Abdurrahman Qasimlo, yakın dönem Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinden biri ve muhtemelen İran’ın işgali altındaki Doğu Kürdistan’da Qazi Muhammed’den sonra en fazla etkili olabilmiş önemli bir lider.
100 yıl kadar önce Doğu Kürdistan’daki Kürt milliyetçiliğinin başını İsmail Ağa Şikakî ya da Simko Ağa çekiyordu. Kısmen belirsiz politik tahayyüllerine rağmen onun Kürt milliyetçiliği davasını sırtladığına kuşku yok. 10 yıldan fazla süren inişli çıkışlı mücadelesinin ardından Simko Ağa İran tarafından tezgahlanan tuzak sonucunda 1929’da öldürüldü. Ertesi yıl ise, yeni bir lider doğdu; onun adı Abdurrahman Qasimlo’ydu.
Qasimlo’nun dünyaya gözlerini açtığı yıllar, İran Şahı’nın Türkiye’nin Mustafa Kemal’i gibi kılık kıyafetten tutun da Kürtlere dair her şeyi katı biçimde yasakladığı ve zulüm siyasetini sert biçimde yürürlüğe koyduğu yıllardı.
1940’ların ilk yıllarına gelindiğinde Şah devrildi. 1940-1945 yılları arasında İran’da hem Sovyet ve İngiliz işgali vardı hem de politik boşluk ve belirsizlikler yaşanıyordu. Böyle bir ortam Kürt milliyetçiliğinin yeniden canlanmasına fırsat yaratmış ve bunun neticesinde Kürdistan Demokrat Partisi’nin başkanı Qazi Muhammed liderliğinde Kürtler 1946’nın başında Mahabad Kürdistan Cumhuriyetini ilan etmişlerdi. Ama bu sırada İran’da Şahlık rejiminin ikinci dönemi başlamıştı ve Batılı müttefiklerin tam desteğini alan yeni şah, Kürtlerin müzakere taleplerine olumsuz yanıt vermişti. Nihayetinde Kürtler yenilmiş ve tüm dünyanın sırt çevirdiği cumhuriyetlerinin ömrü bir yılı bile bulamamıştı.
Kürt milliyetçileri geçen yüzyıldaki en önemli kırılmalardan birini yaşarken Abdurrahman Qasimlo, eğitimine devam eden bir gençti ve bazı kaynaklara göre de o sıralarda bir sosyalist olarak siyasete adım atmaya başlamıştı.
Qasimlo, Doğu Kürdistan’daki dramatik düşüşün yol açtığı uzun sessizlik yıllarında Avrupa’da eğitimini tamamlamıştı ve ardından sosyalist blokun parçası olan Çekoslovakya’da öğretim üyeliği yapıyordu. Qasimlo, Mahabad’ın yıkılışının üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçtikten sonra, 1968’de Kürdistan’a döndü ve artık Qazi Muhammed’in liderliğini yaptığı partiyle ilişkiliydi. 1973’te ise Qazi Muhammed’in koltuğuna oturdu. Bu durum, hem Qazi Muhammed’in partisi için hem de bizzat Qasimlo için yeni bir dönem demekti. Mustafa Zengin’den (2019) referans alarak belirtecek olursam, Qasimlo’nun siyasi hayatını iki döneme ayırmak mümkündür. İlk dönemi aşağı yukarı 1970’lerin başına kadara ele alabiliriz ve bu dönemde Qasimlo, sosyalist kimliği önde olan, sınıf mücadelesini öncelikli kabul eden ve Kürt meselesini de bu çerçevede ele alan biridir. Ancak 1970’den sonra Qasimlo, reel sosyalizme yönelik eleştirileri olan, demokrasiyi fazlasıyla önemseyen, bu nedenle demokratik sosyalizmi benimseyen biridir. Bu ideolojik değişiklikle birlikte Qasimlo için milli mesele sınıf meselesinden daha önemlidir, hatta ona göre Kürdistan şartlarında bir sınıf mücadelesinden bahsetmek bile zordur. Özetle; Kürdistan Demokrat Partisinin lideri olan Qasimlo, milliyetçi kimliği baskın, sosyalist kimliği ise geri planda duran biridir. (Detaylı bir okuma için bkz. Zengin 2019)
Qasimlo’nun Doğu Kürdistan’da liderliğe soyunduğu yıllarda İran’da ciddi çalkantılar yaşanmış ve nihayetinde 1979’da mollalar yaklaşık 60 yıllık ceberrut şah rejimini sona erdirmişti. Bu sırada da hem İran’da hem de İran’ın işgali altındaki Doğu Kürdistan’da yeniden politik belirsizlikler ve boşluklar ortaya çıkmıştı ve böylece Kürt milliyetçilerinin yeniden sahneye çıkması için büyük fırsatlar oluşmuştu.
Qasimlo’nun liderliğini yaptığı Kürdistan Demokrat Partisi bu yeni dönemin en etkili Kürt gücüydü. Ancak Kürtlere karşı mollaların yeni rejimi de şah rejiminden farklı değildi, hatta statükoyu çok daha sert biçimde sürdürmeye başladı. Nitekim bir yandan İran’da otoriteyi tesis etmekle uğraşan bir yandan da Irak ile 8 yıl sürecek savaşa başlayan mollalar, Kürtlere karşı fetva yayınlamaktan ve katliamlara başlamaktan geri durmamışlardı. Kürtlere ve elbette diğer bütün muhaliflere yönelik mollaların zulmü 45 yıldır aralıksız devam ediyor.
Abdurrahman Qasimlo, olası bir çözüm imkanı yaratabilmek için 1989’da Viyana’da İran devleti yetkilileriyle bir görüşmeye katılmıştı. Ancak İran her zamanki kalleşliğiyle masaya gelmiş ve görüşme esnasında Qasimlo ve yanındaki iki kişiyi öldürmüştü. Bu İran’ın ilk kez denediği bir tuzak değildi ve son da olmayacaktı. Nitekim 1992’de bu kez Qasimlo’nun yerine Kürdistan Demokrat Partisine liderlik yapan Sadık Şerefkendi Berlin’de benzer bir suikast sonucu öldürülmüştü. Bu cinayetler, devlet zulmü ve Kürtlerin yetersizliği vesaire derken, Kürtler bir kez daha fırsatları kaçırmış oldular.
Qasimlo ve Şerefkendi’den sonra Doğu Kürdistan’daki Kürt milliyetçiliği elbette yok olmadı, ama her geçen yıl politik etkinliği gittikçe azaldı. Günümüzde ise Doğu Kürdistan’da özellikle Jîna Amînî protestoları sırasında çok daha fazla görünür olmaya başlayan, hatta Jin Jiyan Azadî sloganını tüm dünyaya duyuran oldukça dinamik bir Kürt muhalefeti olduğu rahatlıkla görülebilir. Ama bu zindelik daha ziyade toplum nezdinde görülüyor. Jina Amini’nin katledilmesi sonrasında ortaya çıkan ve günümüze dek süren protestolar bunu gösteriyor. Bu protestoların dikkate değer bir özelliği herhangi bir politik yapının veya partinin öncülüğünde olmamasıdır. Kürt milliyetçiliği olabileceği kadar zinde ve fakat bunu organize edebilecek politik yapılar örneğin 1945 veya 1979’daki gibi etkili olabilecek pozisyonda görünmüyor.
Qazi Muhammed’in, Qasimlo’nun ve Şerefkendi’nin liderliğini yaptığı Kürdistan Demokrat Partisi ve başka pek çok parti uzun yıllardan beri Güney Kürdistan’da üslenmiş durumda. Jina Amini protestoları sonrasında İran Güney Kürdistan ve Irak üzerinde baskı kurunca bu partiler silahsızlandırıldı, mülteci kamplarına alındı ve Doğu Kürdistan ile İran’da politik dengelerin yeniden değişebilme ihtimalinin yüksek olduğu bir dönemde konumları bu. Ama elbette onların da olası bir değişime yönelik hazırlıkları olduğunu söylemek mümkün. Bununla birlikte 2000’den sonra kurulan, ideolojik olarak PKK’ye yakın duran, aynı dağlık bölgeleri ve hatta kampları paylaşan, Abdullah Öcalan’ı lider kabul eden Partiya Jiyana Azad a Kurdistan (PJAK) için durum biraz daha farklı. PJAK, dikkate alınması gereken bir silahlı güce sahip ve toplum nezdinde de bir karşılık bulmuş durumda. Jina Amini protestolarının sloganı olan ve tüm dünyaya yayılan Jin Jiyan Azadi sloganı PJAK ve onunla benzer ideolojiye sahip politik yapılara ait, yani PKK, PYD vesaire… Bu da Doğu Kürdistan’daki en yeni politik oluşum olmasına rağmen PJAK’ın görünürde diğer kadim partilerden daha etkili olduğunu gösteriyor. Üstelik PJAK, diğer partiler gibi silah bırakmadı ve mülteci koşullarına boyun eğmedi. Ancak zaman zaman İran ile silahlı çatışmalara girmişse de, PJAK genel itibarıyla bundan kaçınıyor, bir tür ateşkes pozisyonunu tercih ediyor. Bu durumda, Doğu Kürdistan’daki olası bir değişimde en fazla PJAK öne çıkarsa, bu şaşırtıcı olmayacaktır. Hatta benzer ideolojiye ve politik hata sahip PYD’nin Rojava’da elde ettiği konumu PJAK’ın Doğu Kürdistan’da elde etmesi mevcut durumda olası görünüyor, ama elbette KDP gibi kadim bir partinin toplum nezdindeki etkisi de gözardı edilemez.
Doğu Kürdistan’daki olası değişim ise, hem son birkaç yıldan beri büyük bedellere rağmen devam eden toplumsal muhalefetin hem de İran – İsrail savaşının bölgesel etkisiyle ilgilidir. Malum, İsrail’in Ekim 2023’ten sonra Hamas’a karşı başlattığı savaş, sonrasında Lübnan’daki Hizbullah’ı ve Suriye’de Esad rejiminin çöküşünü kapsayacak şekilde genişledi ve haliyle bu yapıları finanse eden, kollayan ve silahlandıran İran, savaşın kaçınılmaz tarafı haline geldi. Nitekim İsrail, Hamas ve Hizbullah’ı büyük oranda etkisizleştirip aradan çıkarınca, Esad da devrilince esas muhatabı İran ile de çatışmaya başladı. İsrail – İran savaşı şimdiye kadar kontrollü ve karşılıklı misilleme saldırılarıyla sürüyor, ancak buna rağmen bunun İran için epey yıpratıcı olduğu söylenebilir. Bu kontrollü savaşın nereye kadar süreceği ve olası büyük bir kapışmanın ne zaman olabileceği belirsiz. Ama bu gerilimin kolay kolay dinmeyeceği söylenebilir.
İran ve Doğu Kürdistan’daki olası bir değişimi konuşurken, Abdurrahman Qasimlo’nun iki röportajından bazı kesitleri belirli başlıklar altında paylaşmak isterim. Qasimlo’nun 1981 ve 1988’deki bu röportajlarında dile getirdiği görüşler, sadece söz konusu dönemi değil, Doğu Kürdistan’ın bugünkü vaziyetini de anlamamıza yardımcı olacağı kanaatindeyim.
‘İran’a Demokrasi, Kürdistan’a Otonomi’
Öncelikle Abdurrahman Qasimlo’nun ve liderliğini yaptığı partinin ne istediklerine bakalım. 1981 ve 1988’deki iki röportajında Qasimlo “İran’a Demokrasi, Kürdistan’a Otonomi” için mücadele ettiklerini söylüyordu. 1980’de yapılan seçimde Kürdistan halkının yüzde 80 oranında kendilerini seçtiğini ve haliyle taleplerini desteklediğini belirten Qasimlo, devamla 1981’deki röportajında taleplerini şöyle açıklıyordu:
“Bizim temel istemimiz İran için demokrasidir; siyasi özgürlüklerin tanınması, kişisel özgürlükler, basın özgürlüğü, inanç özgürlüğü, sendika ve toplantı özgürlüğü. Biz Kürdistan için de otonomi istiyoruz. Bizim istediğimiz otonomi biçiminin içeriği şunları kapsıyor;
1 – 4 Kürt vilayetinin otonom bir Kürdistan çerçevesinde birleştirilmesi.
2 – Fars dilinin bütün İran’da resmi dil olarak kullanılması gibi, Kürt dilinin de otonom Kürdistan’da resmi dil olarak tanınması.
3 – Kürdistan meclisinin ya da bütün Kürdistan şurasının seçimi. Bu meclis otonom bir hükümet kurmalı, bu hükümetin görevi içişleri düzenlemek ve yürütme yetkisine sahip olmalı. Dışişleri (diplomasi), ulusal savunma, sınırları koruma, gümrük, merkezi banka işlemleri gibi yetkiler merkezi hükümetin yönetim ve denetiminde olmalı.
4 – Kürdistan’daki jandarma, polis ve mücahit (pasdar) geri çekilmeli, iç güvenliği peşmergeler korumalı.”
Qasimlo’nun 1981 yılı itibarıyla İran’daki Kürt meselesinin çözümü için açıkladığı talepler somut olarak böyleydi. Bu noktada birkaç hususa dikkat çekmek lazım.
Doğrusu Qasimlo’nun açıkladığı talepler, özellikle de Kürdistan’a otonomi talebi, dönemin şartlarının bir gereği olmakla birlikte, sadece bununla ilgili de değildi. KDP’nin kurulduktan sonra Kasım 1945’te açıkladığı deklarasyona bakıldığında da benzer taleplerin olduğu görülebilir. Örneğin şu maddeler:
1 – İran’daki Kürt halkı, yerel sorunlarının çözümünde idari serbestliğe sahip olmalı ve kendi kendini yönetebilmeli; İran devleti sınırları içinde özerklik elde etmelidir.
2 – Kürt dili eğitimde kullanılmalı ve idari işlerde resmi dil olmalıdır.
3 – Kürdistan eyalet konseyi derhal anayasaya uygun olarak seçilmeli, devlet ve toplumla ilgili konuları denetlemeli ve araştırmalıdır.
4 – Tüm devlet yetkilileri yerel kökenli olmalıdır. (Jwaideh 2014:483-484; Ayrıca bkz. McDowall 2005:329)
Qazi Muhammed’in liderliğinde KDP bu talepleri açıkladıktan birkaç ay sonra Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etmişti. Ancak buna rağmen Qazi ve partisi Tahran’la tüm köprüleri atmamıştı; her fırsatta müzakerelere açık olduklarını da bildiriyorlardı. Örneğin Cumhuriyetin ilanından birkaç ay sonra Kürt meselesinin çözümü için İran hükümetine bir çağrı yapılmış ve çağrıda, “Attığımız bu adım, İran’a duyduğumuz sadakatin bir kanıtıdır. Umut ederiz ki Hükümet uzattığımız eli geri çevirmez.”
Haziran 1946’nın başında Fransız Basın Ajansına demek veren Qazi Muhammed de, “Şah tahttan indirildiğinden beri, gerçekte bağımsız” olduklarını belirtmekle birlikte, “Kürdistan sorunu tamamen bir iç meseledir” diyor ve bunun çözümü için şunları açıklıyordu:
“Eğer merkezi hükümet İran genelinde demokratik yasaları uygulamaya karar verir, Kürdistan’da şu anda yürürlükte olan Kürtlerin eğitimi, yerel idare ve ordunun özerkliği ile ilgili yasaları tanırsa Kürtler tatmin olacaktır.” (Jwaideh 2014:486)
Bu tür duyuru ve açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, dönemin konjonktürel şartları bağımsız bir cumhuriyetin ilanını mümkün kılmıştı ve elbette Qazi Muhammed ve arkadaşlarının hayali de buydu. Ancak kısa süreliğine gerçekleşen bu hayal, reel-politik gerçekler nedeniyle, İran’la varılabilecek olası bir antlaşma sonrasında gözden geçirilebilecek bir fiilî durumu da ifade ediyordu ve bu durumda daha “realist” bir çözüm modeli olarak otonomi elde tutuluyordu. Aslında 1990’lı yıllardaki Güney Kürdistan’ın ve günümüzdeki Rojava’nın yaşadıkları durumlarla benzerlik kurulabilir. Nitekim her iki Kürdistan bölgesi de fiilî olarak bağımsızdı; Rojava hala da öyle, Güney Kürdistan ise 2003’te Irak’la anlaştıktan sonra resmi federasyon statüsüne kavuştu.
İkinci bir husus da şu: Bugüne gelindiğinde Doğu Kürdistan’daki Kürtlerin hak ve özgürlüğü için mücadele eden neredeyse tüm örgütlerin Qasimlo’nun açıkladığı çerçevede taleplere sahip oldukları ileri sürülebilir. Örneğin PJAK, Qasimlo’ya benzer biçimde hem ideolojisini “demokratik sosyalizm” çerçevesinde kurguluyor hem de esas talebini “İran’a demokrasi, Kürdistan’a özerklik” şeklinde formüle ediyor. Epey etkisiz olan Qasimlo’nun partisi KDP de bugün aynı taleplerin arkasında duruyor.
Üçüncü bir hususa gelirsek… Qasimlo, demokrasiye ve daha ziyade reel sosyalizm eleştirisi çerçevesinde sahiplendiği radikal demokrasiye önem veriyordu. Mustafa Zengin’in gayet yerinde ifade ettiği gibi, Qasimlo’nun demokrasi ısrarı, politik planlarının gerçek anlamda hayat bulabilmesinin koşulu olarak ileri sürmesinden kaynaklanıyordu; ayrıyeten ideolojik olarak durduğu yeri de gösteriyordu.
“Kendisi, bu ısrarını iki nedene bağlamaktadır: Birincisi demokrasinin var olan tüm sosyal taleplerin karşılık bulmasında önemli bir role sahip olması; ikincisi de, Doğu Kürdistan için otonomi olarak talep ettikleri yönetim tarzının demokrasi ile mümkün olmasıdır. Zira ona göre, hem halkın kendini özgürce ifade etmesi hem de mevcut kurum ve örgütlenmelerin özgür bir şekilde politik mücadele yürütmeleri ancak ‘gerçek demokrasi’ ile mümkündür. … Gerçek bir demokratik rejim olmaksızın Kürd ulusal haklarının temin edilmesinin mümkün olmayacağını, Kürt ulusal hakları elde edilmediği müddetçe rejimin de kelimenin tam anlamıyla demokratik olamayacağını söylemektedir. Kürdistan adına politik-idari bir yapı olarak tanınacak olası bir otonominin, kalıcı ve güçlü bir demokrasinin olmayışı durumunda her daim yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olacağını; böyle bir otonominin devamlılığı ve dayanaklığının İran’da istikrarlı bir demokrasinin varlığı ile imkan bulacağını belirtmektedir.” (Zengin 2019)
Anlaşılacağı üzere, Qasimlo mevcut İran sınırları dahilinde otonom bir çözüm planlarken, bu çözümün gerçek anlamda hayat bulabilmesi ve kalıcı olabilmesi için ve tabi bu durumda Kürtlerle İran devletinin ilişkilerinin sağlam temellere oturtulabilmesi için demokrasiye kilit anlam yüklüyordu. Ancak bununla birlikte, Qasimlo mevcut durumda neyin ne kadar mümkün olabileceğini bilebilecek kadar da realistti. Bu yüzden 1988’deki röportajında şöyle diyordu:
“İran İslam Cumhuriyeti’nin mevcut çerçevesinde ne demokrasi, ne de otonomi gerçekleşebilir. Ama biz, İran rejimi ile görüşmeleri savaşın bir gereği olarak kabul ediyoruz. Bu bir gerekliliktir. Bu gereklilikten de yararlanmak istiyoruz. İran rejimi bizlerle görüşme talebinde bulunursa görüşürüz. Ama İran rejiminin felsefesi ne otonomiye ne de demokrasiye yol vermektedir. Ben kendim Humeyni ile konuştuğum zaman… İran devrim öncesi. Bana o zaman Humeyni, ‘demokrasi’ ve ‘otonomi’nin dışarıdan gelmiş kelimeler olduğunu söyledi. ‘Biz hepimiz islamız, kardeşiz’ dedi. Ama biz onların nasıl islam, nasıl kardeş olduklarını daha sonra gördük. Hem de bütün Kürdistan’ı kan içinde bırakarak. Şimdiye kadar halkımızdan 45 bin kişi İran tarafından katledilirken, 4.500 peşmergemiz de şehit olmuştur. Buna rağmen İran istediği hedefe ulaşamamıştır.”
Hakikaten de İran’daki molla rejimin, bütün diğer olası çözüm metotları bir yana, demokrasi konusunda bile büsbütün umutsuz vaka olduğu açıktır ve bugün de bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Daha en başta bunun farkında olan Abdurrahman Qasimlo, buna rağmen demokrasi ve otonomi taleplerinde ısrarcıydı. Her ne kadar savaşın gerekliliği olarak rejimle görüşme olasılığını geri çevirmeyen – sonuncu görüşme denemesi hayatına mal oldu – Qasimlo, mücadelesinin bir gereği olarak rejim değişikliğini mümkün görüyordu. Rejimin demokratikleşmesi umutsuz bir vaka olsa da, verdikleri mücadelenin sonucunda örneğin bir rejim değişikliğine yol açabileceklerine dair inancı da umut verici ve motive ediciydi.
Qasimlo’nun açıkladığı otonomi talebine dair dikkat çekmek istediğim bir diğer husus da şöyle: Politik olarak bu çözüm seçeneği partisinin programının gereğiydi ve fakat Qasimlo başka çözüm imkanlarının da farkındaydı. Bu yüzden Qasimlo, “Kürt meselesinin gerçek ve asıl içeriği olarak vurguladığı self-determinasyon hakkını gerçekleştirmenin üç biçiminden bahsetmektedir: Bağımsızlık, federalizm ve otonomi.” (Zengin 2019) Qasimlo’nun ve tabi ki partisinin bu üç seçenek içinde görece daha zayıf bir idari-politik konumu ifade eden otonomiyi esas almasının nedeni ise jeo-politik şartlardı. Qasimlo, 1988’deki röportajında bunu şöyle izah ediyordu:
“Esasen biz, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını savunuyoruz. Bu çeşitli formları kapsar. Bağımsız ve federasyon da bu formların içindedir. Bizim mücadelemiz bu formlardan otonomiyi kapsamaktadır. … Şunu demiyoruz; Kürtlerin bağımsızlığa hakkı yoktur! Hayır, vardır. Ama partimizin siyaseti otonomidir, bağımsızlık değil. …
“Zannederim ki, bu Kürdistan’ın jeo-politik konumundan ileri geliyor. Çünkü biz yalnız bir devlette yaşamıyoruz. Dört devletin arasında parça parça olmuşuz. Bu parçalanmışlık, güçlükler ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, yalnız Türkiye’de yaşasaydık, şimdiye kadar bağımsızlığımı almıştık. Kürt halkı Türkiye’de… Batı yardım etmiyor! Kürt halkı Suriye’de, Irak’ta… Sovyetler, sosyalist ülkeler yardım etmiyor! Suriye ile Irak’ın sosyalist ülkelerle iyi ilişkileri var. Sosyalist ülkeler, bundan dolayı, bu ülkelerle ilişkileri bozulmasın diye bizlere yardım yapmıyorlar. Aynı şey Arap devletleri için de geçerli. Arap devletleri çok zengin ve bütün dünya ile önemli ilişkiler içindeler. Dünya da bize karşı onları tercih ediyor. Ona göre biz bir handikap içindeyiz.
“Başka bir konu da şu; örneğin biz, Afganistan’daki gibi, Sovyetler Birliği’ne karşı savaşsaydık, ABD bize yardım yapardı. Veya biz, Nikaragua gibi, ABD aleyhine savaşsaydık bu kez Sovyetler Birliği bize yardım yapardı. Biz, ne Sovyetler Birliği aleyhine ne de ABD aleyhine savaştığımız için kimse bize yardım yapmıyor. Bu bizim jeo-politik durumumuzdan meydana geliyor. Kürt liderlerinin, Kürt hareketlerinin bu konuyu çok iyi tahlil etmeleri ve karar almaları gerekir. Yoksa büyük sloganlar atmak çok kolaydır. Ama o sloganları yerine getirmek başka bir şeydir.
“Her zaman için şu örneği veririm. Bundan yedi sene önce Oslo’ya gittiğimde bir Kürt öğrencisi beni kendi derneklerine davet etti. Bir slogan asmışlar, “Yaşasın Bağımsız, Birleşik, Sosyalist Kürdistan.” Sordular nasıl bir slogan diye? Çok güzel slogan dedim. “Öyleyse niçin sizin Partiniz bu sloganı kabul etmiyor?” dediler. Benim değerlendirmem ise şuydu: Şimdi, siz Oslo’da 12 kişi böyle bir sloganı atabilirsiniz. Bizim 12 bin peşmergemiz var. 12 bin peşmerge ile bu sloganı Orta-Doğu’da yerine getiremezsiniz. Ona göre, biz realist olmak zorundayız. Parça, parça olduğumuz bölge, petrol merkezidir ve stratejik bakımdan çok mühim bir alandır. Bunların hepsini dikkate aldıktan sonra, siyasetimizi ve sloganımızı belirlemek zorundayız.”
Qasimlo’nun neden bağımsızlık veya federasyon seçeneğini değil de, otonomiyi tercih ettiklerine dair izahı böyle ve doğrusu, bu “handikap” sadece Qasimlo ve partisine özgü değildir. Kürt Araştırmaları Dergisi için yazdığım “Osmanlı Zımnî Sözleşmesi” başlıklı yazıda epey detaylı ele aldığım üzere, Kürdistan’ın dört parçasındaki Kürt hareketlerinin neredeyse tamamının yola çıktıktan sonra bu jeo-politik veya reel-politik gerçeklerle bir şekilde yüzleşip daha “gerçekçi” çözüm arayışlarına yöneldikleri söylenebilir. Örneğin Barzani liderliğindeki KDP’nin ve Talabani liderliğindeki YNK’nin uzunca bir süre “Irak’a demokrasi, Kürdistan’a Federasyon”, PKK’nin hala “Türkiye’ye demokrasi, Kürdistan’a Özerklik”, hakeza PYD’nin hala “Suriye’ye demokrasi, Kürdistan’a Özerklik” sloganlarını esas almaları bu “realist” yaklaşımlarla ilgilidir. Genellikle gönüllerde ve hayallerde bağımsız Kürdistan yerini korurken, somut siyasette orta yol olarak ülke içi çözümlerin tercih edildiği görülüyor. Diğer bir ifadeyle, Kürt hareketlerinin hayalini “siyasal romantizmin”, tercihlerini ise “mantıksal siyasi itirazlar, fikirler ve çekincelerin” belirlediği ileri sürülebilir (Bruinessen 2014:11). Abdurrahman Qasimlo’nun ve hatta yolunda gittiği Qazi Muhammed’in durumunu tam olarak böyle izah etmek pekala mümkündür. Ancak günümüzde Ortadoğu’da siyasi dengelerin değişme olasılığı yeniden belirmiş durumda ve bu durum, gönüllerdeki bağımsızlığı mümkün kılabilir, belli olmaz…
Kürt Birliği Mümkün mü?
Neredeyse bütün Kürt partilerinin, milliyetçilerinin, siyasetçilerinin dilinden düşmeyen bir konu var: Milli birlik meselesi… Doğrusu, Ehmedê Xanî zamanından beri Kürtlerin en önemli problemi olarak bu hususun altı çizilmiş durumda ve güncel durumda hakikaten de bunun bir karşılığı vardır. Peki, Abdurrahman Qasimlo bu konu hakkında ne düşünüyordu?
1981’deki röportajında “diğer Kürdistan parçalarındaki Kürt halkının kurtuluş savaşının destekçisi” olduklarını, “fakat hiçbir şekilde onların içişlerine karışmak istemediklerini” vurgulayan Qasimlo, devamında şunları söylüyordu: “Şüphesiz istemimiz şudur ki diğer parçalarda yaşayan Kürt halkının ilerici bir cephe içinde siyasi bir birlik oluşturmalarıdır. Biz bunun için tüm zorunlu olan yardımı yapmaya hazırız.”
Qasimlo bunları söylerken, pratikte diğer Kürt örgütleriyle yaşadıkları ihtilafları göz ardı etmiyordu, bilakis buna dair sorulara yanıt verirken bu arzusunu dile getiriyordu. Hakikaten de diğer bütün Kürt örgüt ve partileri gibi Qasimlo’nun KDP’si de bazı Kürt parti ve örgütleriyle ihtilaflı olmuştu. Örneğin Qasimlo’nun partisi ile Doğu Kürdistan’daki rakibi Komela ve Güney Kürdistan’daki Barzani liderliğindeki KDP ile ölümlere yol açan çatışmalar yaşanmıştı. Elbette bu çatışmaların pek çok nedeni vardı, ama Qasimlo olası bir Kürt birliğini tarif ederken bunlardan ziyade yine jeo-politik gerekçelere başvuruyordu. Bundan hareketle 1988’deki röportajında örneğin Kürtlerin birliği konusunda şöyle bir çerçeve çiziyordu:
“Bütün Kürdistan’da tek bir cepheyi olanak dahilinde görmüyorum. Çünkü bütün parçalarda şartlar başka türlü. İstediğimiz şeyler de başka. Mesela biz İran’da otonomi isterken, Irak Kürtleri gerçek otonomi istemekteler. Türkiye’de Kürt halkının varlığı, dili, kültürü gündemde. Bunlardan dolayı ben, Kürdistanî Cephe’yi günün sorunu olarak görmüyorum. Gelecekte belki olur. Ama şimdi değil.
“Yurt dışında ise, durum daha değişiktir. Almanya, İsveç, Fransa gibi bazı ülkelerde işbirlikleri oluyor. Kürt hareketleri ve bizlere yardım eden uluslararası kuruluşların çalışmalarıyla iki hedef üzerinde işbirliği yapılabilir. Birincisi; Kürt halkının kendi kaderini tayin etme konusunda bütün Kürt örgütleri anlaşmaktadırlar. İkincisi; insan hakları konusunda olabilir. Bu iki hedefi gerçekleştirmek için bütün ülkelerde komiteler kurulup, ortak çalışmalar yapılabilir. Bu kurumlar arasında demokratik bir ilişki ve tolerans olması gerekir.”
“Dış Güçler” ve Kürtler
Bir diğer husus da şu: Kürdistan’ı işgal eden dört devlet, öteden beri Kürt örgüt ve partilerini dış güçlerle bağlantılı olduklarını ileri sürüyorlar. Elbette bu kara propagandanın pek çok amacı var ve biraz önce Qasimlo’dan aktardığım sözlerden de anlaşılabileceği üzere gerçekler bambaşkadır. Öbür yandan Kürt parti ve örgütleri de sık sık ihtilaflı oldukları rakiplerini “düşman” ile işbirliği yapmakla suçluyor. Buna Qasimlo’nun partisi de dahildir. Ancak Qasimlo’nun yaklaşımı dikkate değerdir, 1981’de şöyle diyordu:
“Bütün ulusal kurtuluş hareketleri dışardan yardım almak mecburiyetindedirler ve de alıyorlar. Örneğin, Filistinli dostlarımız birçok ülkeden, hatta çok gerici ülkelerden bile yardım alıyorlar. Suudi Arabistan’dan yardım alıyorlar. Bu meşru bir şeydir. İran devleti İsrail’den aldığı silah yardımını bize karşı savaşta kullanıyor. Biz de dışardan aldığımız yardımlarla kendimizi savunursak, bu meşrudur.
“Biz bu yardımları iki şartla kabul ediyoruz:
1 – Yardımlar siyasi şartlar taşımayacak, bağımlılık koşulu olmayacak. İstediğimiz an yardıma hayır diyebilelim. Bu yardım olmadan da kurtuluş savaşımızı sürdürebilelim ki bağımsızlığımızdan hiç taviz vermeden savaşı sürdürebilme gücümüz olsun.
2 – Alacağımız bu yardımlar diğer Kürdistan parçalarındaki Kürtlerin çıkarlarına karşı engel olmamalı, hatta diğer ülkelerdeki ilerici güçlerin çıkarlarına karşı olmamalıdır. Eğer bir gün gelir de bu şartlarımızı kabul eden bir devlet çıkar, bize yardım etmek isterse, bizim de bu yardıma evet dememiz en doğal hakkımızdır. Bugüne kadar hiçbir devlet bize, eylem ve uygulamada şartsız bir öneri getirmemiştir. Partimiz de hiçbir devletten yardım almamıştır.”
İran ve Anti-Emperyalizm
Son olarak İran’ın anti-emperyalist bir ülke olduğuna dair retoriğe, daha doğrusu zırvalığa dair Abdurrahman Qasimlo’nun sözlerini paylaşmak istiyorum. Malum, günümüzde İsrail ile yaşadığı çatışmalı durum dolayısıyla neredeyse tüm dinci / cihadist devlet ve oluşumlar İran’ı “direnişçi” ve “anti-emperyalist” bir cephe olarak görüyor. İbretlik olan ise, pek çok sol çevrenin de benzer görüşte olmasıdır. Kuşkusuz bütün bu benzemezleri İran’ın sözüm ona anti-emparyalistliğinde buluşturan başlıca neden, Yahudi düşmanlığı ve anti-semitizmdir. Oysa neredeyse her gün muhalifleri dar ağaçlarında sallandıran, hiçbir hak ve hukukun olmadığı, zulüm ve terör üretmekten başka marifeti olmayan İran’ın molla rejimini ilerici, anti-emperyalist ilan etmek aptallıktan öte bir anlam taşımaz. Ayrıyeten bu aptallık öyle bir şey ki, daha dün başına gelenlerden bile haberdar değil. Öyle olmasaydı şayet, mesela iktidara gelmeden hemen önce bol bol anti-emperyalizm, bağımsızlık, özgürlük gibi takiyyeci sözlerlece solcuları coşturan ve tam desteğini alan Humeyni’nin iktidar koltuğuna oturur oturmaz onlara ne yaptığını bilirlerdi. Adeta annelerinden emdikleri sütü burunlarından getirmişti, mesela TUDEH’in, Halkın Fedayilerinin vesairenin başına gelenler ibretliktir, ama günümüzde sırf İsrail nefreti yüzünden İran’ı ve cihadist Hamas’ı ayakta alkışlayanların bu ibretten ders çıkarmalarını beklemek, deveye hendek atlatmaktan bile zordur. Çok uzatmadan, 1981’de Qasimlo’ya da konuyla ilgili bir soru sorulmuştu. Mealen, bazı sol grupların Qasimlo ve partisini anti-emperyalist olan İran’a karşı savaştığı için suçladığı hatırlatılıyordu. Qasımlo’nun uzun yanıtından bir kesit şöyleydi ve bu yanıt bugün için de geçerlidir:
“Her şeyden evvel bilinmelidir ki, bu hükümet iki yıl içerisinde İran halkının devrim kazanımlarını ortadan kaldırdı. Bugün İran’da demokrasiden eser kalmamıştır. Yalnız açık bir parti vardır. Bu da Ayetullahların Cumhuriyetçi İslam partisidir. Bütün ilerici demokrat ve anti-emperyalist güçler yeniden zorunlu olarak gizliliğe, illegal çalışmaya yönelmişlerdir. … Bütün muhalefet gazeteleri yasaklanmıştır. Şah diktatörlüğü devrindeki var olan bazı kişisel özgürlükler bugün ortadan kaldırılmıştır. Müzik, sinema, tiyatro, alkol yasaklanmıştır. Kadınlar istedikleri gibi giyinemiyorlar. … Pahalılık, işsizlik ve enflasyon emekçilerin durumu, işçi ve köylülerin durumları gittikçe kötüleşiyor. Ne zaman işçiler haklarını almak için küçük çapta bir greve girdiklerinde ya da eylem koyduklarında, imamlar hemen onları Amerika emperyalizminin, komünizmin, siyonizmin ve Irak hükümetinin adamı olmakla itham ediyor, yöneticilerini yakalıyor. …
“Demokrasiyi tasfiye eden, anti-emperyalist güçleri ezmek ve ortadan kaldırmak isteyen, emekçilerin en doğal haklarını tanımayan bir yönetim ne biçim anti-emperyalist bir yönetimdir? Hangi akıl ve mantıka göre bu yönetim ilericidir? …
“Doğrusu bu rejim şii olmayan her şeye karşıdır. Komünizme karşıdır. Amerika ve Avrupaya karşıdır, demokrasiye karşıdır, sunni Müslümanlara karşıdır. Hatta ilerici şiilere (örneğin dindar mücahitlere) de karşıdır. Gerici imam ve Ayetullahlar 20. Yüzyılın İran’ına Şah Abbas çağındaki şii ideolojisini yerleştirmek istiyorlar.”
Podcast Yayınları
Qasimlo’ya Göre İran ve Doğu Kürdistan: https://www.youtube.com/watch?v=oRpl0y4bPKs
İran’ın Kürt Meselesi: https://www.youtube.com/watch?v=__E4mti7T3c
- Bedirxan, A. Qasimlo, M. Anter: https://www.youtube.com/watch?v=TNWdsenvVFA
Kaynakça
Abdurrahman Qasimlo ile röportaj: Armanc Yayınları, 10 Nisan 1981, Stockholm
Abdurrahman Qasimlo ile röportaj: KurdistanPress Dergisi, Sayı: 42, 9 Eylül 1988, Stockholm
David McDowall, Modern Kürt Tarihi, 2005, Doruk Yayınları, İstanbul
Nuri Fırat, “Osmanlı Zımni Sözleşmesi”. Kürd Araştırmaları Dergisi, 2021 https://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-97
Mustafa Zengin, Dr. Qasimlo: Post Marksizmin Kürt Yüzü, Kürt Araştırmaları Dergisi, 2019 https://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-39
Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, 2014, İletişim Yayınları, İstanbul