“Hocam” demiş hocasının sadık müridi; “Şeriat nedir, tarikat nedir, hakikat nedir?” “Anlatayım evladım” demiş hocası. “Şu şadırvan’da abdest alan üç mümini görüyorsun değil mi? İşte senden o üç müminin ensesine birer kez patlatmanı istiyorum.” “Aman hocam nasıl olur!” demiş mürit. “Yahu patlat, bir şey olmaz. Aradığın soruların cevabı orada” demiş hocası.
Mürit birinci mümine doğru sessizce yönelerek o sırada huşu içerisinde abdest alan müminin ensesine bir kez patlatmış. Mümin tüm hışmıyla dönerek kendisine vuran müride aynı şiddetle karşılık vermiş. Sonra ikinci mümine yönelmiş mürit. Onun da ensesine bir kez patlatmış. Tokadı yiyen mümin arkasına dönerek sadece bakmış. Son olarak bir diğer mümine yönelen mürit aynı şekilde vurmasına rağmen, ensesine tokadı yiyen mürit arkasına bile bakmayarak abdest almaya devam etmiş!
Yanına dönen müridine; “bak şimdi evladım” demiş hocası. “Şeriat, ilk mümindi. Sen ona vurdun, o da döndü sana vurdu. Tarikat, ikinci mümindi. Sen ona vurdun, o da vuranın sen olduğunu görmesine rağmen buna kimin vesile olduğunu görmek istedi. Hakikat ise son mümindi. Sen ona vurdun. O da ‘biz zaten tokat yemek için bu dünyaya gelmişiz!’ diyerek abdest almaya devam etti!.”
An itibarıyla Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nde “siyasi rehine” olarak tutulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’e ailesinin getirdiği elbisenin, elbisenin renkleri sebebiyle cezaevi idaresi tarafından içeri alınmaması ve içerdiği sakıncalı renkler sebebiyle de her yanından bölücülük akan(!) o kriminal elbisenin kahraman cezaevi görevlileri tarafından anında etkisiz hale getirilmiş olması, bana merhum Çetin Altan’nın, zor koşullarına rağmen insanın hayatın üstesinden gelmesini anlatırken sık sık kullandığı “boğayı, yani yaşamı, iki boynuzundan yakalayıp yere çalmak!“ metaforunu hatırlattı.
Belli ki bir çocuktan katil yaratmakla yetinmeyerek bir elbiseden de terörist yaratmayı başaran kadim devlet aklının, hayatın zor koşullarıyla birlikte Amerika’dan aşırılmış yerli ve milli “Sezar Yasaları” ile kendilerini şeytanlaştırmaya çalışan hakim rejime karşı da ayakta durmak için yıllardır büyük bir azim ve kararlılıkla o boğanın boynuzlarını yakalayıp hayvanı yere seren böylesine onurlu ve dirençli bir halka dair yıllardır istihdam ettiği “bunlar zaten tokat yemek için bu dünyaya gelmişler!” şeklinde hayat bulan “yerli ve milli” hakikatler palavrasının en çekilmez, en aptalca aşamasına geçmiş durumdayız.
Artık bu patalojik aşamayla birlikte devletin hakikat olarak bellediğinin Kürtlerin şeriatı olduğu devlet katında tam olarak anlaşılmadan; yani enseye atılan sinsi bir tokata karşı benzer bir sertlikte karşılık verilemese bile, hiçbir şey olmamış gibi abdest almaya devam edilmeyeceği anlaşılmadan Kürtlerin kaptanlığını yaptığı direniş cephesinin resmi alanda karşılaşacağı hiçbir “absürt” muamele şaşırtıcı olmayacaktır bizler açısından.
Söz konusu bu resmi absürtlük bazen cezaevinde “tanımlanamayan bir dilde” çekildiği için yönetim tarafından yasaklanan neşeli bir halayda kendini gösterirken, bazen de tıpkı Güven ailesinin başına geldiği üzere sıradan bir elbiseden devletin bölünmez bütünlüğüne ağır tehdit içeren bir düşman yaratmakla kendisini ele verecektir.
Oysa büyük yazar ve büyük insan Brecht’in yazdığı gibi partileri feshedilse bile kendilerinin feshedilemeyeceği gün gibi ortadayken devlet aklının kendi yurttaşlarıyla tutuştuğu bu “hakikat savaşı”nı kazanması asla olası değildir. Irkçılığa lehimlenmiş iflah olmaz bir nefretle sonlandırılan hiçbir Kürtçe halay, ya da alelacele yok edilen sakıncalı(!) bir elbise bu kaçınılmaz yenilgiyi hiçbir şekilde önleyemeyecektir.
Çünkü halkın sesi aslında ilahların sesidir. O sesi kısmaya, o sesi sinsice boğmaya çalışanlar aslında ilahları da susturmaya çalışırlar. Oysa bilmezler ki, adına isterseniz şeriat deyin, isterseniz tarikat, isterseniz de hakikat, o ilahlar asla susmazlar. Bazen adalet uğruna beton zemini günlerdir, haftalardır, aylardır evi haline getirmiş yaralı bir ananın haklı çığlığında; bazense bu toprakların görmüş olduğu en meziyetli, en özel liderlerinden birisi olan babalarını devletin dinmeyen nefretine teslim etmiş iki kız çocuğunun yürekleri yakan gözyaşlarında konuşurlar. Ama asla susmazlar. Hiçbir zaman da susmayacaklar.
/ Eylül, 2021, Adana/