Arzulanan ile yokluğu arasındaki mesafe, mutlak acıya yerçekimidir. Mutlak acı, bir trenin önüne atlama isteğine yerçekimidir. İşte tam orada, peronları, bir vapurdan Vevey rıhtımına bakmaya benzeyen çiçekli bir istasyondur intihar.
Bir yılkının, güzün ihanetinden sonsuz sakınmak için, kışın en dumanlı yerine -tek damla gözyaşı dökmeden- kalbini bırakmasıdır.
Çöl kalmak değildir, hayır; çölde kalmış bir bakışın, öteye açılan bir kapıyı yoklayıp bulması ve geçmesidir oradan.
Yüzünde, yeni bir ağrıyı yontmaya yer kalmamış bir kitabenin kendini kırması; “keşfedecek ne kaldı… ” demesi bir kâşifin
ve
defteri kapamasıdır.
O,
bir gidiştir,
zehirle yazılır.
Ve tabancayla
ve sıçrayarak duvarlara….
İki şahın, bıçaktan kesmek fiilinin hükmünü, kesilmek fiiliyle alması
ve onu,
dünyada durdukları her karış yere saplaması; anlamsızlığı nefes ezen bir monarşiye bedende son vermesidir.
Katili maktul ile, her ikisini bir cinayet mahalliyle siyahın pırıltısında, bir bisturinin incecik ağzıyla eşitleyen, yaşama uymamış yanlış bir teorinin son satırı;
sonra,
uzak bir krater gölünün dibinde bitimsiz, yumuşacık bir sessizlikte, kimseyi bilmeyen, kimsenin de bilmediği bir taş ve onun, siyahın derinliğinden gelen huzurudur intihar.
Birikmiş uykusuzlukları simsiyah omuzlayan yekpare bir uykudur, yekpare bir zamanda geçer.
İçe vermektir nefesini
ya da
ayna sırlamasıdır kendi kederiyle insanın. Dünyaya tutulmuş yüzünde, hangi surete baksan gecikmiştir, hangi surete dokunsan kördür. Ölüme bakan yüzde, sır, sadık bir hizmetkârdır, efendisinin taş mezarına diri diri gömülür.
İntihar,
tanrının köpek yatıştırmasına ozan harcı bir başkaldırıdır. Asi, ölüm ile siler adını bahis tahtasından, oyun biter. Tanrı, elinde tükürülmüş bir kemikle hipodromunda kalakalır…