Suna Arev: Wagner’in penceresi

Yazarlar

Kölner sokağı ile Koblenzer sokağının kucaklaştığı köşede, birbirine yapışık üç büyük blok yükselir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan askerleri ve ailelerinin barınması için inşa edilmiş, sağlam, dayanıklı, 84 metrekare ve dört odalı evler…

Şimdilerde bu bloklarda daha çok göçmenler oturuyor. Ölen ya da huzurevlerine yerleştirilen Almanlardan sonra, hemen çocuklu bir göçmen ailenin yerleştirildiği gettolaştırılmış bu semtte, bir kaç Almanın dışındaki herkes göçmendir.

Bayan Wagner, bizim binanın 6’ıncı katında oturuyor. 84 yaşındaki zayıf ve kısa bu kadının sönmüş bir balon gibi pörsümüş yüzünde kanalı andıran derin çizgiler var. Saçları seyrek ve bir avuç gri tozu andırıyor. Konuşunca ağzındaki takma dişleri yere düşecek sanırsınız.

 Wagner öyle yalnız, öyle yalnız ki özel ihtiyaçları dışında, ya posta kutusunun yanında ya da pencere pervazında dirseklelerine dayanmış bir halde, dışarıdan gelip geçenleri seyrederek zaman geçiriyor.

 Pencere kenarına yerleştirdiği minderiyle bir bütün gibidir bayan Wagner.

 Biri çöpleri karışık mı attı, ya da kazara, araba parkından ufak bir sürtünme, çizilme sesi mi geldi, ne olduysa artık; Wagner, kalın gözlüklerinin arkasından olan biteni hemen görür. Çöpünü atan, arabasına binen ya da duraktan eve doğru yürüyen biri, mutlaka bir kere bile olsa Wagner’in penceresine, illaki  bakar. 

Özellikle çöp konusunda öyle hassas ki, çöpü karışık atana ya da rast gele yere çöp atana hemen seslenir:

“Heyy burası Almanya!!!”

 İnsanoğlu, toprağı mülk edindikten bu yana, her şey kirlendi, kirlendi ve yok oldu. Koskoca dünya her canlıya dar ve yetemez oldu. En kötüsü insan duygularını yitirdi. En sıcak ilişkiler bile sadece yeni yıl kutlamaları için bir telefona bırakıldı. İnsanlar ya cenazelerde ya da düğünlerde görüşür oldu. Her şey ama her şey kirletildi.

Bayan Wagner, 4 yıl önce 30 yıllık hayat arkadaşını kaybetti. Ölüm haberi binanın girişine asılmıştı. İki çocuğu var Wagner’in; biri Peter, 60 yaşında akli dengesi yerinde değil, sürekli annesinin dediklerini tekrar eder. Geçen kış bir sosyal kuruma verildi. Bir de kızı var Wagner’in, buraya 7 kilometre uzakta oturuyor, ben 15 yıldır bu binada oturuyorum, gelip gittiğini hiç görmedim.

 Bazen posta kutusunun yanında belirir Wagner, onunla karşılaşmak zulme döner. Havadan sudan konuşur, bütün zamanınızı alır. Yalnız ve acılı gözlerle ağzınızdan dökülecek kelimelere asılır. Bazen kırmak istemezsiniz fakat çalışıyor veya çocukluysanız, zamanınız yok denecek kadar azdır. Özür dileyerek ayrılır Wagner… titreyerek iki büklüm asansöre yönelir.

Dışarıda pırıl pırıl bir hava. Şubat, mart ile sevişiyor, yakında toprak çiçeklerini ve yeşilin en güzelini doğuracak. Bahar yeni umutların kapısı gibi aydınlık.

 Hayret!! Bir kaç gündür iş çıkışı bakıyorum da bayan Wagner penceresinde yok.

Binada hafif, ekşi bir koku var. Hindistanlı komşuların baharatlı yemeklerine yoruyorum.

 Akşam ikinci işten dönerken Wagner’in pencerelerinde yanan ışıkları görüyorum. Binadaki koku ağırlaşıyor. Birileri yiyecek çöpünü atmayı unutmuş olmalı. 

Dış kapıyı açık tutmalı.

Sabah saat 5’te merdivenleri koşarak inmeli.

Koku…

Dayanılır gibi değil…

Sabahın seheri kuşlar ötüyor, eyy bahar sen ne güzelsin…

 Wagner’in ışıkları hep yanık. Yan komşusu Angola da,  Wagner’in evinden televizyon sesinin geldiğini söylüyor.

Sabah işe giderken nefesimizi tutarak kendimizi dışarı atıyoruz. Koku dayanılmaz.

Küçük kızım, bugün kusarak eve girdiğini söylüyor. Bütün bina sakinlerinin zili çalınmış. Bir tek Wagner açmamış.

Böyle ağır, böyle kötü bir koku…

Tüm binayı sarmış…

Bugün günlerden cuma, yağmur bekleniyormuş. İş çıkışı toprakta bir azot kokusu var. Bahar koşar adım geliyor.

Duraktan inip, on metre sola dönünce bloklar hemen karşınıza çıkıyor. Kapının önünde 5-6 polis arabası, itfaiye, bir de ambulans var. Çocuklar okulda yine de koşarak eve doğru yöneliyorum.

 Bayan Wagner’in yola bakan iki penceresi de sonuna kadar açılmış.

“İçeride ölmüş” “Ölmüş de kokmuş” diye homurtular geliyor. Dışarıda azot kokusu, yağmur inceden çiseliyor. Yağmur ağlar gibi ince ve ılık dökülüyor.

Kalabalık biraz daha çoğalıyor. Bugünün bütün zamanı Wagner’in ölmüş bedenine feda ediliyor…

Biraz sonra yeşil fermuarlı bir branda  içinde Wagner’in cesedi ambulansa yükleniyor. Yağmur biraz daha hızlanıyor ve kalabalık yavaş yavaş kayboluyor.

Kapitalizm kötü, bir labirent gibi her şeyi yutuyor, yuttukça yok oluyoruz. Yanıbaşımızda bir insanın ölüp kokmasının camdan seyircisi oluyoruz.

Bayan Wagner, kaç gündür ölü? Bilen yok. Bir insan kaç günde kokar, söyleyen yok? O 84 metrekarelik evin duvarlarları hangi acının, handi sonsuz yalnızlığın şahitliğini yapar?

Bir çırpıda geçen günler, Wagner’in kaç bin saatinin çığlığını haykırır? Bilemiyoruz…

Her yer Wagner’lerle dolu ama her yer…

Bir hafta sonra Wagner’in eşyaları yol kenarına atıldı. Kızı işe yarar ne varsa bir kamyonete yükleyip götürmüş. Wagner’in yola bakan iki penceresinin kanatları sonuna kadar açık. 

Oradan sanki elleriyle, binadaki bütün kapalı pencerelerin yakasından tutmuş, tutmuş da haykırıyor:

“Merhametsizleeeer!!!”

 Yoldan gelip geçenler, atılmış eşyalara bakıyor, işe yarar hiçbir  şey yok.

Eski, kırık dökük, ölmüş gibi eşyalar. Bir tablo var, kırık dökük. Günebakan çiçekleri yağlı boyadan…

 Bir tarla dolusu günebakan çiçeği, önde bir çiçeğin boynu bükük. Garip, tıpkı Wagner  gibi…

İlginizi Çekebilir

Sami Certel: Divane
Veysel Keser: ‘Kuşlar da bizi terk etmeden’ 

Öne Çıkanlar