Türkiye depremde tümden sınıfta kaldı. Meslek odaları, muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri, medya organları kendilerini gözden geçirmeli. Herkes çöküşün bir parçası. Körüklenmiş nefret söylemi ve kutuplaşma, acılarımızı ortaklaştırmayı engelledi ve birçok insanımızı kendi mahallesine hapsetti
Büyük İstanbul depremi geldi geliyor tartışmaları arasında, iki büyük felaket Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat pazartesi günü 9 saat arayla yaşandı.
Ülke şokta. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Çarşamba günü Hatay’da ”Böylesine büyük bir felakete hazırlıklı olabilmek mümkün değildir” dedi. Doğrudur ama insanlarımızın yaşadığı terk edilmişlik, çaresizlik duygusu, birçok ölüm, yıkım ve mağduriyetler büyük ölçüde engellenebilirdi. Bunun için aklın gereğini yapmak, kamusal yetkileri üç beş rantçının çıkarı için değil, ülke insanlarının güvenle yaşaması için kullanmak yeterdi.
Böyle yapılsaydı, 21.yüzyılda, cumhuriyetin ikinci büyük depreminde, bu kadar büyük yıkım olmazdı. Kentler, mahalleler, sokaklar yok olmazdı. Bölgede hala ulaşılmayı bekleyen göçük altında insanlarımız olmazdı.
Yirmi üç yıl önce 20 binden fazla insanın ölümüne yol açan 17 Ağustos 1999 Kocaeli Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinde de; “kimse yok mu, ses ver” çığlıkları, devlet nerede çığlıklarına dönüşmezdi.
1999 Marmara depremi sonrasında, kamunun siyasi tercihlerinden kaynaklanan sorunların, yetersizliklerin giderilmesi ve travmaların atlatılması; yaygın toplumsal dayanışmayla, gönüllülerin, sivil toplum kurumlarının eşgüdümlü çalışmasıyla başarıldı. Kamunun başaramadıklarının büyük bölümü, sivil toplum ve yurttaşların dayanışması ve çabasıyla başarıldı. Yeterli oldu mu, olmadı.
6 Şubat 2023 Maraş merkezli iki büyük depremde sorunlar çok daha fazla arttı. Bir anlamda kamunun çöküşü görüldü.
Projeksiyondan yoksun, rantçı kamuculuk
Merkezi ve yerel yönetimler, kentsel rantçılık politikaları nedeniyle, deprem kuşağında olmamıza rağmen, depreme dayanıklı yapı planı uygulamıyorlar. Afet ve deprem krizini yönetecek kapasite, kurumsal yönetim yapılanması ve kamu projeksiyonu yok. Merkezi ve yerel yönetimler, kamu yararından uzak, inşaat sahiplerini esas alan, iskân, imar planı ve denetimler uyguluyorlar. Kentsel dönüşüm çalışmaları dâhil her türlü şehircilik çalışması, esas olarak yeni rant alanları yaratılması için yapılıyor.
AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı), öncesinde farklı birçok kurumun uhdesinden olan deprem çalışmalarını tek elden koordineli yürütmek gerekçesiyle 2009 yılında kuruldu. Böylece zaten yetersiz olan merkez, yerel yönetim ve kamu yönetimi ile sivil yönetim toplum katkısı dengesi birincilerin lehine tümden bozuldu. Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemine geçilmesiyle AFAD, gerçek anlamda işlev görmesi zorlaştırılan, etkisiz siyasi operasyon kurumuna dönüştü.
Daha toprak altındaki insanların tamamına ulaşılmadan, yıkılan binaların molozları kaldırılmadan devletin inşaat şirketi TOKİ’nin devreye sokulma planı açıklandı. TOKİ’nin ne yaptığını 2011 Van, 2020 Elazığ ve İzmir depremlerinden tecrübe ettik.
10 ilde ilan edilen üç aylık OHAL, yeni hukuksuzların ve hak gasplarının habercisi. Muhalif partilerin, belediyelerin sivil toplum örgütlerinin ve dayanışma gönüllerin çalışmalarını keyfi engellenmesine yenileri ekleneceği anlaşılıyor. Medyaya tehdit ve sosyal medya kısıtlamaları, tutuklamaları başladı. İktidarın tehdit diliyle ve OHAL tarzı uygulamalarla süreç yönetilemez. Bu tür dönemler bunlar sökmez.
Depreme yeterli yatırım yapılmıyor
Merkezi ve yerel yönetimler deprem kurtarma çalışmalarına, doğrudan siyasi karşılık üretmediğinden yeterli, uzun vadeli ve doğru yatırım yapmıyor. Devletin bu alandaki biricik kurumu olan AFAD’ın uzman kurtarma personel sayısının 8479 olması, 85 milyon nüfuslu bir ülkede her şeyi anlatmaya yeterli olacaktır. 10 ilde kurtarma çalışması yürütememesini bir kenara bırakalım, AFAD sivil gönüllü katılımcıların ve diğer kamu kurumlarının çalışmasını bile yeterince koordine edemedi.
Depreme karşı toplumsal kültürün geliştirilmesi gerekiyor. Türkiye, şehirleşme hızına paralel bir şekilde şehirlerde yaşama kültürü gelişen bir ülke değil. Son günlerdeki büyük toplumsal dayanışma davranışı; yurttaşlık sorumluğunu ve kültürünü geliştirecek bir yoldan ilerletilmelidir.
Bunun ilk nüveleri 1999 Marmara depreminde; İstanbul, Kocaeli, Yalova, Ankara ve İzmir gibi bütün illerde içinde meslek örgütlerinin, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin, bireylerin yer aldığı platformlarla, koordinasyon merkezleriyle atılmıştı.
Toplum bugün kurtarma çalışmalarındaki gecikmelerle, koordinasyonsuzlukla, aksamalarla; biraz da bu iktidarın AKUT’u etkisizleştirmesine karşı sessiz kalmanın ağır bedelini ödüyor.
Her şeyi merkezileştiren, kendi kontrolü dışında yaprağın dahi kımıldamamasını isteyen iktidar, sivil toplum kurumlarının ve yerel yönetimlerin yetkilerini ve çalışma alanlarını budadı, etkisizleştirdi.
Depreme karşı hazırlanmak için toplumsal örgütlenme, mücadele gerekir. Sınırlı sayıda insanın eğitilmesiyle bu iş olmaz. Toplum aktif özne yapıldığında nelerin başarılacağı Hatay’da, Maraş’ta görülmüş olmalıdır. Bu da bizdeki devlet ve yönetme geleneğiyle, alışkanlığıyla, yapısıyla başarılamaz. Dolayısıyla, bizdeki anti demokratik kriz ve afet yönetimi anlayışı değiştirilmeli, kamu mekanizması geliştirilmeli, yerel yönetimler ve sivil toplum kurumu çalışmaları etkin kılınmalıdır.
Depremzedelerin inisiyatifi geliştirilmelidir
Türkiye’nin afet ve kriz yönetimi politikası günü kurtarmak olduğundan, kurtarma çalışmaları sonrasında depremzedeler sorunlarıyla baş başa kalmaktadır. Evsiz, işsiz kalanlar, kaybettikleri yakınlarının acısıyla yaşamaya mahkûm ediliyorlar. Çadır ve konteyner gibi geçici yaşam alanlarından kalıcı, yerleşik yaşama geçişleri; yeni, derin ve yoğun sorunlar yaşamalarına yol açıyor.
Özellikle çocuklar ve yaşlılar gibi dezavantajlı grupları bekleyen bir dizi sorun dikkate alındığında, depremzedelerin Marmara depremi sonrasında geliştirdikleri sivil toplum ve birlikte davranma örnekleri dikkatle incelenmelidir.
Yaraları iyileştirmek için dayanışmayı büyütmekten başka yol yok.
Türkiye depremde tümden sınıfta kaldı. Meslek odaları, muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri, medya organları kendilerini gözden geçirmeli. Herkes çöküşün bir parçası.
Körüklenmiş nefret söylemi ve kutuplaşma, acılarımızı ortaklaştırmayı engelledi ve birçok insanımızı kendi mahallesine hapsetti.
/Politik Yol/