrafyadır ve kapitalizmin yüzeysel etkileri, bu bölgenin derin yapısal dönüşümüne imkan vermemektedir. Bu nedenle, küreselleşme ile birlikte büyük savaşlar ve yıkımlar üzerinden bir yeniden şekillendirme süreci devreye sokulmaktadır. İsrail, küreselleşme karşıtı dinamikleri ortadan kaldırma çabasında oldukça sert ve vahşi savaş yöntemleri kullanmakta, bu süreçte bölgedeki çıkarlarını güçlendirmektedir.
Sonuç olarak, İsrail’in Ortadoğu’daki rolü, Batı’nın küreselleşme süreçlerine hizmet eden bir araç olmaktan çok, bu süreci yönlendiren bir aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. İsrail’in bölgedeki operasyonları, sadece güvenlik kaygılarıyla değil, Ortadoğu’yu küresel düzene entegre etme ve kendi çıkarlarını meşrulaştırma stratejileri doğrultusunda şekillenmektedir. Kürt meselesi de bu stratejilerin merkezinde yer almakta ve Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek faktörlerden biri olarak öne çıkmaktadır.