Sayın Abdullah Öcalan ile Türk devleti arasında İmralı Adası’nda 2013 yılında başlayan, ancak büyük bir yıkımla sona eren “Barış Süreci”nin üzerinden 12 yıl geçti. Bugün yeniden bir barış süreci tartışmaları gündemde ve ilk heyet İmralı’ya gitmiş durumda. Ancak, bir önceki süreç Kürt halkında büyük umutlar yeşertmişken, bugün temelleri atılan yeni süreç, umut yerine daha çok tedirginlik yaratıyor.
Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yaşıt olan Türkiye devleti ile Kürtler arasındaki çatışma, ilk isyan olan Koçgiri İsyanı’ndan (1921) bu yana yüz binlerce insanın ölümüne, Kürdistan’da sayısız köy, kasaba ve şehrin yıkımına yol açtı. Bu çatışmada binlerce Kürt öncüsü ve direnişçi mezarsız bırakıldı. Böylesine acımasız bir savaşın ortasında, bu savaşın “onurlu bir barışa” dönüşmesi mümkün mü? Savaşın kurbanları ve tanıkları olarak savaşı çok iyi biliyoruz; peki ya barış nedir?
“Savaş ve Barış”, yalnızca Tolstoy’un tarihsel bir anlatısı değil, aynı zamanda insan ruhunun savaş ve barış arasındaki derin ikilemini keşfetmeye çalışan bir felsefi başyapıttır. Napolyon’un 1812’de Rusya’yı işgalini ve bu savaşın etkilerini ele alan roman, savaşın yıkıcılığını ve barışın kırılgan dengesini bireylerin ve toplumların yaşamları üzerinden gözler önüne serer. Kürtlerle Türkler arasındaki yüz yıllık çatışmayı anlamak için bu roman güçlü bir metafor sunar.
Tarih de bize, örneğin Kadeş Muharebesi ve ardından gelen Kadeş Antlaşması gibi örneklerle, savaş ve barış arasındaki karmaşık ilişkinin ne kadar eskiye dayandığını hatırlatır. Hitit Kralı III. Hattuşili ile Mısır Firavunu II. Ramses arasında yapılan bu antlaşma, savaşın yıkıcılığına rağmen barışın mümkün olduğunu gösteren tarihi bir dönüm noktasıdır. “Ebedi Antlaşma” olarak tarihe geçen bu uzlaşı, yalnızca bir barışı değil, aynı zamanda erdemin kutlanışını temsil eder. Ve bugün o taşlara nakşedilen “Ebedi Antlaşma” sayesinde ‘Kadeş Muharebes’inden haberdarız.
Bugün Kürt-Türk çatışması bağlamında bu tarihsel örnekler, barışa giden yolda liderlik, vizyon ve fedakârlığın gerekliliğini açıkça göstermektedir. Bu tarihsel ipuçlarını günümüze taşıyan tek lider de barış için “onurlu” bir zemin öneren Abdullah Öcalan’dır.
Tolstoy’un eserinde olduğu gibi, barış kolay değildir. Savaşın yıkıcı düzeninden çıkmak, belirsizliklere göğüs germek ve geçmişin yükünü aşmak cesaret ister. Abdullah Öcalan’ın yıllardır dile getirdiği barış çağrıları, bu cesaretin somut bir yansımasıdır.
İlk Barış Süreci’nde, 2013 Nevruz’unda Diyarbakır’da okunan mektubunda Öcalan, barışı “onurlu” kılmanın şartlarını dile getirirken yalnızca silahların susmasını değil, yeni bir ortak yaşam düzeninin inşasını öneriyordu. Tıpkı Kadeş Antlaşması’nda olduğu gibi, Öcalan’ın vizyonu da çatışmayı bitirmenin ötesine geçip kabul edilebilir bir Kürt-Türk kardeşliğinin oluşması için Kürt-Türk eşitliği ve karşılıklı kabulü esas alıyordu.
Fakat Türk devleti, Kürt-Türk çatışmasında iki taraf mevcutken, barış sürecinde eksik kalan taraf olarak öne çıkıyor. Türk tarafı, Kürt’e karşı barışı bir imha aracı olarak kullanmayı bırakabilmiş değil. Bu son barış adımları da Rojava’daki Kürt kazanımlarını barış yoluyla ortadan kaldırmayı hedefliyor gibi görünüyor. Türk devletinin böyle bir amacı ortadayken buna ne kadar “Barış” denilebilir?
Tarih, barışı inşa etmenin savaştan çok daha büyük bir cesaret gerektirdiğini öğretir. Öcalan’ın mücadelesi, savaştan değil, barıştan yana bir iradenin sembolüdür. Bu, Troya Savaşı’nda Priamos’un, Hector’un cesedini almak için Achilles’in çadırına gitmesindeki türden bir cesarettir. Savaş meydanında değil, barış masasında kazanılan bir zafer arayışıdır. Barış, bir şeylerden vazgeçmek anlamına gelir; ancak Türk devleti, hiçbir fedakârlıktan taviz vermeden ve savaşta kazanamadığını barış yoluyla kazanmaya çalışmaktadır.
Öcalan’ın liderliği, savaşın döngüsünü kırmak ve barışı mümkün kılmak adına bir dönüm noktasıdır. Ancak Türk devleti, “onurlu barış” erdemine sahip midir? Kürtler açısından yanıtlanması gereken en kritik soru budur. Kalıcı bir barış mı, yoksa barış adı altında bir teslimiyet mi öneriliyor?
Kürtler ve Türkler arasında gerçek bir barışın sağlanması, yalnızca geçmiş düşmanlıkların değil, savaşın getirdiği stratejik rahatlıkların da terk edilmesini gerektirir. Abdullah Öcalan’ın barış vizyonu, Kürt-Türk çatışmasında bu “ebedi barışı” mümkün kılabilecek en önemli son rehberdir. Onurlu barış, yalnızca bir anlaşma değil, yeni bir toplumsal düzenin müjdesidir; kardeş halklar değil, eşit halklar temelinde.
Bugün, Ortadoğu’nun çalkantılı döneminde bütün dengeler Kürtlerin lehine gelişirken, Kürtler Türk devletinin samimiyetini sorgulamak zorundadır. Eşit olmayan taraflar arasında onurlu bir barış inşa etmek son derece zordur. Haklı bir savaşın, haksız bir barışa dönüşmesine ise barış demek mümkün değildir. Tarih de bunu böyle yazacaktır.