Seher vakti kapım çalındı. Hislerim yanıltmadı elbette. Yılların alışkanlığıyla tahmin ettim polis olduğunu. Çetin Altan derdi; “Bu ülkede seher vaktinde kapınız çalınıyorsa; sütçüdür sanmayın, büyük ihtimalle polistir…” Zilin sesiyle fırladım yataktan. Polis olduğu hissiyatıyla açtım kapıyı. Yanılmamıştım. Gelen polisti. “İfadeniz var, emniyete kadar geleceksin.” dediler. “Bir ifade için aceleniz nedir bu saatte? Çağırsaydınız zaten gelir, ifademi verirdim. Bugüne kadar her çağırdığınızda geldim ifade verdim.” dedim. “Biz sadece bize verilen görevi yapıyoruz.” diyerek alıp götürdüler beni.
Zırhlı bir araca bindirdiler. O kadar mühimmatın içine sıkıştırdılar dersem daha doğru olur.
Önce hastaneye götürdüler, devlet bizim sağlığımıza çok önem verdiği için hastaneye götürmeden gözaltına almıyor!
Karakola geldik. “Parmak izi falan alacağız.” dediler. Bulunduğum koridorda dikkatimi çeken bir kuyruk vardı. On kadın sıraya dizilmiş, bekliyor. İçlerinde 70 yaşında bir kadın daha var. Bir düşünce aldı beni benden: Bu nasıl bir operasyon. Bağlantı kurmaya çalışıyorum ama yok, olacak iş değil. Böyle ne kadar geçti tam hatırlamıyorum ama kapının açılma sesiyle kendime geldim. Önce Gazeteci arkadaşım Lokman Gezgin, sonra Arif Aslan’ı aldılar içeri. “Haydaaa… Gel de burdan yak!” dedim. Gazeteciler, yaşlı anneler… Neler oluyor, diye kendi kendime sorarken, polislerden biri kolumdan tuttu ve beni aşağı indirdi.
Asayiş Şube Müdürlüğünün kapısındayım. Nezaret kapısında prosedür tartışması oldu. Asayiş polisi, söz konusu operasyonun kendilerinin olmadığını, bu yüzden ordaki nezarethanede kalamayacağımı söylüyor, TEM polisi de “Aslında KOM’un operasyonu, bize havale etmişler.” falan diyordu. Ben de köşede durmuş; “TEM iyi değil, suç asayiş kapsamına girerse çıkarım.” diye geçiriyorum. “Haydi bastır KOM!” derken bir TEM polisi geldi, oraya iki tane yazı bıraktı. Nezarethane sorumlusu okudu, inceledi ve “tamam” dedikten sonra, ” Elime iki tane battaniye tutuşturup o demirlerin arkasına attı beni.”
Önce Lokman’ı getirdiler, sonra Arif’i. Yan yana dizilmiş, tekli nezarethanelere soktular. Ne olduğunu bilmiyorduk, operasyonun niye yapıldığını bilmiyorduk ve açıkçası siyasi konjoktürel durumun sonucu olabilir dışında bir fikrimiz de yoktu. Avukatlar gelince öğreniriz diye yatak niyetine verilmiş parklardan alışık olduğumuz bankların üzerine battaniyemizi serip uyumaya başladık.
Öğlene doğru avukatlar geldi. Avukat Cemal Demir ve Faruk Çağlar, dosyada gizlilik kararı olduğunu dolayısıyla dosyayı göremediklerini söyledi. Devlet, ne suç işlediğimizi avukatlarımıza bile söylemiyordu.
Gizlilik kararı falan olunca kafadaki soru işaretleri ve endişe de artıyor haliyle. Bir gece asayiş nezarethanesinde kaldıktan sonra bizi TEM nezarethanesine götürdüler.
Her öğünde ekmek arası birşey bırakıp gidiyorlar. Bir iki defa ısırdıktan sonra bırakıyorum. Yenilecek gibi değildi.
Burada dikkatimizi çeken ise her nezaret odasının karşısına asılan ‘sanık hakları formu’ oldu. Türkçe ve Arapça vardı ama Kürtçe form yoktu. Sürekli Kürtlerin getirildiği TEM nezarethanesinde Kürtçe sanık formu asılmamıştı. Kürde sanık hakları formunu bile fazla görmüşlerdi.
Kaldığımız her akşam darp raporu için hastaneye götürüldük. Ellerimiz kelepçeli, yerinden bile kalkmayan doktorların 10 metreden “Sıkıntı var mı?” sorusuna yanıt verdik. Acilde görev yapan doktora “Troid hapımın reçetesi olmadığı için polisler kullanmama izin vermiyor. Bana bir rapor verebilir misiniz?” dedim. Yüzüme bile bakmayan doktor; “Onlar benim işim değil, burada tedavi etmiyoruz, sadece darp raporu veriyoruz.” dedi. Bir kere daha söylediğimde polislere dönüp ” Memur bey tamamdır, götürebilirsiniz.” dedi ve nezarethaneye geri döndük.
Dönüş sırasında polisler birbirlerine Kral diye hitap ediyordu. FETO’cuların emniyette güçlü olduğu yıllarda ise birbirlerini hacı diye çağırırlardı. Hacı artık Kral olmuştu.
Perşembe günü emniyette ifademiz alındı. Benim para transferlerimi sordular. Kardeşime niye para gönderdiğimi sordular. ” Niye gönderdin, örgütsel bir bağ mı, yoksa ihtiyacı olduğu için mi?” diye sordular. Ben de kardeşimle örgütsel bir bağ olmadığını, sadece biyolojik bir bağ olduğunu ve bu yüzden ona para gönderdiğimi söyledim!
Lokman ve Arif’e de aynı şeyleri sormuşlar.
Yaptığımız habercilik karşılığında bize yurt dışından gelen para ‘Örgütsel finansman’ olarak suç dosyası haline getirilmişti. Polisler bu dosya için 1.5 yıldır çalıştıklarını söyledi.
Ertesi gün Savcılığa çıkarıldık ve oracıkta serbest bırakıldık.
Bir gözaltı daha böyle sona erdi, artık önümüzdeki gözaltılara bakacaz…