Zülküf Kurt: ‘Çözüm Süreci’ asla yargılanmamalı!

Yazarlar

HDP’ye yönelik kapatma davası açıldığından bu yana Kürt Siyasi Hareketi ve Türkiyeli Devrimciler mevcut siyasi tıkanıklığın nasıl aşılacağı, nasıl bir politika izleneceği yönünde arayışlarını ve çabalarını hızlandırmış durumda.

Bir yandan HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü önerilerini yaparken, bir yandan da Avrupa’da kamuoyu oluşması için sürgündeki siyasetçiler inisiyatif almış durumda. HDP halk buluşmaları gerçekleştirerek kapatma davasına karşı kamuoyu oluştururken, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da HDP’nin “Üçüncü Yol Çizgisi”ne hızlıca nasıl dönebileceğine dair önerilerini açıkladı.

Herkesin üzerindeki ataletini attığı ve çabalarını hızlandırdığı bu dönemde Anayasa Mahkemesi HDP’ye yönelik hazırlanan iddianameyi usul yönünden eksik bularak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade etti. Bu durum elbette kapatma davasından vazgeçilmesi için bir fırsat yaratsa da, bunun bir fırsat olarak değerlendirileceği bir düzlem maalesef yok. Mevcut siyasi dengeler göz önünde bulundurulduğunda konu sadece usulî bir süreç olarak görülmekte. Zaten bir defa kapatma davası açılmasına tenezzül edilmişse, bundan vazgeçileceğini beklemek, siyaseten izlenebilecek en yanlış politika olur. Kapatma davasından vazgeçilse bile buna bir defa yeltenilmiş olması, HDP’nin kapatma tehdidiyle siyaset yapmaya mecbur bırakılması demektir. Kimse böyle bir durumu kabullenerek siyaset yapmaz.

O nedenle de gelinen aşamada, herkesin var gücüyle, önerileriyle, uyarılarıyla HDP’nin güçlenmesini ve mücadele alanını genişletmesini sağlaması, halka duyulan saygının da bir gereği.

Üçüncü yol / Üçüncü ittifak

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Yeni Yaşam’a verdiği röportajda Bana göre, eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse bu durumda HDP’nin öncülüğünde üçüncü bir ittifak, ‘demokrasi ittifakı’ olarak ilan edilebilir açıklamasında bulundu. Aynı röportajda 6551 sayılı “Çözüm Süreci” yasasına da vurgu yaptı.

Demirtaş’ın bu açıklaması bütün kesimlerde yankı buldu. Yankının yüksek olmasının nedeni, HDP’nin Millet İttifak’ının gizli öznesi olarak görülmesi ve üçüncü bir ittifakla bu dengenin bozulmasından dolayıdır. Yerel Seçimler’de milliyetçi oy kaygıları nedeniyle HDP, ittifak dışında tutulmasına rağmen kapalı kapı siyasetiyle bu ittifaka oy vermesi sağlandı.

Aslında bu “Kapalı Kapı” siyasetinin HDP seçmenleri için onur kırıcı bir tutum olduğunu belirtmek gerek. Seçmenin varlığını, iradesini tanımayan, kendi genel merkezlerinde bile yan yana görüntü vermekten kaçınanlara, herhangi bir saikle destek verilmesi siyasetin retoriğinden çıkması demektir ki, HDP “Üçüncü Yol Çizgisi”ni bu şekilde kaybetti.

Bu konu siyasetin tamamen şeffaf yapılması ile asla karıştırılmamalıdır. Siyaseten gizlilik ve sır olmamalıdır, demek de siyasetin doğasına aykırıdır. Byung-Chul Han “Şeffaflık Toplumu” adlı kitabında bu konudaki yaklaşımını şu şekilde özetliyor: “Siyaset stratejik eylemdir. Sadece bu bile gizli bir alana sahip olması için yeterlidir. Tam şeffaflık siyaseti felce uğratır…. Sırra gerek duymayan tek siyaset tiyatrokrasidir. Burada siyasi eylem yerini sahnelemeye bırakır.” (S. 22-23)

Siyaseten “Tam Şeffaflık” hâlinin Ortadoğu gerçekliği açısından da anlamlı olduğunu düşünmüyorum ki, bu kamuoyu tarafından da talep edilen bir konu değil. Ancak buna rağmen “Kapalı Kapı” siyasetini bunun dışında tutuyorum. Siyasi Partilerle yapılacak görüşme ve işbirliklerinin asgari şartı siyasi iradenin tanınmasıdır. Bu, temsilcilere değil, seçmene duyulan saygının gereğidir. HDP’yi ve ona oy veren milyonları tanımayan, saygı duymayan bir yapıyla herhangi bir ittifak ve işbirliğine “Demokrasi” adına bir daha sürüklenilmesi, HDP’nin “Kilit Parti” rolüne oldukça zarar verecektir.

O nedenle Demirtaş’ın “Üçüncü İttifak” önerisi seçmene duyulan saygıyı tekrar tesis ederken, HDP’nin “Kilit Parti” rolüyle yeniden siyaset sahnesinde var olmasının olanaklarını oluşturdu. HDP, kuruluş ilkeleri, karşılık bulduğu taban ve siyasetteki yeri nedeniyle kilit bir parti konumunda. HDP, siyasetin dışına itilen ezilenlerin, ötekilerin, halkların temsilcisi olarak bu rolü kazandı. Onu kilit parti konumuna taşıyan, devlet destekli iktidar ve muhalefet partileriyle arasındaki mesafesini koruyarak, temsil ettiği kitlelere alan açması oldu.

Nitekim HDP’nin açtığı bu alan emekçilerden, ezilenlere herkesin kendini ifade edebildiği, örgütlenebildiği, sözünü söyleyebildiği bir zemin yarattı. HDP’de temsilini bulan ”Üçüncü Yol Çizgisi”ne geri dönüş, siyasetteki tıkanıklığı da açan bir etkiye sahip. O nedenle de Ankara kulisleri, Demirtaş’ın açıklaması sonrasında oluşabilecek yeni dengelere dair fikir yürütmeye başladı.

Uzatılan Zoka!

Demirtaş’ın bu açıklaması sonrasında A.Selvi gibi gazeteciler, Kürt Hareketi ile Demirtaş’ı karşı karşıya getirmeye yönelik tuzak açıklamalara giriştiler. A.Selvi köşe yazısında, “Demirtaş da Kandil’den ve İmralı’dan rahatsız. Bir ara yeni bir parti projesi geliştirmişti. PKK damgasını taşımayan ve Türk solunu da içine alan yeni bir parti. Hatta cezaevinde ziyaretine gelen bazı önemli isimlerle de paylaşmıştı. Ancak ne zaman ki Kandil’in haberi oldu, Kandil’in baskısı üzerine Başak Demirtaş alelacele yalanlamak zorunda kaldı.” açıklamasında bulundu.

Devletin, HDP’nin kapatılması sonrasında, HDP içinden bir parti çıkarma projesi olduğu biliniyor. Bu model aslında bugüne kadar hep sağ iktidarlara uygulandı. Yıpranan iktidar içinden, yıpranmamış isimlerle yeni parti oluşturup, taban konsolidasyonunu ve taban yönetimini sağladılar. Şimdi HDP’ye karşı iktidar destekli bir parti kurulması yönünde çalışmalar varken bu şekilde açıklama yapmalarının en önemli sebebi, kurmayı planladıkları partiye geçişleri kolaylaştırmak. “Demirtaş bile bir parti kurmayı düşündü” söylemi ile kendilerince kadro devşirmeyi, kodroları ikna etmeyi düşünüyorlar. Oysa daha önce Demirtaş net şekilde “Ben her şeyimle siyaseti ve hayatı bu partide öğrendim ve bu partide mücadele ettim, büyüdüm, yürüdüm. Dolayısıyla benim HDP dışında herhangi bir arayışta adımın geçmesi bile beni üzer, hatta öfkelendirir” demişti.

Bunu söylemin ikinci nedeni Demirtaş ile Kürt Hareketini karşı karşıya getirmek. Demirtaş, her fırsatta kendini Kürt Hareketi içinde tanımlasa da, tarihimizde “Beko” karakteri oldukça önemli bir yer kapladığı için siyasetimizde de izdüşümleri mümkün olabilir. “Beko”yu, taraflar arasında hizip çıkaran, iki tarafın da kötülüğünü isteyen, iki tarafa da zarar vermek isteyen kişi ya da politikalar olarak kısaca tanımlamak mümkün.

Peki bunu neden istiyorlar? Aslında cevabı çok basit. Demirtaş’ı siyaseten tasfiye etmek ve sözünü söylemesinin önüne geçmek istiyorlar. Geçmişten bugüne Kürt Hareketi ile Demirtaş arasında ayrılık oluşturmak isteyen kişi ve politikalar oldu. Kürt Hareketi kendi bağrında yetiştirdiği Demirtaş’a ve diğer siyasetçilere oldukça kıymet veriyor. A. Selvi ve devlet şürekâsı galiba Kürt Hareketini ve Demirtaş’ı, bu tür zokaları yutan belediye başkanlarıyla karıştırıyor. Ama tabi yine de Kürt Hareketinin, kendisine mesaj getirene-mesaj götürene dikkat etmesinde fayda var. Belki bu Selvi’nin dalları o taraflara uzanıyordur!

6551 sayılı yasanın son durumu ne?

HDP’ye açılan kapatma davası iddianamesine “Çözüm Süreci”nin eklenmesi nedeniyle bu konuya yönelik açıklama ve çıkarımlar da yapılıyor. 6551 sayılı yasa vurgusundan, AKP’nin ve Erdoğan’ın da yargılanması gerektiğine kadar değişen bir yelpazede söylemler var. İlk olarak 6551 sayılı yasanın ne durumda olduğuna bakmakta fayda var.

6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi Ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” nun 3. maddesi 2. fıkrasında yer alan “Çözüm süreci kapsamında yapılan çalışmaların koordinasyonu ve sekretarya hizmetleri Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından yürütülür.” ibaresi, Kamu düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tamamen kapatılarak kadük bırakıldı.

Aynı maddenin 1. fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu, çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir” cümlesindeki “Bakanlar Kurulu” ibaresi 2/7/2018 tarihli ve 700 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 202 nci maddesiyle “Cumhurbaşkanı” şeklinde değiştirilmiş. İlgili kanunun “Yetki ve Sekretarya” bölümünde güncel olarak yetkili olan tek kişi bugün Erdoğan’ın kendisi. İlgili yasanın son halini incelemek isteyenler şu linkten ulaşabilirler. ( https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6551.pdf )

6551 sayılı kanun halen aktif durumda. Kanunun 2. maddesinde yer alan faaliyetler nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmayacağı da yine 4. maddede tanımlanmış. O nedenle ne HDP’liler ne de süreçte yer alan devlet heyeti, “Çözüm Süreci”nde rol üstlendikleri gerekçesiyle yargılanamaz. Her Kanun TBMM’de gerekçesi ile birlikte kabul edilir. Kanunun yoruma açık kaldığı ya da özgün durumlarda ne yönde işleyeceğine karar verilmediği durumlarda kanun gerekçesine bakılır. Biz de kısaca göz atalım.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 26/06/2014 tarihinde TBMM’ye gönderilen kanun tasarısının genel gerekçesinde şu ifadeler bulunmaktadır: “…bir hukuk devletinde çözüm süreci çerçevesinde görevin ifası niteliği taşıyan faaliyetler nedeniyle kişilerin hukuki, cezai ve idari yönlerden sorumlu tutulma tehdidi altında kalmaları da kabul edilemez.”  Burada sadece süreçte görevlendirilen devlet heyetinin değil, süreçte rol alan herkesi kapsayan bir ifade kullanılmış. Yine bu süreçte yer alanların cezai sorumsuzluğunu ifade eden kanunun 4.maddesinin gerekçesi de şu şekilde:

“Madde ile, Kanun kapsamında verilen görevlerin, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirileceği düzenlenmiştir. Öte yandan, bu süreçte görev alanların ve çalışmalara katılanların, gerçekleştirdikleri faaliyetler nedeniyle gelecekte herhangi bir yaptırım tehdidi ile karşılaşmamaları amacıyla, bu görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğunun doğmayacağı yönünde düzenleme yapılmaktadır.” Burada da süreçte görev alanların kapsamı geniş tutularak, rol alan herkesin yargı tehdidinden bağımsız olduğu dile getiriliyor.

Bu konuda Demirtaş’ın yaptığı açıklamalar, yasal çerçevenin onları da kapsadığı yönündedir ki, hem yasa hem de gerekçesi bunu destekliyor. 6551 sayılı yasa HDP’liler lehine de işlemek zorundadır. Elbette ki geldiğimiz aşamada yasalara uymak yoruma açık bırakılan bir konu olsa da, hukuki yoruma yine de ihtiyaç var. Erdoğan’ın imzasıyla TBMM’ye gönderilen 6551 sayılı kanun tasarısının gerekçesini okumak isteyenler şu linkten ulaşabilirler: ( https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss629.pdf )

HDP, Çözüm Süreçlerinin garantörüdür

AKP’nin ve devletin, “Çözüm Süreci”nde yapılan faaliyetleri iddianamaye eklemesi, kendileri açısından yapılmış bir tercihi ifade ediyor. Bu tercih de, yasaya rağmen bir daha “Çözüm Süreci” yaşanmaması ve geçmiş sürecin de yargı yoluyla mahkûm edilmesidir. Bu, AKP’nin ve devletin tercihi. Peki bizlerin tercihi nedir?

Türkiye devletinin, 98 yıllık tarihinde Kürt Sorununun çözümü için yaptığı en onurlu ve doğru iş, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la masaya oturması ve sorunun çözümünü tartışmasıdır. Bu sadece devletin değil, AKP’nin de 19 yıllık tarihinde yaptığı en doğru iştir. “Çözüm Süreci” nedeniyle hiç kimse, hiçbir şekilde yargılanmamalıdır.

AKP, 19 yıllık iktidarı sürecince işlediği suçlardan yargılanabilir, yargılanması talep edilebilir, bunun için mücadele edilebilir. Ancak AKP’nin de asla yargılanmaması gereken tek süreç, “Çözüm Süreci”dir. HDP kapatma davası karşısında geliştirilecek en güçlü şey, bu sürecin savunulmasıdır. “Çözüm süreci”nde yer alan hiç kimse bu yargılamanın parçası haline getirilmemelidir.

PKK ve Öcalan ile görüşmek ne suçtur ne de bundan dolayı kimse yargılanmalıdır. Kürt Sorunun çözümü için baş müzakereci Öcalan’dır ve çözümün temel muhattaplarından biri de PKK’dir. Elbette ki, Kürt Sorunun çözümü Öcalan’la, PKK’yle görüşerek, müzakere yürüterek mümkün olacaktır. Taraflar bu görüşmelerde farklı ajandalara sahip olabilirler. İstekleri ve talepleri farklı olabilir. Dünyadaki diğer süreçler de zaman zaman bu süreçlerin akamete uğrayabileceğini gösteriyor. Çünkü bir yenişememe hâli sonucunda kurulan masada, tarafların yenme isteğinden vazgeçip geçmediğinden emin olunması, güvenin tesis edilmesi çok kolay değildir.

Çözüm Süreçleri asla günlük politikanın konusu haline getirilmemeli, bir bütünen bu süreçlerin gerekliliği asla yok sayılmamalı, mahkemeler önünde mahkûm edilmemelidir.

Kapatma davasının, HDP’ye sunduğu en büyük fırsat, Kürt Sorunun siyasal çözümünü çok güçlü şekilde haykıracağı zemini yaratmasıdır. Kürt Sorununun çözümü için elini taşın altına koyan herkesin, HDP tarafından savunulacağı bilinmelidir. HDP, barış süreçlerinin garantörüdür. Gelmiş-gelecek tüm iktidar ve yapıların da bunu bilmesi, varsa barış cesaretlerinin diri tutulması sağlanmalıdır. HDP, kapatma davasına rağmen bunu yapabilecek güce ve role sahiptir.

Karaoğlan ve Dağ’a saygıyla

Bugün Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın doğum günü. 2009’da Amara’ya gitmek isterken, devlet güçleri tarafından katledilen Mahsum Karaoğlan ve Mustafa Dağ’ı saygıyla anıyorum.

 

 

 

 

 

İlginizi Çekebilir

Kemal Okutan: Darbe mekaniği devam ediyor
Suna Arev: Bit pazarında insan derisinden bir fotoğraf albümü

Öne Çıkanlar