Suna Arev: Güller Tepesi (Rosenhöhe)

Yazarlar

1804… Bir sonbahar günü , 16 yaşında olan Baden Prensesi Wilhelmine görkemli bir düğünle Hessen Dükalığını yöneten Prens Ludwig ile evlenir. Prenslerin sadece prenseslerle evlenmeleri; saray hayatına dayalı tekdüze, güç ,asalet, iktidar kavgaları kaçınılmaz olarak mutsuz birliktelikleri de beraberinde getirir…

Prenses Wilhelmine ile Prens Ludwig’in evliliklerinden biri kız, diğeri erkek iki çocukları olur. Buna rağmen  oWilhelmine yalnız ve mutsuzdur… Siyaset ve mahkeme işlerinden uzak kalmak, huzur bulmak için bir zamanlar Avrupalıların gül bahçeleri yaratma cazibesine sonunda o da katılır…

Darmstadt’ın doğusunda önceleri üzüm bağları olan bu tepeyi satın alır. Bu alanda dünyanın en güzel bahçesini yaratmak için dönemin en ünlü peyzaj ustası Zeyher-Friderich Sckell’i görevlendirir. İngiliz ve İtalyan bahçe sisteminin güzelliklerini bu alana taşır. Parkı, dolambaçlı yolları, nadir görülen ağaç ve çalı türleri, geniş çayırları , dinlenme oturaklarıyla huzur veren bir vahayı andırır. Burası aslında bir İngiliz bahçesi olarak tasarlanır. Bu alanda bir çay evi, bir de oldukça mütevazi bir kır evi inşa ettiren Wilhelmine, burayı kendisi için inzivaya çekilme alanı olarak da kullanır.

” Dünyanın bu köşesi bana başka hiçbir şey gibi gülmüyor” diyen Wilhelmine’nin huzur bulduğu, ona tek gülümseyen bu alan, bir süre sonra 5 yaşındayken tifüsten ölen kızı Elisabeth’in anıt mezarına da ev sahipliği yapar. Kızının ölümünden sonra burası Wilhelmine’ye artık gülemez olur. Sonraları kocası Ludwig’ten de ayrılır.

Yüzyıllar boyunca bir tek derebeylere hizmet vermiş bu görkemli bahçe 1979 yılında belediyece kamulaştırılır ve halka açık hale getirilir. Matihilden Tepesi, sanat kolonisi eserleriyle dünyanın en güzel bahçelerinden biridir. İkinci Dünya Savaşı’nda halkın sebze ve meyve ihtiyacını da karşılamıştır. Yüzyıllar sonra bu bahçe nihayet halka da gülümser.

Güller Tepesi ki dünyanın en güzel ve sayılı bahçelerinden biridir. Lahey Sözleşmesi’nde koruma altına alınan bu kültür mirası, sözleşme gereği bundan böyle hiçbir savaşta çatışma alanı olarak da kullanılmayacak ve zarara uğratılmayacaktır. Dönemin en usta mimarlarının ve peyzaj ustalarının, ”Almanya’nın daha önce hiç görmediği” bir baçeyi yaratma çabaları boşa gitmez. Dünyanın sayılı güzel bahçesi olan buradaki Güller Tepesi’nde 200’den fazla çeşit ve 10 binden fazla gül ve çiçek açar. Mayıs ayından Kasım ayına kadar geçen sürede Güller Tepesi, en güzel kokularını egzotik bir hava ile etrafa yayar.

19’uncu yüzyıla ait bu tarihi bahçenin kapısından girdiğimizde betondan dökme kalıplar üzerine kurulu 6 aslan heykeli  bizi heybetle karşılar. Halk arasında bu aslanlara, “hapşıran kirpiler” de deniliyor. Bu yapı Albin Müller adlı bir mimar ve heykeltıraş tarafından yaptırılmıştır ki onun eserleri bu kentin birçok yerinde gözümüze çarpar.

Albin Müller ünlü bir mimar, başarılı bir heykeltıraş ve yapı ustası ama aynı zamanda şair ve ressam…Müller hatırı sayılır ölçüde ödüllerin sahibi biri olarak bu kentte anılır. Fakat onun Nasyonal Sosyalistlere, Nazi faşizmine verdiği destek, “Heil Hitler” ile başlayan makalelerinden kimse söz etmez.  Adı Arheilgen ilçesinde bir sokağa bile verilmiştir.

Bu kentte yaşamak bir şans mı ? Yoksa her taşın altından bir faşistin çıkması bir ceza mı ? sorusu hep bellekleri yokluyor…Güller Tepesi’nde 1981 yılında uzun bir yola adını vermiş başka bir isim daha var ki işte bu bahçe artık hiç gülümsemez oluveriyor. Kasimir Edschmit (1890-1966) Darmstadt kentinde büyük bir yazar olarak kabul edilir.1919 ”Darmstadt Secession”un kurucu ortağı ve 1921 yılına kadar da başkanıdır. 1927 yılında Hessen Halk Devleti onu “Georg Büchner” ödülüne layık görür. Nasyonal Sosyalizm döneminde yazı yazması , yayın yapması  ve hatta konuşmasının bile yasaklandığı o dönem kitaplarının da yakıldığı söyleniyor.

1949 yılı Alman Dil ve Şiir Akedemisi Başkan Yardımcısı. Pen Merkezi Genel Sekreteri ve Onursal Başkanı ünvaları, Giessen Üniversitesi’nden fahri doktorası, 1957 yılında Frankfut kentinden Goethe Plaketi alması…Yazmak ve saymakla bitmez onur ve ödül plaketleriyle Alman Yazarlar Birliği tarafından ” Işık hüzmesi” olarak anılır.Berlinli Marksist yazar Walter Benjamin için, (Alman faşizminden İspanya kaçmış ve 1940 yılında orada intihar etmiştir…) iddiasız ve ilgisizliğin simgesi olarak bahseder.Kasimir Edschimid, bununla da yetinmez yazılarında  çokça ırkçı pazajlara da yer verir.

” Seyahat raporlarında” Afrikalı kadınlar için şunları yazar: “ Hayvanlardan daha güçlü bir kokuları var. Bu nedenle kamp yaparken insanlar yırtıcı bir ziyaretin tüm olasılıkları için, seçkin bir beyaz adamın çadırının etrafına birkaç siyah koymayı severler, çok yıkananlarda bile hafif bir maymun kokusu var…”

1 Aralık 1932’de nasyonal yayımlacılığı konu alan “Volk Ohne Raum”, (Yersiz İnsanlar isimli romanı tamamıyla ırkçı, Ari Alman ırkına hitab eden bir kitaptır…) romanının yazarı Hans Grimm’e şunları yazar: ” … iki korkum var. Birincisi, bu kalıcı zihinsel tutumların bir sonucu olarak Nazi hareketi çok hızlı bir şekilde çöküyor ve bu nedenle harekette gerçekten olumlu ve  canlı olanı olumlu bir şekilde uygulayamıyor ve ikincisi, hareketin iktidara gelmesi durumunda sonuçta üçüncü ve dördüncü sınıf insanların bu iyiliği boşa gidiyor…”Yine 1933’te Grimm ‘e yazdığı bir mektupta ne kadar da Ari bir Alman olduğunun feryadı vardır:

“Korktum ki ismimin o an için, kütüphanelerin temizlenmesine yönelik bir listede birdenbire göründüğünü gördüm ve sonuç olarak o da oldu. Bir kaç kasabada kitaplarımın yakıldığını duydum. Kendimi birdenbire kalbimin her zerresinin savaştığı tüm yıpratıcı edebiyat camiasının arasında bulmanın utancını, acısını ve hayal kırıklığını,  tanımlayamıyorum. Alman halkının ayağa kalkması için yazılarımda elde ettiğim gelirle dünyayı tekrar tekrar dolaştığımı düşünürsem Marksist bir hareketin izini bile almadım… Ve her mantığa ve tüm adalete karşı, nefret ettiğim insanlarla birlikte adım anılınca nefes dahi  alamıyorum. Bir Yahudi ile karıştırılmış olabilirim. Hayal edilebilecek en iyi Aryan soy ağacına sahibim.”

 

Yüksek düzeydeki Nazi yetkilileriyle temaslarını sürdürdü. Savaştan sonra tüm soruları yanıtsız bıraktı ve yargılanmadı. ” O günler için konuşmak istemediğini” söyledi. 1966 yılında Darmstadt eski mezarlıktaki ”şeref  mezar” alanına gömüldü.

Nazi döneminin en büyük oportinistleri arasında sayılması gereken bu yazarın, tüm bu ödülleri ve isminin Güller Tepesi’nde bir yolla hala anılması da cevapsız sorular hanesinde yazılı kaldı. Edebiyat dünyasındaki gelişimini asıl olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra elde etmiştir.

Güller Tepesi ki herkesi gülümsetir…Dünyanın her yerinden getirilen çiçek ve gül çeşitleriyle Mayıs ayıyla başlayıp Kasım ayının sonuna kadar süren bu büyülü ve rengarenk atmosfer bir yanıyla da Babil’in Asma Bahçeleri’ni anımsatır. Fakat bu faşit isimlerin varlığı bunu gölgeliyor. En azından onların aslında kim oldukları halka açık bir şekilde anlatılmalı, bir pano üzerinde yazılmalı, teşhir edilmelidir. Bu gelecek kuşaklar açısından daha çok anlamlı olacaktır. Çünkü neşter atılmamış her yara faşizmin bir gün hortlayacağı, felaketlerin korku ve kaygılarını da barındıracaktır.

Güller Tepesi’nden Ludwig derebeylerinin anıt mezarlarından, asırlık ağaçların gölgelerinden ağır ağır ilerleyip tepenin eteğine indiğimizde Dieburg sokağının sol yanına döşenmiş küçük bir tökezleme taşıyla karşılaşırız. George Fröba’dan başkası değildir o taşa işlenen isim. Faşizme karşı canını ortaya koymuş Darmstadtlı bir direnişçi, DKP (Almanya Komünist Partisi) örgütlenmesi ve direnişlerle ön cephede yer almış bir terzi, bir sendikacı, gestaponun ağır işkencelerine yenilmemiş saygın bir direnişçi. Hapislere gestaponun ensesindeki takibine rağmen, bildiriler dağıtıp halkı örgütlemeye halkın yaralarını yine halkla birlikte dikmeye çalışan onurlu biri.

Yazık ki o da Georg Büchner gibi bir ihbar sonucu gestopo tarafından tutuklanır. Yalnız Büchner İsviçre’ye kaçmayı başarsa da Georg Fröba, savaşın bitimine az bir süre kala Frankfurt hapishanesinde bir duvar dibinde SS’lerce kurşuna dizilir. 1947 yılına kadar morgta bekletilen cesedi Frankfurt krematoryumunda yakılır. DKP’nin girişimiyle külleri Darmstadt eski mezarlığındaki aile mezarlığına defnedilir. Uzun yıllar süren mücadeleler ve girişimler sonucu kentin en ücra yerindeki bir kasabanın çıkmaz sokağına adı verilir. (Alsbach- Hanlein)…Bu kasaba ne UNESCO koruması altındadır ne de Lahey Sözleşmesine dahildir. Buradan binlerce iç ve dış turist gelip geçmez. İnsanlık için direnen isimlerin yaldızlı ödülleri yoktur. Tanıtım panelleri kısıtlıdır.

Bir zamanlar sanatın ve edebiyatın altın yıllarını yaşayan Darmstadt’ta hangi ödüllü taşı kaldırsan neredeyse altından bir Nazi yanlısını çıkıyor. Hemen hemen her taşın altından dekanlarından profesörlerine, operacılarından fabrikatörlerine kadar bir yığın Nazi yandaşı…

Cevapsız sorularla, yargısız, yargılamasız, teşhirsiz öylece gülümsüyorlar ve bu kadar rahatlar…

“Asla unutma , asla affetme ” demişti direnenlerin biri. “Unutursan şayet, beyaz bağcıklı botlarla yeniden gelecekler, yeniden tepelerden …Veİnsanlığı kızıl kana yeniden, hep yeniden boğacaklar, unutma…”

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: Ukrayna sadece Ukrayna değildir ya da ”Büyük Fotoğraf”
Temel Demirer: Aşkın Tanım(lar)ı

Öne Çıkanlar