Gulan misafir şimdi burada, sefa gelmiş, hoş gelmiş. Dört bir yanda çiçekler açmış. Renklerin en güzeli; beyazı, sarısı, kırmızısı, pembesi, moruyla rengarenk çiçekler…Güneşin engin kollarında parıldayan; papatyalar, gelincikler, zambaklar…
Papatya
Mayısta açan bir çiçektir Beybun (Papatya). Zariftir, hassastır. Renkleri masumiyetin rengidir. Rengi ve duruşu zor koşullara bir tavırdır, dirençtir. Ne de çoklar ama siz çok olmalarına bakmayın çünkü her biri mücadele alanında bir başına açar. İncecik bedenleri savrulur, esen rüzgarlara karşı toprağı saran köklerine tutunur…Zor koşulların çiçekleridir ve sebat etmeyi bilirler. Beybunlar onurludur, alçak gönüllüdür, etraflarına her daim yaşam enerjisi saçarlar.
Beybun’un Dikiş Kutusu
Dikiş kutusunun bir kutsallığı vardı bizim evde. Emek demekti, iş demekti, geçim derdi, para demekti. Annemin eli koluydu. Bizim geleceğimizdi. Annem gecesini gündüzüne katar, bir yandan evin işleri görür, diğer yandan bize bakar, bir de ev ekonomisine katkı sunabilmek için dikiş dikerdi. Kendine ayıracak bir dakikası bile yoktu. Bütün hayatını çocuklarının geleceğine adamıştı. Bizim evin türküsü, ninnisi de dikiş makinesinin çıkardığı sesti. O sesle eğlenir, o sesle uyurduk. Makinenin sesinin ekmek olduğunu, aş olduğunu, gelecek düşleri olduğunu bilirdik.
O narin güzel kadın, ömrünün çok uzun bir vaktini dikiş makinesinin önünde geçirirdi. Görünmeyen ev içi emeğinin yanında, aralıksız çalışan bir emektardı annem.
Ev içi emeğin tüm sorumluluğu kadına yüklendiğinden ve bu durum doğallaştırıldığından kadının ev içinde yaptıkları görülmezdir. Erkek egemen kültüre göre ev içi emek kadın işidir, erkek işleri yanında değersizdir, kadının doğal parçası ve doğal yatkınlığı ile servis edilir, onun için görünmezdir.
Annemin verdiği bu emeği saygıyla anıyorum ve onun adına tüm ev içi emekçilerin emek gününü kutluyorum…
Gelincik
Mayısın en güzel çiçeklerinden biridir, Gûlebûk (Gelincik). Kavuşamayan aşkların çiçeğidir. Hüznün çiçeğidir. İlgi ister, sert davranmaya gelmez. Hassastır, narindir. Gelincik tarlası; yara almış, savrulmuş, hor görülmüş tek başına kalmış, sayısız gelinciklerle doludur.
Bu da onun sevdiğine kavuşamamasının yüreğinde açtığı derin yarasını gösterir. Gelinciğin kırmızısı, ince, sedefimsi dokusu onun yüreğindeki inceliğin, siyahı ise yüreğindeki acının rengidir.
Gûlebûk’un Çantası
Sahip olduğu bütün değerler o çantanın içindeydi. İki fotoğraf, tuşlu bir telefon, dört parça kullanılmış çarşafın parçaları. İstenmeyen gelindi Gûlebûk. O bir katildi. Kayınvalidesi öyle söylüyordu. Evlenmeden önce çok sevdiği Murat’la çıktıkları bir gezide arabayı kullanan Murat’ın abisinin yaptığı kazada ikisi yaralanmış, abi ise hayatını kaybetmişti. Gizli tutulan aşkları herkes tarafından öğrenilmiş, kırk gün sabreden ailesi kolundan tuttukları gibi Murat’ın evine götürmüş ve böylece namuslarını korumuşlardı!
İstenmeyen gelin, o evde altı yıl geçirmiş, iki çocuk doğurmuş, her dakika, her saniye kayınvalidenin zulmüne uğramıştı. Defalarca baba evine dönen Gûlebûk annesinden, babasından, abilerinden hiçbir destek alamamış, tek şartla kabul edileceği açıklanmış, tekrar aynı eve, üstelik zorla gönderilmişti. Çocuklarım olmadan asla diyen yaralı kadın işkence gördüğü, acılarla yorulduğu istenmediği o eve geri dönmüştü. Bu ev hiçbir zaman onun olmamıştı. İkisini de bırakıp gidersin diyen kayınvalide, oğlunu da geline karşı doldurunca, hayatı çekilmez bir hal almıştı.
İki canını o evde bırakarak evden ayrılmış, acılarla dolu hayatı şimdi büyük bir mücadeleye dönmüştü. Ona yönlendirilen tehditlere rağmen güçlü bir duruşu, yeni hayatına ait planları vardı. Kendi başına ayakta duracak, bitiremediği okulunu tamamlayacak, maaşlı bir işi girecek, çocuklarını yanına alacaktı. Çantasını açtı. Bir fotoğrafı öpüp, kokladı sonra yanık bağrına bastı. Bir anne için en büyük acı çocuklarından ayrı kalmaktı. Telefonunu aldı. Bu beni hayata bağlıyor dedi. Çocuklarımın sesini duyuyorum. Bir de eski çarşaf parçaları, onlar ne diyeceksiniz; Gûlebûk ücretli ev emeği veriyordu. Bu çarşaf parçalarıyla camları daha güzel siliyordu. Cam bezlerini her zaman yanında taşıyordu.
Kadına atfedilen ev içi işler, zamanla ‘yardımcı’ adıyla bir diğer kadına verilmiştir. Ev sahibi kadın, ‘yardımcı’ kadının patronu olmuş, aralarında sınıf farkları oluşmuştur. Kadınlardan biri diğeri üzerinde para ve kariyer üstünlüğü kurarken, diğeri daha maharetli ve daha temiz olması üstünlüğünü kurar. Erkekler bu alandan kendilerini uzak tutar ve farklılaştırır. Ev içi ücretli emek veren kadınlar da diğer kadınlardan farklılaşır.
Emektar, yaralı bu kadının verdiği hayat mücadelesi önünde saygıyla eğiliyorum. Onun adı ve anısıyla; ücretli ev emeği veren bütün ‘yardımcı’ kadınların da emek gününü kutlarım.
Zambak
Mayıs çiçeğidir Sosin (Zambak). O bir kanatlı tanrıçadır, tülden kanatlarıyla yeri göğü birleştirir. Saflığın, masumiyetin sembolüdür. Tatlı kokusuyla, şekliyle, renkleriyle kadını temsil eder. Güzelliğinin yanında, yaşadığı alana kök salan, güçlü, mücadeleci, hiçbir çiçekte olmayan cesaretin sembolüdür. Kadının fiziksel ve ruhsal saflığını temsil ettiği için, ilham verici bir çiçek olmuştur. Tanrıçaları temsil etmiş, kutsal değerler atfedilen Zambak inanışlarda yerini almış, düğünlerde ve ritüellerde kullanılmıştır.
Sosin’in Siyah Poşeti
Koca bir siyah poşetle kaldırım kenarında oturan yaşları kırk ile elli arasında olan çok yorgun ve düşünceli birkaç kadın dikkatimi çekti. Sınır kapısının önündeyiz. Arabalar kuyruk oluşturmuş. Kalabalıkta koşuşturanlar bir telaş içindeler, birbirlerinden bir şeyler alıp verenler, siyah poşetlerindeki kaçağı sınırdan geçirme telaşındalar.
Karıncalar…Bu isimle anılmalarının sebebi dedelerinin kaçağa giderken tek sıra halinde karıncalar gibi yürümelerinden geliyor. Şimdi torunları bu işi yapıyor. Bu kalabalığın içinde dört beş kadın var. Ellerindeki siyah poşete dünyalarını sığdırmışlar; birkaç karton sigara, birkaç paket çay, üzüntüleri, sevinçleri ve ötelenmiş, yaşanmamış hayalleri.
‘Kadın karınca ‘olmak: Yoksulluğun, işsizliğin yoğun olduğu bu bölgede, ekmek parası kazanmak, sınırları zorlamayla oluşuyor. Kadın boyutunda düşünüldüğünde; eğitimden yoksunluk, işgücüne katılamama, sosyal dışlanma, sosyal korunma yoksunluğu onu burada bu mücadeleye itmiş bulunuyor.
Bulunduğu bu alan bir kadının ruhsal ve fiziksel halini zorluyor. Kadınları dışarıdaki iş gücünden uzaklaştırmaya çalışan eril zihniyet burada da tamamıyla görünür durumdadır. Kalabalıktan uzak, bir köşede sinerek birlikte oturan kadınların,bu ortamda da dışlandığını, hor görüldüğünü görebilmek mümkün. Eşini kaybetmesi veya eşinin cezaevinde olması, çocuklarının iş bulamaması gibi birçok neden ‘karınca kadınları’ bu zorlu hayat mücadelesine itmiş durumda ve onlar aslında zor şartların çiçekleridir.
‘Karınca kadınlar’; güçlüdürler, cesaretlidirler…
Emektar bu kadınların verdiği mücadele adına; evde, işte, toplumda dışlanan ezilen, sömürülen, emeği görünmez ve değersiz sayılan bütün kadınlar adına emek günümüz kutlu olsun…
Yaşamak istediğimiz ortamlara, değere kavuşmak üzere…
Mücadelemiz güçlü kalsın…
Bıjî Yek Gulan…