Bir doktorun bekleme salonunda tanışmıştı İnci ile genç kadın. Bakışlarını genç kadınının üzerinden hiç ayırmadan, ”Erzincanlı mısın?” diye sormuş ve genç kadından, ”hayır, değilim” cevabını almıştı.
-Kanım kaynadı da…
-Adım İnci benim, İnci…
Erzincan kurak , denizi olmayan bir şehir. İnci adı hangi okyanusun? Hangi denizin? Bağrında yaşamış hangi istiridyenin karnından çıkmış da İnci’ye ad olmuş bilinmez…
İnci’nin üzerinde koyu pembe uzun bir pardüso var, kumaşı yünden, taa eskilerden kalma. Kara kuru, zayıf üflesen uçuverecek…Bütün kadınlar güzeldir deyimi, İnci’ye hiç uğramamış bile. Çoğu beyazlaşmış saçlarını bir don lastiğiyle arkadan bağlamış, iki küçük siyah inciyi andıran gözleri, ince çizgili dudakları ve iri kemerli bir burnu var.
Konuşurken hep yere bakıyor, döküleni toplar gibi..
Doktorda işi bitmiş İnci’nin ama kadını bekliyor. Beraber yürüyorlar. İki küçük çocuğu var genç kadının, küçüğü daha yeni emekliyor.
İnci’nin kanı çok kaynamış genç kadına. Aynı Bremen’de evli olan kızı kadar yakın hissediyor, kanı o kadar kaynamış.
Yol boyu yürürken bir manav çıkıyor önlerine; manavda özenle dizilmiş Akdeniz meyveleri ve sebzeleri var. İnci en çok üzümleri elliyor, üzüm salkımlarını kaldırıp bakıp indiriyor, sonra bir kadifeyi okşar gibi okşuyor üzümleri. Üzümler siyah, üzümler beyaz, sulu cam gibi parlıyor…İnci dakikalarca üzümlere bakıyor…
-Paran yoksa alayım diyiyor genç kadın?
-Yok diyiyor İnci, çok pahallı.
Inci üzüm salkımlarına gözlerini bırakarak, uzaklaşıyorlar manavdan. Yol boyu İnci hep üzümden konuşuyor:
“Erzincan’da üzüm bağları vardı babamın, öküz gözü, ternevi, kız memesi üzümleri… Düşmn gibi buda üzümün dallarını , sonra sağ dost gibi..koruk yap, pekmez, pestil, kurut güneşte kışın hoşabını yap. Bir de şarap yap en iyisinden. Üzüm bağlarımız ne çoktu. Kimse çalmasın diye bekçi tutardı babam, yağması mı var biri el uzatsın çifte’yi yerdi valla, ah o bağlar , o üzüm bağları..Öldü babam sonra bölüştük kardeşlerle ben de aldım payımı..”
İnci genç kadının evine kadar, üzüm bağlarıyla yürüyor. Sonra koyu pembe pardösüsüyle bir şarap gibi sarılarak ayrılıyor.
Genç kadının kocası, bir dönercide çalışıyor, kadın da çocuklarını alıp ev temizliklerine gidip yuvasına katkıda bulunuyor. İnci her öğlen kadında. Dörtlü bisküvi paketlerinden her defasında bir bölümünü çocukların ellerine hediye diye tutuşturuyor. İnci o kadar varlıklı ki 70′ li yıllarda zaten orta köylü, bir sınıf olarak kocasıyla Almanya’ya geliyor..
Bir dönem fabrikada işçi olarak çalışıyorlar. Türkiye’de epeyce bir yatırım yapıyorlar. Dükkanları arsa ve kat kat apartmanları var. Bir de bulundukları büyük şehirde ilk Türk süpermarketini açıp işletiyorlar. Burada da evler ve dükkanlar alıyorlar…
Kocası onca malın tadını çıkaramadan ölü vermiş. Bir kızı olmuş İnci’nin başka da çocuğu olmamış. Onu da Erzincan’ dan getirttiği bacısının oğluyla evlendirmiş.
” Malımı ite köpeğe yedirir miyim” diyor. İnci
İnci, öyle bir cimri, öyle bir var yemez ki, gözler görmemiş. Bir öğlen bir sepet üzüm alıyor genç kadın, siyah, beyaz üzümler. Yıkayıp sunuyor İnci’ye…
İnci üzümleri tek tek, okşuyor bir sevgiliyi okşar gibi, tek tek özenle dudaklarıyla öper gibi, sindire sindire, sevişe sevişe tüketiyor üzümleri..Ahh babamın üzüm bağları..
İnci , her öğlen yemeği genç kadında dörtlü bisküvi paketiyle. Kadın da acıyor ya, gelmese üzülür de..
Birgün çaya davet ediyor genç kadını… Daha hiç kimseleri etmemiş…
Eski bir ev, ilk oturdukları evi satın almış. Eşyalar eski, bir zamanlar dükkan işletirken satılamayan mallar bir köşeye paket paket yığılmış, zamanı geçmiş elbiseler, çanak çömlekler..Yitirilmiş bir zamanın ardından bakar gibi, eşyalar…
Bir köşede durunca herkesten daha çok yaşayacak eşyalar.
Bir de kitaplar ilişiyor genç kadının gözüne, 12 Eylül sonrası , Almanya’daki siyasi mülteci akımı için, kitaplar. Sol ve Oda yayınlarından, hani şu uğruna işkencede canını veren İlhan Erdost’un yayınevinin kitapları..
Genç kadın doğru dürüst okuma yazması olmayan İnci’den ilk defa bir şey istiyor…O onlarca kitabı…
İnci verir mi? İnci ,tuvalete bile gitmiyor ki acıkmasın. İnci cimri, beter cimri bir kadın. Genç kadın üzülüyor, tüm bedenini o kitaplara bırakıp ayrılıyor İnci’nin evinden. Inci bir değeri keşfetmiş gibi, akasından bağırıyor kadının.” Onlar çok pahalı , paran yetmez senin…”
Bir, iki, üç..Gün sayıyor genç kadın…Dördüncü gün dört bisküvi ile geliyor İnci… Kadın koşup marketten üzüm alıyor, İnci’nin en sevdiği şeyi.
Kitapları al, fakat şartlarım var ..Beni Bremen’e kızıma götüreceksin, bir de 500 Euro vereceksin..Tamam diyor genç kadın..Kitaplar genç kadına gelene kadar .Kadın İnci’nin elinde mendil… Gel buraya, götür şuraya, balık yap, et kızart, salata, bir de üzüm…Bir de üzüm ki vazgeçilmezi..
Genç kadın da günün birinde o kasabadan ayrılıp başka büyük bir şehire taşındı, daha iyi bir yaşam , daha iyi iş koşulları adına. İnci de vedalaşmaya gelmişti.
Genç kadının arkasından gözlerinde üzüm taneleri dökerek.. “Hayat kısa ve ölüm her yaş için İnci, canına bu kadar zalim olma” dedi.
İnci koyu pembe renkli pardösüsüyle uzaktan bir şişe şarabı andırıyordu..