Çöküntünün başlangıcını geçmiş, neredeyse sonuna gelmiş olan Türk devletinin yeniden yapılandırılması çalışması ve iktidarı elinden bırakmak istemeyen ama ekonomik-politik gündem yaratamayan bir güruhun yaptıklarına kimi zaman seyirci kimi zaman da destek vererek çöküşü hızlandıran bir toplumsal yapı günümüz gerçekliğini oluşturuyor.
Körlerin fil tarifi gibi herkes elinde bulundurduğu nesneden yola çıkarak çözüm üretmeye çalışıyor. Bütünü bırakıp parçaya yoğunlaşmanın meydana getirdiği durum, herkesin üzerinde uzlaşacağı bir çözüm üretemiyor. Üretmesi de mümkün değil, çünkü sömürgecilikle bütünleşmiş bir devlet yapısının kırılmadan ortaya yeni ve çözüme odaklı bir yapının çıkması mümkün değil.
Her ne kadar zamanında yapılacağı söylenen seçimlere aylar olmasına rağmen bir defa gündeme girdi ve gerek iktidar, gerekse diğer partiler açısından gündemden sökülüp atılması mümkün değil. Ekonomik sorunların yoksul halk kitlelerinin üzerinde oluşturduğu ağır baskı, ahlaki dejenerasyon, Kürtlere karşı açıkça ilan edilen ve soykırımı hedefleyen savaşın Türk devleti açısından bir bataklığa dönüşmesi, iktidarın en uzak halkasına kadar, “sonumuz yaklaşıyor, ne kadar çalarsak o kadar kârdır” anlayışı ve kendilerini muhalefet olarak adlandıran oysa gerçekte iktidardan gözle görülür ölçüde farklı bir ekonomik-politik anlayışa sahip olmayan “masa” kurucuları ve bütün bunlardan ayrı olarak iktidarin görünen, “masa”nın ise görünmeyen baskısı altında bulunan demokrat devrimci çevrelerin gündemi seçime odaklanmış durumda.
AKP-MHP iktidarı bir provakasyonla seçimleri ertelemek veya sahtekarlıkla kazanarak yeniden iktidarı elde etmek dışında mevcut koşullarda seçimleri kaybedecek gibi görünüyor. Türk devletinin “gizli” iktidarının ise siyasal islamcı kanadı gözden çıkararak yerine Millet İttifak’ı ve başkanı olarak da Kılıçdaroğlu’nu hazırladığı bilinen bir gerçektir. Kılıçdaroğlu’nun Güney Kurdîstan’a gidip Kürt sorununu çözeceğini söyleyip, ardından Kuzey Kurdîstan’da ise terörü bitireceğini ilan etmesi bize nasıl bir iktidarın geleceğini gösteriyor. Bu durumdan çıkaracağımız en önemli sonuç: Erdoğan veya kim olursa olsun Türk devletinin Kürtlere bakışının değişmeyeceği gerçeğidir. Ancak çoğunluğun hücrelerine kadar işleyen iyimserlik o kadar derine inmişki, en küçük bir hukuki hak, bir meclis ziyareti dağlardan oluşan bir umut yaratıyor ama bu dağların buzdan oluştuğunu göremiyoruz, görmek istemiyoruz.
Seçimlerde barajı geçmek bir zafer midir, ya da verilen mücadelenin hedefi ve istenilen sonucu mudur? Baraj geçilirse HDP’nin hükümet ortağı olması, olası mıdır, HDP’ye her türlü baskıyı uygulayan, zindanları reva gören bir devlet, HDP’nin Türk devletinin karar alma süreçlerine katılmasına izin verecek midir? Geçmişten bugüne baktığımızda devletin Kürtler söz konusu olunca sınırsızca zalimleştiğini görebiliyoruz. Ayrıca en basitinden demokrat olmaya karar veren bir devlet, meclisten çıkaracağı ve uygulamasını da yerine getireceği yasaları bir gecede çıkarır. Daha yasaya bile ihtiyaç duyulmayan hasta tutsakların durumu ortada.
Siyasi geleceği okumak kolay değildir, hele ki Türk devleti gibi bir devletin geleceğini okumak risklidir. Bir gecede hükümet kurulunun idama gitmesi, iktidar olduğunu sanıp mahkum olanların belgeleri ortadayken, görüş bildirmek zordur ama zorunludur. Elimizde bulunan verilere bakarak nesnel gerçekliği değerlendirmek bir nebze de olsa görüş bildirmeyi sağlar.
Bir savaşı sürdüren ve savaş kurallarını bile hiçe sayarak (kimyasal silah kullanımı, esirlere işkence ve katletmek gibi) suçları işlemeye devam eden, Kurdîstan’ı işgal eden, soykırımı sürdüren, HDP’nin üzerinde “Demokles’in Kılıcı” gibi sallanan kapatma davasını yedekte tutan ve daha nice zulmü uygulayan hükümet midir, devlet midir? Elbetteki Türk devletidir, hükümetler de bu kararların uygulayıcısıdırlar. Böyle bir durumda HDP’yi de dahil ederek bir çözüm süreci gerçekleşebilir mi, asla. Elbetteki her zamanki politik taktikleri uygulayabilirler.
Ceza maddelerinde yapılacak indirimler, bazı hasta tutsakların salıverilmesi, Kürt halk önderi Öcalan’ın avukat ve aileleriyle görüşüne (belirli bir süre) izin verilmesi ve anayasal demokratik hakların kullanımına bir süre göz yummak gibi görünürde siyasi havayı yumuşatacak adımları atmaları devletin Kürtlere olan bakışını değiştirir mi? Bir toplumsallık gerçeğinden uzak, ne kendini ne de çevresinde olan biteni anlayıp, sorgulayıp karar alma sürecini bilmeyen, hem kendine hem de kendinden başka herkese düşman ve kelimenin tam anlamıyla faşist bir devlet ve onunla birleşmiş bir halk var karşımızda.
Çözüm isteyen bir devletin Kürtlerin ağzına bakmasına gerek yok. Gerekli yasaları bir günde çıkarır. Zindanlarda esir tutulanlardan, sürgünlere gönderilenlere kadar açılan bütün davalar düşürülür (genel af beklentisi değil, ortada suç işleyen devlettir), işgal edilen bölgelerden çıkılır, Kuzey Kurdîstan’da yönetim Kürtlerin siyasi tercihlerine bırakılır. Bu önerileri çoğaltabiliriz, temel olanları yazmak yeter.
Kendi öz gücüne güvenmeyen, sorunun sömürgeci ve faşist bir ülkenin demokratik olduğunu sanarak çözüleceğinin hayalini kuran ve düşmanın sırtını okşamasından büyük umutlar doğuranlar, farkında olmadan hepimizi düşmanın bıçağını yalamaya davet ediyorlar. Türk devletinin 100. kuruluş yılında yapılacak olan törenlerde boynumuzu kesecek olan bıçağını…