Vecdi Erbay: Fadıl Öztürk ya da iç içe geçmiş hayatın öznesi

Genel

Fadıl’ın uzun, aslan yelesi gibi saçları kırlaşmaya başlamıştı. Benim siyah saçlarım ise hızla seyreliyordu. Fadıl’ın 1 Mayıs günü vefat edeceği hiçbirimizin aklının ucundan bile geçmiyordu…

Vecdi Erbay İlke TV için yazdı:

 

Hangi yılın 1 Mayıs’ıydı, kortejler nereden nereye yürüyordu, şimdi hatırlamıyorum. Fadıl Öztürk ile bir kortejimiz yoktu fakat gönlümüz Kürtlerle birlikte yürümekten yanaydı. Kürt gençleri ise kendi kortejlerini olası provokatif saldırılara karşı korumak için zincir oluşturmuşlardı. Zinciri kibarca kırma teşebbüsümüz gençlerin kararlı engeliyle karşılaştı. Fadıl her zamanki ataklığıyla Kürtçe, Türkçe ve el hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı, fakat nafile. Sesi, 1 Mayıs için atılan sloganların arasında kaybolup gidiyordu. Zorlamayalım, diye Fadıl’ı kolundan tutup ikna etmeye çalışırken gençlerden biri beni tanıdı, “Gazetenin yazarıdır” dedi arkadaşlarına ve zincir açıldı ikimiz için. Gündem gazetesinde köşe yazıyordum ve bazı söyleşilerde fotoğrafım yayınlanıyordu. Gazetede çalışmak hayat kurtarmamıştı belki ama bir zincirin açılması için kıymetli bir işlev görmüştü.

Akşam, Piya Kelaynak Kafe’de Fadıl, arkadaşlara olayı anlattı ve “Ünlü olmuş haberi yok” diye dalga geçti benimle.

Fadıl’ın uzun, aslan yelesi gibi saçları kırlaşmaya başlamıştı. Benim siyah saçlarım ise hızla seyreliyordu. Fadıl’ın 1 Mayıs günü vefat edeceği hiçbirimizin aklının ucundan bile geçmiyordu.

*

Piya Kitaplığı “Kitapsız Şairler” kitabını yayımlamıştı. Sene 1995 olmalı. Kitapta benim de şiirlerime yer verilmişti ve “İzmir’de yaşıyordu” diye tanıtılmıştım. Bu güzel bir hikâyedir ve belki bir gün İzmir, Yaratı dergisi, “İzmir’de yaşıyordu”nun ne anlama geldiğini anlatmak fırsatını da bulurum.
Kitabı almak ve mümkünse Piya Yayın Kolektifi’ndeki arkadaşlarla tanışmak üzere, yayınevinin Büyükparmakkapı’daki adresine gittim. Mehmet Çetin ile tanıştık ve Mehmet’in soruları, benim kısa ve mahcup cevaplarımla ilerleyen sohbet koyulaşmışken esmer, pos bıyıklı bir adam içeri girdi. Daha ilk bakışta solcu bir adam izlenimi veriyordu. Bir şeyler konuştular ve Mehmet’in eleştirisi üzerine adamın ayaklarına baktım: Ayakkabılarının topuklarını ezmişti. Yürürken ahşap zeminde tok ve aksak bir ses çıkarıyordu ayakkabılar. Adam aksak ve gergin adımlarla çıktıktan sonra “Fadıl Öztürk” dedi Mehmet, “Şair arkadaşımız.” Hem devrimci hem şair. Kim sevmez ki böyle bir şahsiyeti.
Piya Kitaplığı’ndan çıkan başka kitaplarla birlikte, Fadıl’ın ikinci kitabı “Esmer Bir Acı”yı o gün Mehmet verdi bana. Belge Yayınları’ndan çıkan Enver Gökçe Şiir Ödülü sahibi ilk kitabı  “Suyu Uyandırın Sesim Olsun”u çok önceden okumuştum.
Şair Fadıl Öztürk’ün, 1970’li yıllarda, Elazığ’da “Dev Yolcu Topal Fadıl” adıyla nam saldığını ve çok güzel duvar yazıları yazdığını çok sonra öğrenecektim. Şimdi, tabela yazıları yazarak hayatını idame ediyordu.

*

Mardin ve İzmir’den sonra İstanbul hızlı bir şehirdi. Ekonomik sıkıntılar, siyasal belirsizlikler, sanatsal arayışlar, derken birçok sarsıntıdan sonra İstanbul’a alışmıştım. İş bulmuştum, evlenmiştim. 1997’de tek dikili ağacım Baran doğdu ve ilk şiir kitabım çıktı.

Bütün bu akıp geçen zaman ve olaylar sırasında Piya ile ilişkim, arada Kelaynak Kafe’ye uğramaktan öteye gitmedi.

İlk kitabımı yayınevine, Mehmet Çetin’e götürdüm. Yayınevi kalabalıktı ancak kimler vardı, şimdi hatırlamıyorum. Zaten Mehmet’ten başka da kimseyi tanımıyordum.

Mehmet kitabı şöyle bir karıştırdı. Kitabın arka kapağında fotoğrafım vardı. “Piya arka kapağa fotoğraf koymadığı için mi kitabı başka yerde çıkardın?” dedi. “Yok, ondan değil” diye geveledim fakat şunu da geçirdim aklımdan: “Yayınevi benden dosya mı bekliyordu?”

Fadıl neredeydi? Belki saçları uzuyordu ve top sakalına alışmaya çalışıyordu.

*

Piya’ya bir dahaki gidişim Mehmet Çetin’in “Kekemece” kitabı dolayısıyla oldu. Olivyo Han’da yeni bir yer tutmuştu Piya Kolektifi. Henüz tam olarak yerleşmemişlerdi ve kimi etkinliklerin yapılacağı büyük salonda demirden sandalye ve masalar vardı. Bunları Fadıl, birkaç arkadaşıyla birlikte, gece gündüz çalışarak yapmıştı. Pantolonu ve atleti ter ve toz içindeydi. Saçlarını topuz yapmıştı. Usta başı olarak emirler veriyordu. Her karşılaşmamız ilk karşılaşma gibi oluyordu çünkü her karşılaşmada yeni bir Fadıl’la tanışıyordum. Onu gerçek anlamda ilk o zaman mı tanıdım? Çünkü o gün, 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi gazeteyi sormuştu bana ve yazılarımla ilgili iyi bir şeyler söylemişti. Sonra demir masaları, açılır kapanır demir sandalyeleri göstererek, “Nasıl olmuş?” diye sormuştu. Güzel olmuştu elbette. Benim nasiplenemediğim el mahareti diye bir şey var şu hayatta ve sandalyelerin açılıp kapanmasına hayranlıkla bakıyordum. Fadıl bir şey icat etmediğini ve sandalyeleri açılıp kapanır hale getiren düzeneğin basitliğini anlatıyordu bana.

Adam hem devrimci hem şair hem de demirciydi. Üstüne üstlük benimle dost olacaktı. Ancak bunun için biraz daha zamana ihtiyaç vardı.

*

Piya Kolektifi, şiir kitaplarının yanı sıra iki dergi çıkarmaya başlamıştı. Şiir dergisi Kunduz Düşleri ile siyasetin yanı sıra ekoloji, felsefe, sanat gibi konuları irdeleyen makalelere ağırlıkla yer veren Hayat Bilgisi Ütopiya. Mehmet Çetin’in beni Piya Kolektifi için ‘örgütlemeye’ çalıştığının farkındaydım. Kunduz Düşleri ile Ütopiya’ya yazı ve şiir vermekte bir sakınca görmüyordum. Çünkü dergilerin şiir ve hayat bilgisine müdahale etme çabasını ve tarzını naçizane destekliyordum. Ama ‘örgütlenmek’ mesainin yanı sıra verili olanla mücadele etmek için donanımlı bir cesaret gerektirirdi. Sonunda her şey, benim için esas olarak samimiyete gelip dayanıyordu.

O samimiyetin oluşması çok zaman almadı. Mehmet, bu dostluğu teorik argümanlarla realize ederken
Fadıl Öztürk, dostluğun da açılır kapanır sandalyeler gibi yeni icat edilmediğini kendi yalınlığı ile gösterdi.
Duygusal olarak zor zamanlar geçiriyordum. Beyoğlu’ndaki otellerde ve zaman zaman arkadaşlarımda kalıyordum. Mehmet, yardım elini uzattı iş teklif ederek. Dergilerin ve kitapların editörlerinden olacaktım. Bunun karşılığında kafeden ayda 100 lira alacaktım ve en önemlisi Mehmet’in evinde kalacaktım. Mehmet yılın yarısını Hollanda’da geçiriyor ve bu süre içinde Beyoğlu’ndaki evini kiraya veriyordu. Ben ücretsiz kalacaktım. Bu büyük bir lütuftu. Bahçe katında Fadıl kalıyordu. Üstte Mehmet’in, daha üstte Piya Kolektifi’nden sinemacı Cevriye ve müzisyen Hüsamettin oturuyordu. Daha üst katlarda yönetmen Yusuf Kurçenli, gazetecilikten istifa eden Nahide oturuyordu.

İlginizi Çekebilir

BM: Rusya-Ukrayna barış görüşmelerini memnuniyetle karşılıyoruz
Erzincan Cezaevi’ndeki işkence ve kötü muameleye karşı suç duyurusu

Öne Çıkanlar