Uluslararası Demokrasi Raporlama (DRI) Direktörü Michael Meyer-Resende, “Kusurlu bir seçim, bir at yarışı değil” başlıklı analizinde Türkiye’deki seçimlerle ilgili dikkat çekici saptamalara yer verdi.
Meyer-Resende, Verfassungsblog adlı hukuk portalında yayımlanan analizinde, Türkiye’de muhalefetin karşı karşıya bulunduğu “açmazı” ve seçimlerin meşruiyetini gölgeleyen nedenleri mercek altına aldı.
Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanması ve Türk siyasetinde artık yeni bir sayfa açılması yönünde yüksek beklentiler olduğuna, hatta “büyük değişime” tanıklık etmek için dünyanın dört bir yanından gazetecilerin Türkiye’ye gittiğine işaret eden Meyer-Resende, “Ama yeni bir sayfa açılamayacak” öngörüsünü paylaştı.
Hukukçu Michael Meyer-Resende, ikinci tur seçimlerden Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın galip çıkamasının beklendiğine dikkat çekerek, “Hatta gücünü tazelemiş ve demokratik meşruiyet görüntüsüyle yoluna devam edecek” ifadelerine yer verdi.
Rekabetçi otoriter yönetimlerde seçimler
Siyaset bilimcilerin Türkiye’yi “rekabetçi otoriter devlet” olarak nitelendirdiklerini hatırlatan DRI Direktörü Meyer-Resende, bu tür rejimlerin özelliklerini, “Lider ve partisi, doğrudan ya da dolaylı olarak, devletin tüm gücünü ve çoğu zaman yolsuzluk yoluyla ekonominin büyük bir bölümünü, kontrol eder. Ama aynı zamanda, rekabetçi seçimler de yapılır” ifadeleriyle tanımladı.
Geçmişte Rusya ve Venezüela’nın da rekabetçi otoriter rejimler olarak tanımlandığını ama artık bu ülkelerin muhalefetin seçim kazanması mümkün olmayan otoriter rejimlere dönüştüklerini anlatan hukukçu, Belarus’un da rekabetçi rejimlerin nasıl hızlıca baskıcı diktatörlüklere dönüştüğüne örnek teşkil ettiğini vurguladı. Meyer-Resende, “Lukaşenko’nun 2020’deki devlet başkanlığı seçimlerini kaybettiği yönünde oluşan yaygın kanaat üzerine kitlesel protestolar başlamış, rejim bunları güç kullanarak bastırmıştı. Protestoları bastırmak için güvenlik güçlerinin kullanılması bir diktatör için her yedekte tuttukları bir seçenektir” ifadelerine yer verdi.
AKP siyasi rekabete “meşruiyet” için mi alan tanıyor?
Meyer-Resende analizinde Türkiye’de de muhalefete “aşırı baskının” mevcut olduğuna, ancak AKP hükümetinin aynı zamanda siyasi rekabete de alan tanıdığına işaret etti.
Bu sayede muhalefetin seçim kampanyası yürütebildiğini, halkta değişim umudunu yeşertebildiğini ve bunun da seçimleri ilginç bir hale getirdiğini belirten hukukçu, “Muhalefet bunu yaparken aynı zamanda otoriter lider için çok değerli bir şey sağlar: Meşruiyet. Çünkü bu liderler rekabetçi seçimlerde seçimi kazanırsa, gerçek bir desteğe sahip olmuş sayılır ve herhangi bir muhalif sesi bastırmak için de sadece kaba kuvvete bel bağlamak zorunda kalmaz” görüşünü kaydetti.
Yaratılan algı gerçekleri gölgeliyor mu?
14 Mayıs seçimlerinden sonra uluslararası basında yer alan haberlerin de Erdoğan’ın meşruiyet arayışına paha biçilmez bir katkı sağladığının altını çizen DRI Direktörü Meyer- Resende, haberlerde Erdoğan’a “müthiş bir kampanyacı” olarak yer verildiğine, AKP’nin hala “gerçek ve geniş tabanlı desteğe sahip” bir parti olarak gösterildiğine dikkat çekti. Yine haberlerde muhalefetin “hayal kırıklığı yaratacak kadar zayıf” olarak nitelendirildiğine, “Alevi olan ve Türklerin güvenmediği bir dini azınlığa mensup Kemal Kılıçdaroğlu yanlış bir adaydı” yorumlarının yer aldığına işaret eden Meyer-Resende, şunları kaydetti:
“Sanki sonuçları önceden belirlenmemiş, normal seçimlerin yapılmakta olduğu izlenimi yaratılıyor. Yansıtılan bu resim, muhalefetin yenilgiye uğratılması için gerekli koşulların on yıldan uzun bir süredir hazırlanmakta olduğu gerçeğini gölgede bırakıyor.”
Muhalefetin açmazı
Bununla birlikte rekabetçi otoriter rejimlerde muhalefetin sürekli adil olmayan koşullarda yarışıyor olmaktan şikayet edemeyeceğinin altını çizen hukukçu, muhalefetin değişim için momentum yaratmak zorunda olduğunu, seçimleri kazanmanın mümkün olduğuna inanmayan bir muhalefetin seçmeni de ikna edemeyeceğini, seçimleri boykot etme çağrılarının yükseleceğini aktardı.
Bunun muhalefeti, “bir at yarışının yol açtığı heyecanın benzerini yaşatma” çabasına soktuğunu kaydeden Meyer-Resende, muhalefetin sürüklendiği açmazı şöyle tanımladı:
“Muhalefet için açmaz seçimlerden sonra da sürüyor. Muhalefet sadece adil olmayan koşullardan şikayet edecek olursa, kötü bir kaybeden gibi görülür. Kazanacaklarından çok emin göründüyseler de o zaman süreç gerçekten ne kadar adaletsizdi sorusu sorulur. Bu, muhalefetin sadece kaybedebileceği ve rejim için de bir kazan-kazan senaryosu sağlayan bir açmazdır.”
Muhalefet için bu açmazı yok saymanın çok zor olduğunu anlatan hukukçu, gazeteciler, uzmanlar ve diğer ülke yetkililerinin Türkiye’deki seçimlerin adil olmayan koşullarda yapıldığına vurgu yapmalarının büyük önem taşıdığını kaydetti.
AGİT’e “cesaret” eleştirisi
Analizinde, “Yarışın heyecanına kapılmayın, yarışın düz, engebesiz bir arazide yapılmadığına odaklanın” mesajına vurgu yapan Meyer-Resende, AGİT’in 14 Mayıs seçimlerine ilişkin gözlemleri hakkında yaptığı açıklamada yer verilen eleştirileri hatırlattı.
Bu açıklamada Erdoğan ve iktidar partilerinin taraflı medya yayınları dahil olmak üzere haksız avantajlardan yararlandıkları saptamasının yer aldığını ve YSK’nın şeffaf olmadığı, demokratik seçimlerin yürütülmesi için gerekli yasal zeminin tam olarak karşılanmadığı gibi çok sayıda eksikliklerin sıralandığına dikkat çeken Meyer-Resende, “Ama ne yazık ki geçmişte daha cesur gözlemci misyonlarının yaptığı gibi, tek mantıklı sonuç olan, seçimin AGİT’in demokratik seçim yükümlülüklerini yerine getirmediği ve güvenilirlikten yoksun olduğu sonucuna varmaktan kaçınılmaktadır” eleştirisinde bulundu.
Hukukçu Meyer-Resende, ayrıca “en umut verici aday” olarak nitelendirdiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hakkındaki mahkumiyet kararı nedeniyle aday gösterilemediğini anımsattı, Türkiye seçimleriyle ilgili değerlendirme yaparken, muhalefetin seçimleri kazanmasını neredeyse imkansız hale getiren hamlelerin gözardı edilemeyeceğini vurguladı.
“Toplumsal meşruiyet devşirilmesine izin vermemeliyiz”
Benzer gelişmelerin geçen sene Macaristan seçimlerinde de yaşandığını, bu seçimlerin kusurlu seçimlerden ziyade bir at yarışı olarak resmedildiğini aktaran DRI Direktörü Meyer- Resende, “AB’de Macar hükümetine tamamen meşru bir hükümet muamelesi yapılmakta ve endişe kaynağı olarak hukukun üstünlüğüne odaklanılmakta, sanki demokrasi AB’nin eşit ağırlıkta olan bir kurucu değeri değilmiş gibi” sitemini kaydetti.
Hukukçu, Türkiye seçimlerine ilişkin analizini şu ifadelerle tamamladı:
“Bu gibi durumların çoğunda boykot bir seçenek değildir. Muhalefet partileri seçime katılmaya devam etmelidir, çünkü bu umudu canlı tutmaları için sahip oldukları tek fırsat. Bazen, 2019 İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi galip çıkabiliyorlar. Ama otoriter hükümetlerin bu tür kusurlu seçimlerden toplumsal meşruiyet devşirmelerine izin vermemeliyiz. Yarışın sonunda atlar arasındaki mesafe ne olursa olsun, kusurlu koşullara odaklanmaya devam etmeliyiz.”
/Kaynak: DW Türkçe/