Yaşanan bu büyük felaketin henüz sözcüğü, grameri ve tanımı yok. Öylesine büyük ve kendine özgü ki yaşamımızın doğal akışını öldürdü. Hepimiz artık birer préhistoire (tarih öncesi) kalıntısı gibiyiz. Düşünce, mekan, zaman ve hayal kondisyonumuzdaki bu şok kendi histerisini de üretmiş durumda.
Doğal olaylar her zaman insanın ve tarihin seyrini değiştirmiştir. Ancak bu akışı bir başlangıç yada fırsat olarak materyalize eden şey olan biteni lehine çevirebilen siyasal aklın amacı ve hızıdır.
Maraş depreminin 48 saati dolmadan bölgesel hatta devletlerarası trafiğinin hızlanmasında bu önlem yada siyasetin kendisi yatmaktadır. Keza Türk egemen aklının insiyatif ve infaz şeklini başka türlü okumak mümkün değil.
Plansız kentleşmeden dolayı çağın felaketine dönüşen bu deprem, ruhsal ve sosyal rutinimiz kadar kavram haritamızı da değiştirdi. Tuhaf tanımlarla tabloyu okuyoruz artık. “Kolon kesmek” lafı da ne yazık ki bunlardan biridir. Mühendisliğin hasar tespitinde kullandığı bu kavramı yakın tarihe de adapte edebiliriz artık. Binaların kolonlarını fırsatçı ve aç gözlü tacirler kesti. Bireylerimizin geleceğini, kontrollü yapılaşmayı, yerinde sermaye ve coğrafik varlığının kolonlarını da biz kestik.
Pek çok kişi hükümetin “devlet” sorumluluğunu ıskaladığı için felakete davetiye çıkardığını söylüyor. Yani devlet, sağlam ve güvenilir hizmet sunma garantörlüğünü ihmal ettiği için büyük bir maddi-manevi-insani kaynak yok olmuştur. Bu tespit bile bizler için çoklu bir yüzleşmeye davetiyedir.
Bugün dünyada güvenili yapılaşmaya, yüzlerce katlık binalara imza atanlarla bizim aramızda ne gibi bir akıl ve yönetim farkı var. Hatta siyasal olarak gerici diye burun kıvırdığımız BAE’deki Burc El- Khalifa nasıl 160 katlı olarak yapılabiliniyor. Veya Mekke’deki Royal Clok Center. Batı Avrupa ve Asya devletlerindeki bina kalitesini sayamıyoruz bile.
“Devleti” bütün kötülüklerin kaynağı gibi görüp yine aynı kötülüğün maliyesinden ve idare şeklinden, güvenlik ve hizmet mercilerinden sorumluluk beklemek biraz tuhaf olmuyor mu? Madem devletçi idare ve iktisat gereksiz, niçin bütün güç ve güçlerimizi sivil toplum, vakıflar, okullar,sanayi ve kültürel atölyelere yönlendirmiyoruz o halde! Niçin bölgelerde topyekün kalkınma modellerini defacto şekilde uygulamıyoruz.
Hayat sadece bizi mi; sürekli muhalif, yurtsuz, yoksul, anarşist, tutunamayan, göçebe, fedakar ve bitimsiz bir mağduriyet sokağında doğurmuş da bizim mi haberimiz yok?
Aksi halde sayısız toplumun; sağlam, sağlıklı,başarlı, gururlu ve güvenli bir gelecekle tanıştığı hatta burun kıvırma lüksü bile bulduğu ama kötüdür diyemediği “devlet deneyimi” kolonlarımızı biz niye kesiyoruz!
Mitel Kürdlüğü, sadece cenazelerin başında annelerimiz çaresizce haykırdığında mı hatırlayacağız!
Artık bu çelişki kabına sığmayacak kadar denge ve sinir bozucudur. Hayat karartıcıdır, israf sebebidir. Ve her olayda biraz daha herkesi, herşeyi prehistorik hale getirmektedir. Kimi kolonları kestikçe biz de altında kalıyoruz…