Temel Demirer: Hukus(suzluk) ‘Adalet’ Mi (dir)

Yazarlar

 “Devlet, kendi şiddetine ‘hukuk’

bireyinkine ise ‘suç’ adını verir.”[1]

“Hukuk mu?” sorusuna verilen mutad yanıt, “Haec sunt praecepta iuris: Honeste vivere, neminem laedere, suum cuique tribuere.” Yani “Hukukun emirleri şunlardır: Şerefli yaşamak, kimseye zarar vermemek, herkese kendisinin olanı vermek”tir![2] 

Ancak Jack London’ın, “Bütün bu kitaplar bana ne öğretir, bilir misiniz? Yasa başka şey, hak, adalet başka şey,” vurgusu eşliğinde bu “yanıt”ın “es” geçtiği; George Bernard Shaw’ın, “Bir başkanın yurttaşını öldürmesine idam, bir yurttaşın başkanını öldürmesine suikast diyoruz”; Bertolt Brecht’in, “Yasa tek bir amaç için yapılmıştır. Onu anlamayanların veya çıplak sefalet yüzünden ona uymaktan alıkonulanların sömürülmesi için”; Friedrich Schiller’in, “Dünyayı haksızlık yönetiyor, adalet yalnız sahnede var”; Anatole France’ın, “Hukuk, o görkemli eşitçiliğiyle; köprü altında yatmayı, dilenmeyi ve ekmek çalmayı yoksula da zengine de yasaklar”; Eduardo Galeano’nun, “Adalet de tıpkı yılanlar gibi, yalnızca çıplak ayaklıları ısırıyor,”[3] satırlarıyla ifade ettikleri hakikâttir…

Örneğin “Burjuva hukuku, sömürülenler dâhil herkes tarafından tanınan yerleşik bir fiili olgudur. Artık ne bilmek hakkına ne de egemenlik hakkına gerekçe aramak söz konusu değildir. Sadece ve düpedüz yerleşik iktidarı organize etmek ve bu organizasyondan ve koruduğu sömürüden, kâr oranlarının düşme eğilimine karşı mücadelenin çarelerini çıkarmak söz konusudur”[4] ki,[5] bu da Thomas More’un, yüzyıllar önceki saptamasını doğrular:[6]

“Emin olun, hastalıkları tedavi etmedikçe, hırsızlığın önünü almak için uyguladığınız adaletle övünmenizin bir anlamı yok.”[7] “Toplum her insana eşit bir güven sağlamadığı sürece bir insanı para çaldığı için öldürmek doğru değildir.”[8]

* * * * *

O hâlde konuyla bağıntısı bağlamında girizgâhta altını çizdiklerimize ilişkin olarak, “adalet” kavramı üzerine konuşalım.

Öncelikle “adalet”, “adaletsizlik”i kabullenen bir kavramdır; ve “adaletsizlik” yok edildiğinde “adalet”e de ihtiyaç kalmayacaktır.

Siz bakmayın Solon’un, “Adaleti ödül beklemeden yerine getir”; Hz. İsa’nın, “Sadece dindar olmak yetmez, adil olmak da gerekir”; Hz. Muhammed’in, “Bir saatlik adalet, yetmiş yıllık nafile ibadetin yerini tutar”; Maurice Maeterlinck’in, “Adalet akıldan doğar, ama iyilik bilgelikten gelir”; Sigmund Freud’ün, “Medeniyetin ilk şartı adalettir”; Ömer Hayyam’ın, “Adalet evrenin vicdanıdır”; Sadi Şirazi’nin, “Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış insanın susuzluğunu gidermeye yetmez”; Platon’un, “Adalet ve ilim, bütün faziletlerin prensibidir.” “Adalet, insanın kendi üzerine düşeni yapmasıdır”; Euripides’in, “Adalet, karanlıkta bile görebilir”; Anatole France’ın, “Adalet ancak hakikâtten, saadet de ancak adaletten doğabilir”; Blaise Pascal’ın, “Güçten yoksun adalet düşkündür; adaletten yoksun güç ise zorba.” “Adalet ve kuvvet bir araya getirilmeli; öyle ki, adil olan kuvvetli, kuvvetli olan da adil olabilsin,” biçimindeki genellemelere…

Sınıflı sömürücü yaşam böylesi genellemelerle açıklanması mümkün ol(a)mayacak kadar somuttur.

Aurelius Augustinus’un, “Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?” betimlemesiyle maruf sınıflı sömürücü yapılarda adalet, ezilenler indinde her zaman rötar yapan bir trene benzer.

Michel de Montaigne’nın, “Adaletin olmadığı yerde ahlâk da yoktur,”[9] saptamasının müthiş bir değer arz ettiği böylesi yapılarda adaletsizliği yıkmadan adaletten söz edilemez.

Kaldı ki toplumsal ölçekte ezilenler için adaletin ölçüsü yasalar değil, gerçekler ve vicdandır. Çünkü ne kadar yüksekte olursa olsun, yasalar insan(lık)dan yüksekte değildir ve olmamalıdır da.

Albert Camus’nün, “Adalet olmadan düzen olmaz,” ilkesinden hareketle, adaletin olmadığı yapılarda, beşeri manada değer verecek hiçbir şey kalmaz; Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’in, “Suç, beraberinde adaleti ve yasaları getirdi; adalet ise, giyotini…”[10] tarifindeki üzere…

Adaletsizliğin yasalarına boyun eğenler, ezilmeye, değersizleşmeye, kötü muameleye maruz kalmaya göz yumanlardır; oysa çözüm, “Adaletsizlik nihayete erdirilsin, isterse kıyamet kopsun!” tutumudur.

Adaletsizliği onun kurbanları olmadan ortadan kaldırmak imkânsızken; o ya nihayete erdirilir, ya da bu durumun yaratacağı felâket hiçbir şekilde düzeltilemez.

Özetle: Kapitalizm koşullarında “Adalet, bir imkânsızlık deneyimidir; imkânsızlığın deneyimidir,” Jacques Derrida’nın altını çizdiği üzere…

* * * * *

“İyi de yasalar/hukuk” mu?

Evet, “Kanunlar adalet için vardır. Doğru olanın yanında olmakla övünür. Ama kim bilir kaç kanun, adaletsizlik için kullanılmıştır!”;[11] hem de “Nullum crimen sine lege/ Kanun yoksa suç da yoktur; kanunsuz suç olmaz” ve “Nulla poena sine lege/ Kanunsuz ceza olmaz; kanun yoksa ceza da yoktur,” ilkeleri çiğnenerek…

“Kanunlar daima egemenliğin verdiği kibri kırmalıdır,”[12] uyarısına rağmen; yasalar, büyük sineklerin geçtiği ve küçüklerinin yakalandığı örümcek ağlarından başka bir şey ol(a)mamıştır. Çünkü nihayetinde kanunları yapan da, uygulayan da, çiğneyen de egemenlerdir…

Pyotr Kropotkin’in, “Hukukun insan saygısına dair bir iddiası yoktur. Uygarlaştırıcı bir misyonu yoktur; tek amacı sömürüyü korumaktır.” “Yasalar adalet duygusunu geliştirmemiştir, onu mahvetmiştir”; Ursula Le Guin’in, “Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun”; Emma Goldman’ın, “Yarım düzine yumurta çaldığım için hapishaneye kapatıldım. Milyonları soyan bakanlar onurlandırılıyorlar”; Charles Dickens’in, “Yasanın insana işkence etmesi ağır bir ceza bence”; Anatole France’ın, “Ah kardeş, kanunları gördünüz ya! Bir milletin temsilcileri bir baskıcının çatısı altında oturmamalılar!”; François de la Rochefoucauld’un, “Çoğu insandaki adalet aşkı, kendisinin haksızlığa uğrayabileceği korkusundan bir şey değildir”; Hannah Arendt’in, “Yasalar insanı bir zerrecik olsun daha adil hâle getirmedi. Hatta yasalara duyulan saygı nedeniyle, iyi niyetli insanlar bile her gün adaletsizliğin aleti oluyor.” “Haksız yasalar vardır. Onlara memnuniyetle itaat mi edelim, yoksa değiştirme çabasına mı girelim?” ifadelerindeki üzere…

Hayır! Ferdinand II’a maledilen, “Kral olmasına kralım, bunda kuşku yok ama, her aklıma geleni de yapamam ya…” sözleri kocaman bir yalandan başka bir şey değildir; tıpkı Ulpianus’un, “Hukukun buyrukları şunlardır: Dürüst yaşamak, başkasına zarara uğratmamak, herkesin hakkını vermek,” sözleri gibi…

Hukuk(suzluk), sınıflı sömürücü iktidarın egemenlik/ soygun araçlarındandır; ve malum üzere “Olağanüstü hâlin hukuk için taşıdığı anlam mucizenin ilahiyat için taşıdığı anlama benzer ve egemen olağanüstü hâle karar veren”dir.[13] Bu nedenledir ki, “Mevcut hukuk, kendisine meydan okuyanlar üzerinde şiddet uygulayarak kendini yeniden onaylar. Ama tam da bu şiddettir ki hukuktaki çürümüş bir şeyleri açığa çıkarır,” der Walter Benjamin!

* * * * *

“İnsan onuru, hukukun koruduğu en yüce değerlerden biridir. Kişi özgürlüğü, insan onurunun ayrılmaz parçasıdır,”[14] gibi aslı olmayan şeyleri bir kenara bırakarak ilerlersek, meselenin şu olduğunu da görebiliriz:

“Hukukun dilsel kökeni ‘lex’tir (‘legere’; yorumlamak). Peki hukuku kim yorumlayabilir? Ve kim yaratabilir?”[15] Elbette egemen sınıf; bu da demektir ki egemeni ve yorumlayanı olmayan “genel” bir hukuk yoktur; çünkü, “Hukukun formalizmi, ancak hukukun kendisinde zorunlu olarak bulunmayan tanımlanmış içeriklere uygulandığı ölçüde anlamlıdır. Bu içerikler üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin etkileridir.”[16]

Modern devlet, güç kullanma tekelini elinde tutan otorite olarak, hukuk, siyaset, sosyoloji ve psikoloji başta olmak üzere tüm bilim dallarının yardımı ile bireylerin ve tüm toplumun yaşamını belirleyen ve yöneten bir siyasal model olmuştur. Michel Foucault da bu hâli, “Tahakkümü garantileyen en önemli birliktelik, bilgi/ iktidar birlikteliğidir,” biçiminde tanımlar. Devlet otoritesi ya da bunu elinde tutan siyasal iktidar, her şeye nüfuz eder. Bunu güç kullanmanın tüm araçlarına dayanarak yapar. 

Michel Foucault bu durumu, “İktidar sadece bireylere müdahaleyi değil aynı zamanda kendilerine ilişkin kurallar koymak suretiyle müdahale yetkisini meşrulaştırır. Bu yeni meşrulaştırma biçiminde iktidar, hak ve adalet kavramları arasında belirlenen yapılanmada devletin de kurallar ile sınırlanmış olduğu bir ilişkiden söz edilir,” diye betimler.

Bunun sonucunda iktidar “yasal cezalandırma mekanizmalarının yalnızca ihlâllere değil, aynı zamanda bireylere de müdahale etmelerini meşrulaştırmak, yalnızca bireylerin değil kendilerinin ne olduklarına ve ne olacaklarına, ne olabileceklerine de müdahale etmelerini meşrulaştırmak” olanağına kavuşur. Bu bir tahakküm modelidir. Bu modelde toplumsal talep, hakikât ve rıza üretilir; Hannah Arendt’in, “Hakikât söylemleri olmadan iktidar işletilemez,” ifadesindeki üzere…

“Burjuva hukuk(suzluğ)u” işte tam da bunun için vardır. Ve en önemlisi de, kapitalist hukuk(suzluk) adalet bekleyen ezilenlere Sisyphos’a verilen cezayı kesilmiştir. Yani onlar o en ağır kayayı yüklenip Sisypos kadar bile yukarı taşıyamadan, sürekli olumsuz müdahalelerle düşürüp, yeniden yüklenip yola çıkanlardır. 

Özetle kapitalizmde adalet bir imkânsızlıktır; Aristoteles’in, “Nikomakhos’a Ahlâk” başlıklı yapıtında adaleti; “erdemin bir bölümü değil, bütünü”, karşıtı olan adaletsizliği de “kötülüğün bir bölümü değil, bütünü” şeklinde tanımladığı antagonistik zıtlıkta…[17]

Bunların böyle olduğunun canlı kanıtı coğrafyamızdır; eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yargıcı Rıza Türmen, “Hukuk, muhalifleri cezalandırma aracı oldu” derken,[18] Salim Şen, “Hukukun bittiği yer”[19] gerçeğini hatırlatıp; Yücel Sayman ise “Hukuktan kopup despotizmin zirvesine ilerleyen serüven”e[20] dikkat çekiyor.

“Düşman ceza hukuku”na[21] yaslanan uygulamalarla maruf coğrafyamızda üretilen “milli yargı” söylemine dair Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz’ değerlendirmeleri de şöyle:

“İktidarın milli yargı söylemi yaşadığımız birçok olaydan da gördüğümüz üzere hukukun herkese eşit uygulanmayacağının meşrulaştırılması anlamına gelebilir. Rejim kendine tehdit gördüğü her şeyi ufalamaya çalışıyor. Yargının önüne getirilecek ‘milli’ kelimesini ise hukuku, yapmaya niyetlendikleri yeni anayasayı kendi gelecekleri için tasarlarken buna kılıf olarak kullanıyorlar. Ancak bunun anlamı bir anlamda otoriterleşmeyi sürdüren rejimin faşizan bir yargı kanunu çabası.”[22]

* * * * *

Toparlarsak: Sınıflı sömürücü toplumların hukuk(suzluk) gerçeği estetize edilmiş yalan(lar)la paketlenemez…

Hukukun temel ilkelerinden biri ‘Adalet Tanrıçası Themis’in gözleri bağlı olması ve hukukçuların giydiği cübbenin düğmesi ve cebi olmamasıdır… derler! İnanalım mı?

“Hukuk, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar bütünüdür. Ahlâk ise insanın doğuştan sahip olduğu veya sonradan kazandığı bir takım tutum ve davranışların tümü olarak tanımlanır. Hukukla ahlâk arasında ilişki insanla kurulur. Hukuk toplumsal bir kurumdur. Hukukçular, hukuk ile ahlâkın birbirinden ayrılamayacağını savunurlar,”[23] diyorlar! Ciddiye alalım mı? 

“Hukukun temel işlevlerinden biri ve belki de en önemlisi adaleti dağıtmaktır.”[24]

“Hukuk, yaşam güvencesidir… Siyasal amaçların aracı asla değildir.”[25]

“Hukuk, toplumsal ve kişisel yaşam düzeninin bilimsel güvencesidir.”[26]

“Adalet yaşam aydınlığı ve güvencesidir, önünde bulut olmaz.”[27]

“Adalet yaşam güneşidir. İnsan varlığının en sağlıklı güvencesi adalettir.”[28]

“Hak ve hukukun kaynağı ve dayanağı olan adalet, özgürlük ve esenliğin güvencesidir. Yaşamı aydınlık ve düzen içinde tutan anlayış ve güçtür.”[29] 

“Uygar toplumlarda insan ilişkileri başta olmak üzere toplumsal düzeni sağlayan yaptırımları içeren kurallar hukuk düzenlemeleridir… Bu düzeni sağlayan bilim dalı hukuktur. İnsanlık için en etkin yaptırım odağı olan hukuk, toplumsal yaşamın kan damarıdır.”[30]

“Yargı için yansızlık, duyarlık ve güven en yaşamsal koşullardır.”[31]

“Yargı görevinin tartışılmaz özelliği, adalet kavramının benzersiz ve eşsiz değerini yaşama geçirmek işleminden gelmektedir. Yargı, vicdan terazisinin en duyarlı olduğu görev alanıdır,”[32] diyebilenler uzayda mı yaşıyorlar?

“Hukuk diye helvadan put yapmışsınız, acıkınca yiyorsunuz,” diyen Selçuk Kozağaçlı ne kadar haklı, değil mi?

 N O T L A R

[*] Kaldıraç Dergisi, No:281, Aralık 2024…

[1] Max Stirner.

[2] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, 2004.

[3] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Çitlembik Yay., 2004

[4] Louis Althusser, Felsefede Marksist Olmak, çev: İsmet Birkan, Can Yay., 2018, s.120.

[5] Geçmişte DGM ve Tariş direnişlerini yaşayan, 12 Mart’ların, 12 Eylül’lerin içinden süzülüp gelen bizim kuşağımızla, bugünkü kuşakların deneyimlerini ortaklaştırmasının yararlı olacağına inanıyoruz.

Demokrasi mücadelesi için önemli derslerle dolu olan DGM direnişini, kısaca anımsayalım ve anımsatalım. 1970’li yıllarda, dünyadaki gelişmelere koşut olarak hızla örgütlenen ve giderek güçlenen emek hareketi, DİSK’i nicelik ve nitelik olarak çok etkin bir konuma getirmişti. Bundan rahatsızlık duyan dönemin siyasal iktidarı, hem emek hareketini ve hem de toplumsal muhalefeti sindirebilmek amacıyla, olağanüstü mahkemeler olan DGM’leri gündeme getirdi.

İşte işçiler, emekçiler, yurtseverler, bu antidemokratik mahkemelerin yasalaşmasına karşı çıktılar. Toplumsal muhalefetin ve halkın geniş kesiminin desteğini alan DİSK, bütün ülkede direnişe geçti. 16 Eylül’de başlayıp 20 Eylül’e kadar süren direniş başarıyla sonuçlandı. DGM yasası engellendi. (Mehmet Şakir Örs, “DGM’ler ve Demokrasi Mücadelesi”, “Cumhuriyet, 17 Eylül 2015, s.18.) 

[6] “Utopialıların başka uluslarda en çok ayıpladıkları şeylerden biri, sayısız hukuk kitabının ve yorumların bile yetmeyişidir. Bir insanın, ya okuyamayacağı kadar çok, ya da anlayamayacağı kadar karmaşık ve karanlık yasalarla bağlanmasını, hak ve adalete aykırı bulurlar. Herkesin kendi davasını savunmasını, avukatın söyleyeceklerini doğrudan doğruya yargıca söylenmesini daha doğru bulurlar.” (Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.78.) “Orada hiçbir yargıç insana tepeden bakmaz, insanda korku uyandırmaz.” (Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.78.)

[7] Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.70.

[8] Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.35

[9] Michel de Montaigne, Denemeler, çev: Sabahattin Eyüboğlu, Cem Yayınevi, 1984.

[10] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Gülünç Bir Adamın Düşü, Çev: Hazal Yalın, Helikopter Yay., 2016.

[11] Shiro Hamao, Şeytanın Çırağı, çev: Nilay Çalşimşek, İthaki, 2021.

[12] Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, çev: Berna Günen, İş Bankası Kültür Yay., 2017.

[13] Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, çev: A. Emre Zeybekoğlu, Dost Yay., 2010.

[14] Enver Kumbasar, “Yargının Çığlığı ve İnsan Onuru”, Cumhuriyet, 2 Aralık 2023, s.2.

[15] Javier Sáez, “Hukuk”… https://www.hukukkritik.com/projects/hukuk

[16] Nina Power, “Althusser: Hukuk, Polis ve Özne”… https://www.hukukkritik.com/projects/althusser%3A-hukuk%2C-polis-ve-%C3%B6zne

[17] Aristoteles, Nikomakhos’a Ahlâk, çev: Furkan Akderin, Say Yay., 2014.

[18] Zehra Özdilek, “İfade Özgürlüğü Vurgusu”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2021, s.5.

[19] Salim Şen, “Anayasal Hukuk Devleti mi? Otoriter Şahıs Devleti mi?”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2021, s.2.

[20] Yücel Sayman, “Terörle Mücadele Yasası ve Hukuk”, Evrensel, 4 Nisan 2021, s.4.

[21] Alman Hukukçu Prof. Dr. Günther Jacobs tarafından tanımlanan düşman ceza hukuku, ülke vatandaşları ile ülke vatandaşı olmayan, düşman kabul edilen teröristlere ve muhaliflere karşı farklı uygulanan bir ceza hukuku ve yargılama sistemidir. Düşman ceza hukukunda, masumiyet karinesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, savunma hakkı, tabii hâkim ilkesi, yargı bağımsızlığı, kanıtların yasallığı, silahların eşitliği, orantılılık ilkesi gibi ilkeler yok sayılır.

[22] “… ‘Milli’ Yargıda Halka Adalet Yok”, Birgün, 7 Eylül 2024, s.7.

[23] Erol Türk, “Hukuk ve Ahlâk İlişkisi”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2022, s.2.

[24] Ali Yılmaz Gürkan, “Hukuk Ne İçin Var”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2023, s.2.

[25] Yekta Güngör Özden, “Hukuk”, Sözcü, 17 Kasım 2022, s.12.

[26] Yekta Güngör Özden, “Hukuksuz Kalmak”, Sözcü, 28 Haziran 2021, s.14.

[27] Yekta Güngör Özden, “Adalet Özlemi”, Sözcü, 12 Ocak 2023, s.12.

[28] Yekta Güngör Özden, “Adalet! Adalet!”, Sözcü, 5 Ocak 2023, s.12.

[29] Yekta Güngör Özden, “Adalet En Etkin Yaşam Güvencesidir”, Sözcü, 1 Kasım 2021, s.12.

[30] Yekta Güngör Özden, “Hukuksuz En Yoğun Karanlık”, Sözcü, 26 Ağustos 2021, s.14.

[31] Yekta Güngör Özden, “Hukuksal Yanlış”, Sözcü, 14 Haziran 2021, s.14.

[32] Yekta Güngör Özden, “Yargı Görevinin Özelliği”, Sözcü, 1 Mart 2021, s.12.

 

İlginizi Çekebilir

Kobani sınırında nöbet 6’ncı gününde devam ediyor
Rus gölge filosuna karşı NATO gücü

Öne Çıkanlar