Siyasi liderler “büyük insanlar”a öykünmeyi sever, Süleyman Demirel Hz. Ömer’e öykünürdü(!), 90’ların başlarında Kürt Bölgesi’nde devletin döktüğü kan gövdeyi götürürken Batı’dan gelen ağır insan hakları ihlalleri eleştirilerinden sonra, Hz. Ömer’e atfedilen “Fırat’ın doğusunda bir koyun kaybolsa sorumlusu benim” sözünden hareketle “Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa hesabını bana sorun” demişti. Bu bir güvenceydi sözde, “artık kan gövdeyi götürmeyecek” demekti.
Ama öyle olmadı…
Bu sözden sonra Tansu Çiller başbakanlığında bölgede “Denizi Kurutma” süreci başladı ve Cumhurbaşkanı Demirel’in “Kimse bana devlet cinayet işliyor dedirtemez” dediği devlet tam bir Kürt soykırımı başlattı; Keban Barajı’nı yaptığında Elazığlılar’ın “Fırat bir Süleyman’ı boğdu, bir Süleyman geldi Fırat’ı boğdu” dediği Süleyman Demirel’in “kuzu politikası” Fırat Suyu gibi akan kanda on binlerce ana kuzusunu boğdu. Ne hikmettir ki, Mardin’den Ceber Kalesi’ne giderken Fırat’ta boğulan Osmanlı’nın atası Ertuğrul’un babası Süleyman Şah’ın türbesini DAİŞ’ten kurtarıp Türkiye’ye teslim eden de Kürtler oldu.
İşte o Süleyman Demirel’den bu yana, Demirel sirayetiyle siyaset yapan Ankara siyasetçileri ne zaman olumlu bir cümle kursa samimi olmadığını bilir, tersi olacağına inanırım.
Zira hep öyle olmuştur…
Erdoğan en güncel örnektir; halifeliğe öykünür, kendinden önceki “meslek büyükleri”ne öykünür, Kenan Evren’in en yakın dostu Pakistan diktatörü Ziya ül Hak’tı, Erdoğan’a bakın kimlerle arkadaşlık-dostluk ediyor, geçenlerde hapse atılan Sudan diktatörü Ömer el Beşir’den başlayabiliriz saymaya.
Ve Erdoğan neler söylüyor, neler oluyor…
İki gün önce söylediği “Kızgın demiri soğutma ve kucaklaşma zamanı” sözü yabana atılır gibi değil, emin olun bizim için kötü şeylerin işaretidir! Eğer samimiyse Erdoğan, seçimlerdeki adaletsizlikten, canını açlık grevlerine yatıranlardan, KHK’yla ihraç ettiği demokratlardan, cezaevlerine tıktığı HDP’lilerden, öğrencilerden, gazetecilerden ve Demirtaş ile arkadaşlarından başlasın; değilse, “kucaklaşma” sözünü-temasını, Kürtler’in desteğiyle karşısında hüsrana uğradığı Ekrem İmamoğlu’ndan çalıp kimseyi kandırmasın.
Çünkü inanmıyoruz, aldanmıyoruz artık.
Koca bir ülkenin yarı çapta umudunu öldüren, koca bir halkı gelecek karanlığına gömen, korkuyla yaşamaya mahkum eden, müreffehlik vadedip soğanı altın değerine yükselten, demokrasiyi öldüren bir adama inanılmaz; saray çıkarcılarından, aptallardan ve siyasi körlerden başka kimse inanmaz.
Erdoğan bilmeli ki, birinin umudu öldürdüğü yerde bir başkası umut olur, umut yaratır. Nitekim Ekrem İmamoğlu meselesinde yaşanan budur; umudu öldürülen insanların umuda ihtiyacı vardı, İmamoğlu’nu umut yaptı; Erdoğan’ın küçümseyip aşağıladığı Beylikdüzü’nden çıkıp İstanbul‘un belediye başkanı olayım derken tüm ülkeye umut oldu.
Ülkenin buna ihtiyacı vardı…
Bana göre CHP’nin gelecek umudu da İmamoğlu’dur, zira gizlisi-saklısı olmayan bir gerçektir CHP’nin lider sorunu, kanaatimce o lider doğmuştur; zekasıyla, söylemiyle, siyaset tarzıyla hem parti liderliği hem ülke liderliği vadeden bir çizgide yürüyor. CHP’deki kast sistemi çözülüp görünen İmamoğlu çizgisine gelirse ve İmamoğlu var olan çizgisini korursa Türkiye yakın gelecekte çağdaş bir demokratik iktidara ve sosyal demokrat bir sisteme kavuşabilir.
Fakat, bunun yolu tamamen Kürtler’den geçiyor, “millet” değil de “halk” siyasetiyle yürürse ve Kürtler’le birlikte hareket edip Kürt meselesini “Kürt olma hakkı”yla çözüm yoluna giderse, inanın iki cennet ülkede yaşarız.