Kilit taşı kemer, kiriş ve köprülerde en üst ve ortada bulunur, yapıyı tutup sağlam kalmasını sağlar. Çekilip alındığında, tuttuğu ne varsa ve ne kadar heybetli ve ne kadar sağlam görünürse görünsün yıkılır gider. Bu nedenle kilit taşı kendi alanında kullanılan tanımını başta politik alan olmak üzere birçok alana taşımıştır.
Toplumsal yapıların üzerinde yükseldiği kurumlar belirli bir sınıfın çıkarları doğrultusunda yükselir. Bu sınıf kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdiği toplumsal hayatın düzeni, sosyal ve siyasal kurumların etkisi gibi müdahalelerle kendi geleceğini yeniden ve sürekli olarak üretir. Ancak, hayat sabit değildir ve değişim bu kendini değişmez ve kalıcı sanan yapıları da kapsar.
Her toplumsal yapının üzerinde yükseldiği bir takım etmenler vardir. Bu etmenler, o toplumsal yapıların kalıcılaşmasında, kurumların oturmasında ve bireylerin bu çember içinde yer almasını sağlar. Örneğin din, toprak, ülke, kültürel çalışmalar, eğitim ve öğretim yapıları, devlet yönetiminde oluşturulan ideolojik davranışlar gibi. Bunların her biri ayrı ayrı kilit taşı işlevini görür. Bu kilit taşları, bir piramit gibi aşağıdan yukarıya doğru yükselirken gittikçe azalarak, bir anlamıyla tekleşerek ve o tekliğin de hepsini kapsayarak tekleşmesinin taşlarını döşer. Bir kavramla ifade edilir ama bilinirki, o kavram bütün bileşkeleri kapsayarak oluşur.
Türk devleti kurulurken kilit taşı olarak din, mezhep ve Türkleşmeyi seçmiş olmasına rağmen cumhuriyet ilanı ve ardı sıra gelen yıllar itibariyle vatan ve bütünlüğünü kilit taşı olarak belirledi. Böylece “sınıfsız ve imtiyazsız” bir ulus devletin oluşumunun harcıyla birlikte temeli de oluştu. Kemalist düşünce yapısının egemenliği altında bulunan her halka, her inanca ve her sınıfa gerek soykırım, gerekse diğer baskı yöntemleri kullanılarak bu kilit taşı dayatıldı. Okuyup araştırmaya gereksinim duymayan ve muhafazakarlıkla donanmış kitlelerin kolaylıkla benimsediği bu anlayış, onlara bir kimlik sağladı. Görünürde hiçbir yararı olmamasına rağmen yine de bir ulus olmanın ve sömürge halinde bulunan halklara karşı üstünlük sağlayan bir statüko elde edildi. Böylelikle sömürülen kitleler, bu sömürünün kaynağına yönelmek yerine, kendilerinden aşağı gördükleri Kürt, Ermeni, Rum ve diğer halklara karsız yöneldiler. Çünkü yoksulluklarının, güçsüzlüklerinin ve çözümsüzlüklerinin kaynağının “Devlet-i Aliyye” olmadığını, anılan halklarla beraber komünistler ve Alevilerin olduğunu düşünmek daha kolaydı. Ebedi düşmanlar bulunmuş, her dönem “birlik ve bütünlük” teranesi terennüm edilerek, huşu içinde cumhuriyet kutsanmaya devam edildi.
Seçilen kilit taşı uzunca bir dönem işe yaradı, yapıyı ayakta tutmayı başardı. Soykırımlar unutulmaya yüz tutmuştu. Bu dönemde vaad edilen cennetten günler, seçimden seçime ertelenerek süreç atlatıldı. Ancak her yapının bir ayakta kalma süresi vardır, aşınarak yıkılır bu heybetli görünüp görünmemesinin hiçbir anlamı yoktur. Ancak görüldü ki bu yapıya konulan kilit taşı gerçek anlamda bir kilit tası görevini görmekten uzak, geçici ve eklemlenmiş bir kilit taşının işlevine sahip olmaktan öteye değildi. Herşeye rağmen diğer halklar kendi kimliklerini yaşatıp, geleceğe taşıdılar. Soykırım ve sömürgeleştirilmekten kaynaklı görünürlüğü azalsa bile bu kültür taşıyıcılığı devam etti.
Çözüm olarak sömürgecilikten vazgeçilip kimliklerin ve milliyetlerin kendi yollarında yürümeleri sağlanabilseydi belki ileride gönüllü bir şekilde ortak bir yönetim anlayışı kabul edilebilirdi. Böyle olmadığı için yapı aşındı. Kürtlerin neredeyse yarım yüzyıllık suskunluklarını bozarak silahlı mücadeleye yönelmeleri Türk devletini yeni bir kilit taşı aramaya yönlendirdi. Kuruluşunda belirlenen ilkelere daha sıkı sarılmakla birlikte yeni kilit taşı Kürtlerin kabul edilmesi ve “ortak vatan” fikri etrafında toplumsal yaşama kabul edilmesi oldu,. Ancak bu kabul edilme, Kürtlerin hak ve taleplerinin geri verilmesi anlamında değil de, çırılçıplak ve hiçbir talebi olmayacak şekilde “Kürtler var” anlayışına mahkum edilmek istendi. “Varsınız, ama ötesini istemeyin” anlayışının kabul edilmesi elbette mümkün değildi. Diğer yandan Rojava, Başur ve kısmen de Rojhilat’ın değişen sömürgeci yapılarının er ya da geç kendilerine yansıyacağını ve bu yansımanın da mutlaka kendilerini “iç anadolu” olarak adlandırdıkları yere hapsedeceğini bildikleri için yeni kilit taşını bir an önce dağılmaya yüz tutmuş yapının ortasına yerleştirmek istediler.
Darbeler, basiretsiz ve beceriksiz yönetimlerin ardından iktidarı ele geçiren “süslüman ve hırsızlar çetesi”nin devleti çöküş aşamasına getirmesi, tasfiye edilmekle beraber ayakta kalan kurumları yeni bir politika oluşturmaya yöneltti. Kendilerinin birleşmesi bir yana, görece demokrasi ve özgürlük bağlamında olan anlayışı da peşlerinden (kısmen de olsa) sürüklemeyi başardılar. Kılıçdaroğlu’nun adaylığının nerdeyse “mesih” olarak görülüp desteklenmesi bunu gösteriyor.
Yeni dönemin kilit taşı görevini trajikomik bir şekilde Kürtler üstlenmeye aday olarak ortaya çıktılar. Varlıklarına düşman bir devletin yıkılma aşamasında ayakta kalması için istedikleri “demokrasi ve özgürlük” için “demokratik seçimlerde” kullanılacak olan oylarının kilit görevini göreceğini defalarca dile getirdiler. Ancak bu kilidin açılması için anahtar görevini görenlerden talebin ne olduğunu henüz bilmiyoruz.
Iki çelişki aynı anda var olabilir ama bir süre. Mutlak surette biri diğerini çürütmek zorundadır. Kilit taşı görevini üstlenmek, var olan siyasi devletin ömrünü uzatmakla beraber, kendi varlığını tüketmek olacaktır.
Yaşadığımız yüzyılda, yeni yapılar ortaya çıkıyor. Geçmiş yüzyılların köhnemiş yapıları bir bir yıkılıyor. Herkesin kendi sınırlarında ama arada kalın çizgilerle çizilmiş sınırların olmadığı bir toplumsal hayatı kurup, kendi kendilerinin kilit taşı olmalarından sonra, belki hep beraber ve gönüllü olarak ortak oluşturulacak bir yapının kilit taşı olunabilir ama bu kilit taşının oluşumunda bütün halkların yer alması koşuluyla…