Ezop masalından aktarılan öyküye göre, Atinalı bir atlet Rodos’a gidip katıldığı yarışmalarda büyük başarılar kazandığını anlatırken, dinleyicilerden biri yere Rodos yazıp atlete der ki: “hic Rhodus, hic salta”. (İşte Rodos burada, burada da atla zaferini tekrarla).
Her büyük savaşın ardından yenilenlere imzalatılan ve adına “barış” denilen anlaşmaların ömrü, yenilenlerin güçlenmesi ve o anlaşmayı çöpe atmasına kadar geçen süreyi içerir. Öyle kitlelere empoze edildiği gibi “barışın egemen olduğu, dünyanin huzur içinde yaşadığı dönemler hiç olmamıştır. Bu iddia sadece savaşı kazananların yazdığı tarih kitabının sayfalarında yer alır. Yenilenler tarih kitabında ise “barış” yoktur. Kaybedilen onurun kazanılması için mücadelenin yeniden başlamasına eşlik edecek, intikam duygusunu besleyecek ve savaşın maddi koşullarını oluşturacak tarihin yeniden yazımı vardır.
Tarihle ilgili bütünlüğe dair yazılanlar içinde bir başvuru kaynağı kabul edilen Edward Carr “Tarih Nedir” kitabında: “tarihsel süreç süreklidir, bugünün geleceğe nasıl yansıyabileceğini bilmezsek, geçmişin bugüne nasıl dönüştüğünü de anlayamayız” diye yazarak bir anlamda aydınlatıcı bir belirlemede bulunmuştur. Bu temelde, tarihselliği kendisiyle başlatıp kendisiyle bitiren anlayışların öncülük edeceği bir tarih yazımının geçmişten kopuk olacağı, dolayısıyla da öncülük ettiği ne varsa aynı zamanda yok edeceğini de kabul etmek gerekiyor.
İster saldırı, ister intifada, isterse de ezilen halkın isyanı olarak adlandırılırsın sonuçta 7 Ekim tarihi Gazze’den başlayarak önce Ortadoğu’yu sonra da dünyadaki siyasal yapılar arasındaki ilişkileri değiştirecektir. Diyebiliriz ki, ağırlıklı olarak 1. dünya ve sonrada 2. dünya paylaşım savaşlarının belirlediği ve günümüze kadar gelen sosyal ve siyasal ilişkiler değişecektir. Yüz yıldır egemenlik kuran diktatörlükler, tekçi anlayışlar birer birer yıkılacak, yerlerini bu anlayışların zulmünde boğulmuş yeni yönetim anlayışlarının yerine bırakacaklardır. Öyle “amenna ve saddakna” denilerek ezberletilen “ilelebet payidar kalmak” düşüncesi kendine ancak masal kitaplarında yer bulacaktır.
Süregelen savaş daha net, daha keskin ve daha ağır bir şiddetin eşliğinde sadece İsrail ve Filistinlilerin değil, bizlerin de hayatını değiştirecektir. Şimdilik Hamas öncülüğünde başlayan, farklı siyasi yapıların da katılımlarını deklare ettiği savaşa Arap üllkeleri net bir şekilde destek vermemiş, başta ABD olmak üzere AB ülkeleriyle de olan ekonomik-politik ilişiklerinin doğrultusunda saflarını belirlemişlerdir. Böylelikle taraflar İsrail ve Hamas olarak görülmektedir. Ancak kurulan her ilişki sonucu önceden bilinen ve rotası çizilen bir tarihe sahip olamaz. İç ve dış dinamiklerin belirleyiciliği her zaman ortaya çıkar. Tıpkı teorik planların doğruluğunun pratikte sınanması gibi.
İlk günlerde yapılan açıklamalar Hamas’ın yok edilmesi ve Gazze’nin tamamiyle diz çöktürülmesi şeklindeydi. (Zaten Gazze, İsrail baskısının altında ve Filistin yönetiminin esamesinin okunmadığı onun yerine iktidarsız bir yaşamın hakim olduğu bir yerleşim alanıydı. Böyle durumlarda her zaman şiddet yönetim tekelini elinde bulundurur. Doğal olarak şiddeti politik yöntem olarak tercih eden örgütlenme, iktidarı da elinde bulunduracaktır.) Son günlerde yapılan açıklamalara baktığımızda İsrail bu saldırının arkasında İran olduğunu dile getirdi. İran’ın dolaylı olarak kontrolünde olduğu kabul edilen Lübnan ve Suriye’deki bölgelere de hava saldırısında bulundu. Asıl hedefin İran olacağı çok önceden belliydi. İran’a saldırı artık bir zaman sorunudur, plansız bir düşünce değildir. Ancak İran’la yapılacak olan ve gerek ABD’nin açık desteğini, gerekse AB ülkelerinin de açık olmayan desteğini alan savaş öyle kısa sürecek bir savaş değildir. Bu savaş, kabul edilmelidirki Irak, Suriye ve Türk devletinin siyasal yapılarını ve sınırlarını da değiştirecektir.
Kurdistan’ın ayakbağı olan dört sömürgeci devletin iki tanesi zaten çözülmüş durumda, geriye kalan iki devletin de bu süreçten kaçınması mümkün görünmüyor. Temel soru her koşulda önümüzde duruyor: biz Kürtler ne yapacağız? Yıllardır dile getirilen ortaklık anlayışı ve barış politikası kendiliğinden akamete uğramaya başladı. Erdoğan’ın dün değil, bugün söylediğini hiç söylememiş gibi yapıp yeni bir söylemde bulunması gözden kaçırılmadan, devleti ve kendisini bekleyen sonu anladığını kabul ederek tarafını belirleyen açıklamalarda bulunmasının bedelini göğüsleyebileceği tartışmalı bir süreçtir.
Öte yandan Hamas’a sahip çıkan açıklamalarını şöyle de okuyabiliriz: “siz bizim Rojava’yı butun olarak işgal etmemize izin vermezseniz, biz size engel olamasak bile maliyeti yükseltiriz”. Bu izni alamazsa açıkça olmasa bile el altından Hamas ve İran’ı destekleyecektir. Dikkat edilirse Rusya henüz tavrını net bir şekilde belirlemiş değildir. Ukrayna’nın kendisine verilmesi karşılığında Iran’a karşı yürütülecek savaşta İran’ı yalnız bırakmanın da ötesinde düşman dediği kampta yer alacaktır.
Bu savaş başladı, eski koşullara dönüşü mümkün değil, tıpkı ağızdan çıkan söz, yaydan fırlayan ok gibi.
Ekonomik, sosyal ve siyasal çöküşü yaşayan Türk devletinin savaşın hangi tarafında yer alırsa alsın bu süreçten dağılmadan, yeni bir düzenleme olmadan çıkması ve Kürtlere birkaç temel hak vererek süreci atlatması da olası değildir. Diğer parçalarının özgürleşme olanağının doğduğu bir zaman diliminde kuzey parçasının Ankara’ya bağlı olarak geleceğini belirleme niyeti varsa, bu niyetin geçerliliği suya yazılan yazının ömrü kadar olacaktır.
İsrail’e destek verilerek İran’a karşı savaşa girdiği takdirde İran’ın politikalarına yönelik adım atması da mümkün görünmüyor. Çünkü hangi tarafta yer alırsa alsın: ne ekonomik istikrarı, ne de politik bağımsızlığı bulunuyor. Uzun yıllar ilmek ilmek örülen ırkçılık, faşizan yapı ve hırsızlık yönetimi buraya kadar gelebildi, hepsi o. Toplumsal kitlelerde görülen baskının getirdiği suskunluk, bu koşullar altında patlamaya hazır bir volkan gibi ortaya çıkacaktır.
Böyle tarihsel dönemlerde ulusların bir sıçrama yapması kaçınılmazdır. Kürtlerin de bin yıllık boyunduruktan kurtulması bir hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmek üzere bekliyor. Ancak baktığımızda Kurdistani siyasal örgütlenmelerin ne ölçüde bu değişime hazır oldukları, bu savaşta en uygun çıkışı nasıl ve nerede yapacakları netlikle ifade edilmemektedir. Elbette süreçten geri kalacak değiliz, önemli olan tarihsel momenti kaçırmamaktır.
Bin yıllık bir tarihin dönüm noktasındayız. Özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazanmış halklar Kurdistan halkına diyecekler ki: Hic Rhodus, hic salta…..