Kimi koyunlar doğurduktan sonra kuzusundan soğur, onu benimsemez. Koyunu yavrusuna alıştırmak için kuzunun sırtına tuz dökülür, koyun o tuzu yalarken, kuzu da ondan süt emer. Bir hafta on gün bu böyle yapılır, sonunda koyun yavrusuna alışır.
Sürüde bazen on, bazen daha fazla yavrusundan soğumuş koyun olur. Anne ve yavruyu birbirine alıştırmak için, hangi kuzunun hangi koyuna ait olduğunu bilmek gerekir ki, bütün köylüler bunu bilir, sürüdeki her kuzuyu tek tek tanır.
Gelgelelim, elli kadar koyun besleyen yılların rençberi Şeyhmus, bilmiyordu. Şeyhmus’un kuzuyu kuzudan seçemediği köylülünün diline düştü. Kimi güldü, kimi alaya aldı. Babası tüh senin rençberliğine dedi. Dedi demesine de, birbirinin tıpkısı elli kuzuyu, garibim Şeyhmus nasıl yapıp da birbirinden seçsindi ?
Bir kaç öteberi almak için Karlıova’ya gittiği günlerin birinde, terzi Baki’nin tuhafiye dükkanına da uğradı. Baki yıllar evvel köyden ayrılıp Karlıova’ya yerleşmişti. Uzun süre kendi mesleğini yapmış, daha sonra işi tuhafiyeye dökmüştü. Karlıova’ya giden ille ona uğrardı.
Dükkanda otururken, raflardaki renk renk orlonlar ilişti gözüne. İlişir ilişmez de aklına dahiyane bir fikir geldi. “Boynuna kırmızı ip bağladığım koyunun, kuzusuna da aynı renk ipi bağlarsam, hangi kuzu hangi koyunun diye dönüp durmama gerek kalmaz ” diye düşündü. Orlonların her renginden birer çile istedi. “Çok olmaz mı ?” diyen Baki’ye, “yedi kız var bende, anca yeter” dedi.
Oradan çıkınca başka yerde oyalanmadı; bulduğu ilk arabaya binip doğru köye döndü. Eve varınca aldığı orlonları odanın ortasına yığdı. Karısı “bu orlonlor da neyin nesi?” diyecek oldu, “sen karışma !”deyip tersledi. Her renkten ikişer tane, bir koyunun boynuna bağlamaya yetecek uzunlukta ipler kesti. Kestiği ipleri cebine koydu, aldı karısını doğru ahıra yollandı.
Kadının yardımıyla kuzuları koyunları buldu. Koyunun boynuna hangi renkten ip bağladıysa, kuzusuna da aynı renkten bağladı. Devası olmayan derdine sonunda derman bulmuştu. Gönlü rahat bir şekilde döndü evine, sobanın yanına keyifle uzandı.
Çok geçmeden Şeyhmus’un dahiyane fikri köyde duyuldu. Gülüp alay edenler oldu, aldırmadı; istediği kuzuyu şıp diye buluyordu ya, kim ne isterse söylesindi.
Bir hafta on gün kadar keyfi yerinde, ahıra gidip geldi. Sonra bir sabah ağılın çit kapısını açıp, kuzuları koyunların olduğu kısma salınca, olanlara inanamadı. Boynunda sarı ip olan kuzu, boynunda mavi ip olan koyunun altında süt emiyordu. Beyaz ipli kuzu, yeşil ipli koyundan, yeşil ipli kuzu, mor ipli koyundan.
Eğilip daha yakından baktı, evet, yanlış görmüyordu. Dışarı çıktı, durdu bir-iki dakika, içeri girdi, vaziyet aynı. Tekrar dışarı çıktı. Bir sigara yaktı, iki nefes vurdu, attı. Girdi içeri, boynunda sarı ip olan kuzuyu, boynunda sarı ip olan koyunun yanına götürdü, kuzu boynunda mavi ip olan koyuna geri kaçtı.
Ne demekti şimdi bu ? Koyunlarla kuzular delirmiş olmalıydılar. Bir la havle çekip yine dışarı attı kendini.
Ahırı, Şeyhmus’un ahırına bitişik komşusu, onun bu haline belli etmeden bir süre güldü. Sonra dayanamayıp olan biteni anlattı. Köyden bir kaç muzip genç, akşam ahıra girmiş, kuzuların boyunlarındaki ipleri değiştirmişlerdi.
Duyduklarını anlayamamış gibi kalakaldı önce. Sonra yüzünün kanı çekildi, dudakları mosmor oldu. Bıçak soksan, bir damla kan akmazdı. Tek kelime etmedi. Ahırı öylece bırakıp köy meydanına, camiye doğru yollandı.
Cami köy meydanının üst kısmına kondurulmuştu. Varto depreminden kalma beş on baraka ve okul haricinde köyün bütün evleri, ahırları toprak damlıydı. Cami de toprak damlıydı. Evlere nazaran az daha büyük, duvarları ve pencereleri az daha yüksekti o kadar.
Şeyhmus, caminin arka tarafında duran, su çekip, daha bi ağırlaşmış ağaç merdiveni, belimi incitirim, bir yerimi sakatlarım demeden kavradığı gibi duvara dayadı, çıktı dama.
“Ulan bunu kim yaptıysa; buradan Halep’e, Halep’ten de Şam’a, her dağı tek tek, her ormanı ağaçlarıyla; şu Qertalıx’ı kayalarıyla, Rus yolunu Ruslarla; Hacı Bekir’in tazılarını Eliyé Gulé‘nin katırlarıyla anansına avradına…”
Küfretmesi bi yarım saat kadar sürdü. Daha da uzatacaktı, etraftakiler yetişip, güçbela indirdiler caminin tepesinden.
Hasılı, kuzuyu kuzudan seçemedi Şeyhmus, öğrenemedi o işi. Çocuklar büyüyüp, ihtiyaçlar çoğalınca, koyun beslemek de yetmez oldu, gerek kalmadı öğrenmesine.
Onun da bir kaç parça küçük arazisi vardı. Bir kaç parça arazi elli koyunu beslemeye anca yeterdi, ama elli koyun bir aileyi beslemeye yetmezdi. Herkes gibi o da tırpanını alıp, kâh Mardin’e, mercimek biçmeye gitti, kâh Adana’ya, portakal toplamaya.
Son zamanlarda İstanbul çıkmıştı, artık oraya gidiliyordu. Bir bahar valizini toplayıp, İstanbul’un yolunu tuttu Şeyhmus.
Gittikten üç ay sonra haber geldi, Şeyhmus İstanbul’da kaybolmuş. Bütün köy, telefonun olduğu evin etrafında birikti. Üç gün boyunca orada oturup orada kalktılar. Beklenen iyi haber dördüncü günün sonunda geldi: Şeyhmus bulunmuştu. Karısı kapı önünde lokum, bisküvi dağıttı çocuklara. Bir de kurban kesti.
Şeyhmus bulunmuştu bulunmasına velakin hastaymış, birinin gidip getirmesi gerekirmiş. Ağabeyi kalkıp İstanbul’a gitti. Kaç gün sonra yanında Şeyhmus, geri geldi.
Dışarıdan sapasağlam görünüyordu. Herkes daha bi meraklandı. Ziyaretine gittiklerinde gördüler ki, Şeyhmus aklını yitirmiş.
Biri, “İstabulda’yken üstüne çok gitmişler, ondan olmuş dedi. Bir diğeri, “kaybolduğunda çok korkmuş, korkudan yitirmiş aklını” dedi. Velhasıl, o hale nasıl geldiğini kimse tam bilemedi. İstanbulda’yken doktora götürmüşler ama fayda etmemiş.
Köye geldiğinin ertesi günü köyün hocasına okuttular, bir şey değişmedi. Sonraki gün Erzurum’a, Abdurrahman Gazi türbesine götürdüler.
Oradan getirip, Siirt’e, Veysel Karani türbesine götürdüler. Sonra Bingöl’e, Çan şeyhlerine; sonra o civarda ne kadar üfürükçü, cinci, şeyh, seyda; ne kadar türbe, ziyaret varsa, hepsine götürdüler, vaziyet değişmedi. Kazağının sırt tarafına çatal iğneyle üst üstte tutturulmuş o kadar çok muska vardı ki, sırtında bir kara üzüm salkımıyla dolaşıyor sanırdınız.
Ailesi Şeyhmus’tan umudu kesince, onu kendi haline bıraktılar. Köy içinde oradan oraya dolaştı bir vakit. Sonra o sonbahar, ardında yedi kız, bir oğul ve aldığı o orlonların hiçbirinde olmayan kendi güzel rengini bırakıp göçtü dünyadan.
Devri daim olsun…