Birkaç gün önce otuz küsur senedir tanıdığım, tanıdıktan ziyade senelerce birlikte çalıştığım Yusuf Serhat Bucak aradı. Sesini, sohbetini özlemiştim. Hasret giderdik. O bizim için adıyla hitap edeceğimiz biri olmadı, daha çok ağabeyimizdi: Serhat abi.
Serhat abiyi 12 Eylül sonrasında kimsenin girmediği, kimi avukatların davalara bakmamak için köşe bucak kaçtığı, bir avuç avukatın yalnızca girdiği Kürtçülerin avukatı olarak tanıdık; özellikle İsmail Beşikçi’nin avukatı olmak zor bir şeydi.
Sonra Yeni Ülke ve Özgür Gündem gazetelerinin imtiyaz sahibi olarak Serhat abi… Yeni Ülke Gazetesi’nde birinci sayfasında çıkan, devamı 11’inci sayfada okunan, kimi belleğimizde hala diri duran o güzelim yazıların sahibi Serhat abi… Öldürülen arkadaşlarımızın cenaze törenlerinde, gözyaşları ve iç çekişleri ile yanımızda duran Serhat abi… Cebindekini, beynindekini, kalbindekini paylaşırken cömert ruh dünyasında Fırat’la yarışan Serhat abi…
Rengimiz, kokumuz; ateşten bir ibrikten boşalır gibi bizi rahatlatan o içten sesi ve bu yaşına gelmiş haliyle, halimizi, harçlığımızı, hatırımızı, eşimizi dostumuzu soran bilgeliğiyle… Serhat abi diye bir yazı, borç olarak burada kalsın…
Serhat abi tek cümleyle özetlenirse, belki de şu denilmelidir: Bir yara gördüğünde yarasını açan, yoldaş olan biri…
O aradıktan, haber ettikten sonra “Kürt Hâkim” (Avesta Yayınları, 2021) adıyla yayımlanan kitabından iki tane aldım; birini okudum, çizdim, diğerini Serhat abi bir gün gelir, imza eder diye sakladım. Kitabı okudum ve aynı gece bitirdim. Bucaklarla ilgili duyduğum pek çok şey, bilgiyle birleşti, çok şey öğrendim.
Bucaklar, Siverek ve azda olsa Hilvan’da, yaklaşık altmış köye dağılan Zırıkan Aşireti’ne bağlı bir ailedir. Aşiret, Diyarbakır’dan (1835) Siverek’e göç etmiştir. Bucak ailesi iki kutup halinde gelişmiştir: devletin yanında yer alanlar ve kıyamlara karşı olanlar. Devletin yanında yer alan kesim zamanla güçlenmiş, çok partili sistemle, merkez partilerin bölgedeki anahtarı olmuşlardır.
Bu gün çoğu kişinin belleğinde Bucak ailesi denildiği zaman devlet gücü akla gelir ki bu güç, son seçimde (2019) kırılmıştır; CHP’li Bucak adayı, 26 bin gibi çok az bir oy almıştır. Ailenin Kürtçü kanadı Mustafa Remzi Bucak (1912- 1985) ve Serhat abinin kitabını yazdığı Faik Bucak’la başlar. Remzi Bucak, Musa Anter’in sıkça anlattığı biriydi; 33 Kurşun ve Urfa’da katledilen altı kişiyi Meclis’e taşımıştı. Faik Bucak ise Urfa’da hala bilinen, hala anılarda sıkça dile getirilen Urfa’nın iki Kürtçü avukatından biriydi. Diğer bir avukat Kemal Badılı idi. Türkçe İzahlı Kürtçe Gramer, Kürtçe Lügat, Kürtlerin Sosyolojik Durumlarıyla İlgili Etüt, Kürt Şiiri gibi çalışmaları vardır. Babası Sait’ten ziyade, annesinin adıyla Kemale Zeyde diye bilinirdi.
Faik Bucak (1912- 1966) 1941 yılında tarih sahnesine çıkıyor. Dicle Talebe Yurdu, Kürtleri Koruma Cemiyeti, 55’ler Olayı ve son olarak Türkiye/ Kürdistan Demokrat Partisi’nin Genel Başkanı…
Faik Bucak, kısa hayatına çok şey sığdırıyor. Bunların dışında şiir yazıyor. Dolu yaşıyor. Tek bir ölçüsü var: Engin yurt sevgisi. Çocuklarına Kürdistan’ın havasını duyacak isimler veriyor. Bu isimlerle, kendini anlatıyor: Serhat, dağlarının doruklarıdır; Sertaç, tacıdır; Zozan, yaylasıdır.
Avukat olduğu sırada Kürtlüğün kavgasını veriyor, devlet hukukunun temsilcisi olduğu hâkim olarak da. Hatta Kürt Hâkim olmak, herkese ilginç geliyor. Kozan’da biri Kürtçe küfür etse, kızıyor; Kürt, küfür etmez (s., 60). Centilmen. Bazen Kürtçeden korkuyor, o zaman Kürtçeye geniş bir anlam arıyor: Melek Lisanı.
Anadil, melek lisanıdır.
Faik Bucak, sekiz yıl hakimlik yapıyor ve 1951’de, Urfa’ya geliyor. Urfa’nın iki ilçesi (Akçakale, o zamanlar küçük bir köy olan Harran) dışında çoğunluğu Kürt’tür. Bu iki ilçe dışında, Hilvan ve Viranşehir’de Arap nüfus yüzde on kadardır. Bugün de böyledir. Faik Bucak, burada Kürt, Arap ayrımı yapmadan, reform ve benzeri sosyal olaylar karşısında bir hukukçu tavrı sergiliyor, herkesin avukatı oluyor. Viranşehir Ezidileri, Akçakale Arapları ve Kürtler arasında efsaneye dönüyor. Adil ve yurtsever olsunlar diye babalar, çocuklarına Faik ismi veriyor. İlginçtir, çocuklarına Faik ismi verilen iki kişiyi yakından tanıdım; Viranşehir’de kaçırılan Faik Kevci ve şimdi hayatta olmayan Faik Aksakal. Aksakal’la fotoğraflarımız bile var, acı; amcası Mustafa’yla uzun bir sohbetim olmuştu, Urfa’daki Kawa!
Faik Bucak, Urfa’da siyasetle de ilgilenmeye başlıyor. Girdiği ve il başkanı olduğu partinin adı CKMP’dir. Bu parti Faik Bucak’ı yansıtmaz ama legal alanda politika yapmak isteyen biri için de bu dönem partiler değil, fikirler önemlidir, hatta bir partiyi diğerinden ayırt etmek bile mümkün değildir; Kürtler söz konusu olunca da bütün partiler birdir. CHP, Bucağın annesinin ayaklarına 60 sopa falaka vermiştir, ağalar, suyun başını tutar gibi bu partidedir; Demokrat Parti’de de Hasan Oral vardır (s., 69).
Faik Bucak’ın derin bir arayış içinde olduğu açıktır. Legal mücadele, rasyonel olarak salt zamana rüşvet vermektir. 27 Mayıs sonrasında da Kürtleri ağır bedeller bekliyor zaten. Kürt aydınları adım attıkları anda, aldıkları nefes bile tutuklanacak raddeye geliyor. Yer altı bütün Kürtleri çekiyor. Tohum olmadan, bir hasat elde edemeyeceğini herkes biliyor. Bu yüzden dağınık bile olsa, farklı siyasi partiler içinde (TİP gibi) olanlar Kürt meselesini yüksek sesle dile getiriyor. Ancak bu dile getirmeler, farklı bir partiyi doğuruyor: TKDP. Partinin Genel Başkanı Faik Bucak oluyor. Bugün bile güncel olan bir programla TKDP dikkat çekiyor; ilk, ifadelerden biri şu: Türkiye Anayasası’nda “Türkiye Devleti Türkler ve Kürtlerden oluşmakta ve bu iki millet her halükarda birbiriyle eşit durumdadır” ibaresi yazılmalıdır.
Elbette, “Türkler ve Kürtler” ibaresi güzeldir ama bu ibare Rum ve Ermeniler söz konusu olunca sorunludur.
Kürtlerin doğal haklarını barındıran parti, Faik Bucak şahsında devletin merceği altına alınır, takip edilir. Bu takipte, aile çelişkilerinden de istifade edilir. Zaten kanlı bıçaklı olan Bucaklar diken üstündedir. Sonuçta 4 Temmuz’da Faik Bucak, iki oğlu ve amcasının oğluyla Urfa’dan Siverek’e giderken, Karaköprü’de benzin alırken silahlı saldırıya uğrar. Hastaneye kaldırılır, durumu ağır değildir ama kurşun yarasından sonra kimliği hala bilinmeyen kişilerin vurduğu iğneyle bir gün sonra ölür.
Kitap, şarkı tadında kimi şiirler ve genişçe bir fotoğraf albümüyle sona eriyor. Kitapta bir cinayetin öyküsü olmaktan öte hoş bir belgesel tadı vardır. Yılmaz Güney, Ahmet Arif ve Deniz Gezmiş’le ilgili anılar güzeldir. Yılmaz Güney, bir silah meselesi yüzünden Urfa’da gözaltına alınmış, avukatı Faik Bucak olmuştur. Dahası, Yılmaz Güney’de Bucaklıdır. Ahmet Arif’in şiirlerini Serhat abi gizlice okumuştur, pellur kağıttan. Deniz Gezmiş’in babası Serhat abinin öğretmenidir.
Kitap özenle basılmış ama kimi küçük yanlışlarda yok değildir. Sonraki baskıda düzeltilir diye birkaç tanesini vermem gerekirse: Han Duvarları şiiri, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın değil, Faruk Nafiz’e aittir (s., 29); Umumi Müfettiş, Abidin Özmen değil, Zeynelabidin Özmen (s., 32); Hawar Dergisi, 1952’de değil, 1932’de (s., 37) yayımlanmıştır; Musa Anter ise “Ama ne İleri Yurt”taki köşesinde değil, İleri Yurt’taki köşesinde olmalıdır (s., 70); Adi Rastgeldi (s., 77) değil, Adil Rastgeldi doğrusudur; bir de tekrar var, “Yayla doğduktan sonra İstanbul’a eğitimi tamamlamaya giden Faik Bucak” gibi (s., 43). Bunun yanında kimi yerlerde “kızının resmini ister” (s., 43) ve “birlikte çektikleri fotoğrafa bakıp” gibi ifadeler vardır; doğrusu fotoğraf olmalıdır…
Serhat abi konuşurken mükemmeldir, insan araya girmek bile istemez, yazısı da bu kitapla anladım ki en az konuşması kadar güzeldir…