PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla toplanan PKK’nin 12. Kongresi sonrası Rûdaw’a açıklamalarda bulunan Kongra-Gel Eş Başkanı Remzi Kartal, kongrenin Kürt sorunu başta olmak üzere bölgesel demokratikleşme açısından bir dönüm noktası olduğunu söyledi.
Kartal, Öcalan’ın telekonferans yolu ile katıldığı kongreye ilişkin, “Şimdi Sayın Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda bir ‘Fesih Kongresi’ yapıldı. Bu sadece PKK’nin değil, bütün bölgenin kaderini etkileyebilecek bir süreci başlatıyor. Yeni örgütlenme modeli ve siyasal çerçevenin nasıl olacağı ise önümüzdeki günlerde şekillenecek” dedi.
Kartal, kongre kararlarının henüz kamuoyuna açıklanmadığını ancak tek taraflı ateşkesin çağrıdan sonra hayata geçirildiğini belirterek, “Kongre, Sayın Öcalan’ın demokratik siyaset perspektifine bir cevaptır. Şimdi bu sürecin devamı için gerekli olan şey, devletin de siyasi ve hukuki zemini oluşturmasıdır” ifadelerini kullandı.
“Başkan Apo’nun özgür koşullarda siyaset yürütmesi bu sürece olan güveni artırır” diyen Kartal, en büyük beklentilerinin Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü olduğunu belirtti.
Kartal, sürecin halka anlatılması konusunda bir sorun yaşanmadığını, halkın Abdullah Öcalan’ın çağrısına güçlü bir şekilde sahip çıktığını vurguladı. “Devletin adım atacağına güvenerek değil, demokrasi ve barış güçlerine güvenerek yürüyoruz” diyen Kartal, Türkiye’nin artık inkâr ve imha politikalarını sürdüremeyeceğini ifade etti.
Avrupa’da yaşayan siyasetçilerin Türkiye’ye dönüp dönmeyeceği sorusuna da yanıt veren Kartal, “Siyasetin nerede yapıldığı değil, halkla ne kadar iç içe olunduğu önemlidir. Elbette temel arzumuz ülkemize, halkımıza dönmektir” diye konuştu.
Kongra-Gel Eş Başkanı Remzi Kartal, Rûdaw TV’den Ömer Sönmez’in sorularını yanıtladı:
Ömer Sönmez: PKK’nin 12. Kongresi’nin yapıldığı ilan edildi. Fesih kararı ya da kongre karar sonuçları bekleniyor. Öncelikle siz, Kongra-Gel Eş Başkanı olarak bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? PKK’nin kongresini toplaması süreçte hangi aşamayı ifade ediyor?
Remzi Kartal: Bu, yalnızca PKK ile ilgili değil, genel olarak Kürt sorununu ve tüm bölgeyi ilgilendiren ve etkileyecek olan yeni bir süreçtir. PKK, yaklaşık 50 yıllık mücadele süreci boyunca süreci etkileyen, belirleyen bir hareket olarak rol oynadı. Şimdi PKK Lideri Sayın Öcalan’ın çağrısı üzerine ‘Fesih Kongresi’ ile yeni bir süreç başlıyor. Geçmişte “Kürt sorunu yoktur, Türkiye’de terör sorunu var” deniliyordu, yoğun baskı politikaları uygulanıyordu. Ancak şimdi bölgede yeni bir tablo ortaya çıkmış durumda. Türkiye’nin iç dinamikleri ve Ortadoğu’daki dış gelişmeler bu yeni süreci beraberinde getirdi.
Son 10 yılda çok yoğun, topyekûn bir savaş konsepti uygulandı. Sonuç alınmak istendi ama bu gerçekleşmedi. Başkan Apo’nun siyasal ve demokratik bir sürece yönelik çağrısıyla yeni bir aşamaya geçildi. PKK, bu çağrıya cevap vermek üzere kongresini topladı. Bu çok önemli bir gelişme. Çağrı sonrasında zaten tek taraflı ateşkes kararı alınmıştı. Şimdi kongreyle yeni bir süreç başladı. Kongre kararları basına açıklandığında hep birlikte göreceğiz. Çağrıya verilen destek sürecek.
Yeni sürecin siyasal çalışma modu ve araçları belli. Bu dönemde herhalde Başkan Apo’nun belirleyeceği bir çerçeve olacak. Yeni örgütlenme modeli şekillenecek. Bu süreç sadece Türkiye’deki demokratikleşme açısından değil, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm bölge ülkelerinde demokratik gelişmeleri etkileyebilecek bir süreçtir. Hem Kürt-Türk ilişkilerine hem de Kürtler arası ilişkilere demokratikleşme yönünde pozitif etki yapacaktır.
27 Şubat öncesinde Öcalan’ın mektupları Avrupa’daki Kongra-Gel, KCDK-E ve KNK’ye ulaştırılmıştı. Kongra-Gel Eş Başkanı olarak PKK kongresine katılabildiniz mi?
Hayır, katılamadım. Böyle bir imkan olmadı. Basına verilen bilgiler çerçevesinde, kongrenin iki ayrı yerde paralel olarak yapıldığı ifade edildi.
Kongre sürecinden sonra ilk adım olarak devletten, hükümetten somut beklentileriniz nelerdir?
27 Şubat Deklarasyonu kamuoyuna açıklandığında da ifade edilmişti. Merhum Sırrı Süreyya Önder, basın toplantısında, Öcalan’ın “Perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” notunu aktarmıştı. Yani karşı tarafın, siyasi ve hukuki koşulları oluşturması gerekiyor denilmişti.
Tüm bu görüşmeler, mesaj alışverişi ve prosedür, devletle yapılan bir müzakere sürecinin sonucudur. Dolayısıyla bu sürecin devam etmesi için devletin, sürecin siyasi ve hukuki zeminini oluşturmak adına konuyu Parlamento’ya taşıması gerekmektedir. Zaten Başkan Apo, tüm siyasi parti başkanlarına ve Parlamento Başkanı’na mektuplar göndermişti. Amaç, sürecin hukuki boyutunun parlamenter zeminde devam etmesiydi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı bir karar var. Avrupa Konseyi’nin taleplerine rağmen Türkiye 14 yıldır bir “umut hakkını” uygulamıyor. Oysa bu basit yasal düzenlemelerle çözülebilir. Başkan Apo’nun özgür koşullarda çalışması, bu sürece güven duyulması açısından çok önemli bir etkendir. Bu yöndeki adımlar kamuoyuna güven verir. Bizim hareket olarak en büyük beklentimiz Sayın Öcalan’ın özgür olmasıdır.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, bu sürecin bir “devlet politikası” olduğunu ifade etti. Sizce devletin bu sürece yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette devletin yaklaşımı açısından eleştirilecek yönler var. Ama biz sürecin gelişmesi için herkesin dil ve üslup açısından sorumluluk sahibi olması gerektiğini düşünüyoruz. Sırrı Süreyya Önder’in tarzının esas alınması gerektiğini söylüyoruz; bunu biz de kendimiz için esas alıyoruz.
Devlet ve hükümet ayrı olgulardır. Geçmiş süreçlerde de devlet ve hükümetin zaman zaman farklı düşündüğünü, farklı davrandığını gördük. Umuyoruz ki iktidarı ve muhalefetiyle birlikte bu fırsat iyi değerlendirilir.
Özellikle hükümete yakın medyanın dili çok kötü. Kürt sorununun çözümünde kendisini sorumlu görmeyen, kamuoyunu olumlu etkilemeyen bir medya var. Oysa barış ve çözüm odaklı bir hava yaratılmalı. Bu eksikliktir. Medyanın dili doğrudan hükümetin siyasi tutumuyla bağlantılı. Umuyoruz ki bu fırsat Türkiye açısından heba edilmesin. Kürt sorununu çözen ve demokratikleşen bir Türkiye, bölgede ciddi bir açılım ve gelişim yaratabilir.
Bahsettiğiniz ikircikli tavır ve atılamayan adımlar, Kürt halkında kuşkuya yol açıyor. Bu yeni süreci halka nasıl anlatacaksınız?
Bu konuda bir sorun yok. 27 Şubat Deklarasyonu’ndan bugüne kadar halkın içindeyiz. Her alanda halkın Başkan Apo’nun iradesine, kararına ve beklentilerine sahip çıktığını görüyoruz. Halkta bir şüphe yok. Sorun, devletin yaklaşımında. Bunu da halkımıza açıkça anlatıyoruz.
Bu yeni süreçte de sigorta biziz, devlet değil. Devletin şu adımı atar diye değil, kendimize, topluma, demokrasi ve barış güçlerine güvenerek ilerliyoruz.
Türkiye, artık ne içte ne dışta Kürt sorununda inkâr ve imha politikalarını sürdüremez. Demokrasiyi geliştirme ve barışı sağlama yönünde uygun koşullar mevcut. Bu da bizim elimizi güçlendiriyor. Burada kastettiğim demokrasi güçleridir. Halkı ikna etme konusunda sıkıntı yok. Soru şu: Daha çok insana nasıl ulaşabiliriz? Daha fazla insanı barış ve demokrasi zemininde nasıl buluşturabiliriz? Yoğunlaştığımız yer burası.
Siz de sürgünde yaşayan önemli Kürt siyasetçilerden birisiniz. Bu sürecin sonunda en çok merak edilen konulardan biri de, sürgündeki siyasetçilerin Türkiye’ye dönüp dönemeyeceği. Bu sürecin devamında sizi Türkiye’de siyaset sahnesinde görebilecek miyiz?
Siyasetin nerede yapıldığı önemli değil. Şu anda Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi zaten siyasetin özüdür. Toplumla iç içeyseniz, onunla birlikte çalışıyorsanız, nerede olursanız olun siyasetin içindesiniz. Artık Kürt halkının yaşamı siyasetin ta kendisi olmuştur.
Elbette Türkiye’de demokratikleşme, değişim ve dönüşüm hedefleniyor. En büyük arzumuz da Türkiye’ye, halkımıza, yaşadığımız topraklara dönmek ve halkımızla buluşmaktır.