Tarihe baktığımızda egemenlerin muhaliflere karşı uyguladıkları her türlü baskı yönteminin farklılıkları vardır. Bunların içinde bireyi uzun süreli fiziksel denetim altında tutmak için geliştirilen baskı yöntemi olarak öne çıkan zindan/hapishane/cezaevi gibi insanların i̇deolojik olarak durduğu yere göre bu isimlerle tanımladığı bu yapılar günümüzde inkar edilemez bir şekilde insanı yok etmek üzere şekillenen bir anlam kazandı.
Modern kabul edilen ilk hapishane 1595 tarihinde Amsterdam’da yapıldı. Gerekçesi ise bir hırsızın idam edilmek yerine, eğitilmesi amacıyla yapılmış olmasıydı. Daha sonra İngiltere’de ve Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede böyle yapılar yükselmeye başladı. 1900’lü yılların başında hücreye kapatılmak sadece disiplin cezası anlamında uygulanıyordu.
Elbette sadece dört duvar içinde olmak tutsak olmak, buna karşın o duvarların dışında olmak da özgür olmak anlamına gelmiyor. “Devlet ve i̇deolojik aygıtları” günümüzde “içeri-dışarı” ayrımını çoktan kaldırdı. Şimdi hepimiz kapitalizmin ördüğü ‘dünya hapishanesi’nde bulunuyoruz.
Hücre tipi hapishaneler Türk devletinin tarihine 2000’li yıllardan itibaren girdi. Ancak hücrelere girmemek için direnen siyasi tutsakların ölüm orucuna yatmaları, direniş sonucu ve devletin görülmemiş bir vahşetle saldırmasıyla onlarca siyasi tutsağın hayatını kaybetmesi, bedensel bütünlüğünü yitirmesiyle gündemden düşmeden günümüze kadar geldi. Politik duruma ve sürekli inşa edilen yeni hapishanelere bakacak olursak daha uzunca bir süre gündemde kalmaya devam edecektir.
Kağıtlara yazılan ve egemenlerin istekleri doğrultusunda oluşan “kanun”lara bakacak olursak, topluma karşı suç işlemiş bireyleri, toplumdan belirli bir süre ayrı tutup eğiterek bir daha suç işlememelerini sağlayarak yeniden topluma kazandırıp! özgürlüklerini vermek diye anlatılagelen bu durumun gerçekte böyle olmadığını biliyoruz. Artık belirli bir süre cezalandırmak yerine özellikle tutsak edilen bireyin kişiliğini yok etmek üzerine kurulu bir amaç taşıyor. Örneğin 1970´li yıllarda Hamburg Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde yapılan bir deneyde ses ve ışık yalıtımı olan bir odaya konulan bireylerin daha sonra dışarı çıkardıklarında kişiliklerini kaybettikleri ve yeni kişilik empoze edilemediği gözlemlenmiştir.
Elbette politik amaçları için teorik ve pratik eylemlilikleri sonucu tutsak edilenleri ayırmak gerekir. İdeolojik haklılık, kararlılık ve inançları yüzünden tutsak edilenlerin tutumu diğerleri gibi değildir. Girdiklerinden daha olgun, daha tecrübeli ve daha bilinçli olarak dışarı çıkarlar.
Tecrit hiç kuşkusuz zamana yayılmış, planlanmış bir cinayetin yasalara uydurulmasıdır. Şiddet tekelini elinde bulunduran devletin bu cinayeti bilerek, isteyerek ve planlayarak uyguladığı bir ölüm şeklidir tecrit. Sadece hapishanelerle sınırlı kalmaması bu yüzdendir. Çünkü kurulu faşist düzene başkaldıran muhaliflerin ön saflarında çarpışan ve devletin şiddet gücünden korkmayanları dört duvar arasına kapatıp geri kalanları da bununla korkutmaya çalışmasıdır tecrit. Bir avuç asalağın kendi düzenlerini sürdürebilmeleri için geri kalan yoksul yığınları kendi dünyalarına hapsetmesidir tecrit… Amaç toplumun görünür bireylerine uygulanan tecridin, bu bireylerin şahsında topluma uygulanmasıdır.
Bugün Kurdistan ve Türkiye hapishanelerinde onbinlerce siyasi tutsak bulunuyor. Kimilerinin ağır sağlık sorunları olmasına rağmen, özgür bırakılmaları bir yana, tedavi olmaları bile engelleniyor. En ağır şekliyle Önder Öcalan’dan başlayarak tüm tutsaklara uygulanan bu tecritin kırılması için yeterli bir toplumsal muhalefet gelişmiyor, gelişmesine olanak sağlayan öncülerin mücadele yönetiminin eksikliğinden başlayarak uzayan bir gerekçeler listesi söz konusu. Oysa hangi gerekçe olursa olsun, tutsakların özgürlüğünün sağlanması mücadelesinin önünde bir barikat kurmamalıdır. İçerde bir ömür sayılabilecek kadar yatanlarımız var. 30 yıllık ağır tutsaklığı geride bırakanlar var. Hatta çeşitli gerekçelerle tahliyeleri ertelenenler var. Çıktıklarında ağır sağlık sorunlarıyla baş başa kalanlar var. Kısa bir süre yanında olunup geleceğe tek başına yürütülenler de var.
Tutsakların özgürlüklerinin sağlanması konusunda toplumu etkileyerek devlet üzerinde baskı oluşturacak politik bir çalışmanın sonuç alıcı bir şekilde yürütülmesine acil ihtiyaç bulunuyor. Bazen vekillerin, bazen sivil toplum kuruluşlarının, bazen de ailelerinin yaptıkları açıklamalar veya eylemlilikler sonuca götürmüyorsa oturup yeniden ne yapılabileceği üzerinde düşünülmeli ve ortaya gerçekçi ve sonuca gidecek bir politik tutumla çıkılmalıdır. Örneğin Şenyasar ailesi yaptıkları eylemle sonuca ulaşmak için sadece sayıya odaklanan anlayışa ciddi bir ders verdiler. Eyleme olan inanç ve kararlılık onlara geri adım attıramadı. Devlet uyguladığı onca baskıya rağmen ne eylem yerinden söküp atabildi, ne de vazgeçirebildi. Bu tutumu örnek alacak başka ailelerde olmalı mutlaka. Belki de başka ailelerin de başlatacağı bu eylemlilik süreci siyasal alanda öncülük edenlere de öğretici bir eylem olarak tarihte yerini alacaktır.
Bir yerden kırılmalı hapishanelerden başlayarak toplumsal yapılara yayılan bu tecrit. Kırıldığı zaman eylemin öğretici gücü bizlere önderlik edecek ve bizi tecride alan ne varsa kırılıp atılacaktır. Bu da ellerimizde bulunuyor. Kendi özgürlüğümüzü kendimiz sağlayacağız, bizi kendimizden başka kurtaracak hiçbir güç yoktur.