Yazının başlığı, Erbakan’ın Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’yi ziyareti esnasında düzenlenen basın toplantısında, Kaddafi’nin dile getirdiği söze atıftır. Erbakan’ın koalisyon hükümetinin düşmesine ve ardından gelen 28 Şubat sürecinin taşlarının döşenmesine yol açan sözlerdir. Kaddafi ne diyordu; “Güneşin altında Kürtlerin de bağımsız bir devleti olmalı!”. Toprağı bol olsun, varsa bir cennet tam içinde olsun. Hiç unutmam, Kaddafi’nin bu onurlu ve hakiki çıkışı Kürdistan’da yankılanmış ve her hanede Kaddafi konuşuluyordu. Kapitalist-cihatçı-şeriatçılığa karşı İslam temelli sosyalizmi savunan ve bu uğurda ikiyüzlü barbar dünyanın karşısında R yapmayan Kaddafi’ye büyük bir sempati yükseliyordu.
Kaddafi’yi tanımayanlar da artık tanıyordu. Akranlarımla sokakta xarlarımızla(bilye) “duvar kökü” oynadığımız vakitlerdi ve Kaddafi’yi konuşuyorduk. Bilyelerle oynayan biz çocuklar radyodan, TV’lerden gündemi takip edip çocuk aklımızla yorum yapıyorduk. Ne kadar hazin bir durum değil mi? Çocuk olmamız gereken yerde büyüklerden rol çalıp “siyaset ve güvenlik” uzmancılığı yapıyorduk. Gerçi bizim değerlendirmelerimiz günümüzün güvenlik ve siyaset uzmanlarının söylemlerinden daha hakiki ve ayakları yere basan sonuçlar çıkarıyordu. İşgal altında olan ülkelerin çocukları hiç çocuk olmamışlardır. Laboratuvar için bir denek. Kendisinden olmayanlar için asimilasyon yatağı. İktidarlar için bir kurbanlık. İşgalciler için ortadan kaldırılması gereken ve kendine benzetilmesi için ortada olan bir unsur ve üründür. İşgal altındaki çocuklar çocuk olmamışlardır buna müsaade edilmemiştir. Sadece yaramazlık yapıp oyun oynamamız gereken çağda bu meselelerle uğraşmamız, esasında nasıl bir durumda olduğumuzu göstermesi açısından yaşadıklarımıza en hakiki deliliydi.
Tekrar Kaddafi’ye dönersek; kendi çadırında bir Türk Başbakanın suratına ve heyetine “Kürdistan vardır!” diyordu. Tek bir cümleyle ikiyüzlü batılıların kurduğu Türkiye sisteminin kimyası bozulmuş, al-ver gülüm çarkına çomak sokması bir efsane gibi dilden dile dolaşıyordu, tıpkı karanfil elden ele. Barbarların, şeriatçıların, gericilerin ve batılıların uşakları tarafından vahşi bir saldırı sonrası linç edilerek öldürüşü Kürtler kadar öfkeyle izleyen olmamıştır herhalde. Huzur içinde uyu yürekli insan, bin selam olsun!
Evet, 27 yıl geçti olayın üstünden. 27 yılda çok şey değişti dünyada ve Kürdistan’da. Hala tüm hızıyla, savaşıyla, direnişiyle, ölümleriyle, saldırılarıyla ve katliamlarıyla bu değişim sürüyor. Kan ve gözyaşının hiç eksik olmadığı daha doğrusu eksik edilmediği başta Kürdistan olmak üzere Ortadoğu’da yangın büyüyor. Her gün bizi yakan yangın yön değiştiriyor ancak yangına sebep olanların ateşi seyretme devri artık geride kalıyor. Yangın büyüyor ve önüne çıkan her şeyi külü dönüştürerek yoluna kararlıkla devam ediyor. Bana sorarsanız zaten yüzyıldır yakılan ateşin içinde cayır cayır yanıyoruz, sıkıntı yok!
Devlet mekanizması olasılıkları ve olacakları en ince ayrıntısına kadar tasarlar. Kaç kişi ölmüş, niçin ölmüş, neden öldürülmüş ilgilenmez, sadece istatistikleri not düşer. Devlet dediğimiz yapılanma vakti geldiğinde en sadık bekçisini bile kurban eder ve geriye kalanlara kahraman olarak ilan eder. Çünkü sistem hep kurban peşindedir, yeni kurbanlar için yeni kahramanlara ihtiyaç duyar. Sembollere ihtiyaç duyar, nutuklara ihtiyaç duyar, yalanlara ve algı manipülasyonuna ihtiyaç duyar… Geriye yalnızca ölüm ve zulüm kalır. Neresinden tutarsan tut genç ve çocuk ölümleri kalır. Devlet 1923’ten beri bilinçli olarak milyonlarca Kürt’ü kendi topraklarından sürdü ve dünyanın farklı ülkelerine dağılmalarına önayak oldu. Her gidişin farklı sebepleri olsa da tek gerçeği vardı: Zülüm ve işkence! Çok uzak bir tarihe gitmeye gerek yok, son beş yılda toprağını, vatanını terk edenlerin sayısı yüzbinleri hatta milyonları buluyor. Sadece Serhat bölgesinde, Meksika üzerinden Amerika’ya giden gençlerin sayısı on binleri buluyor.
Bilinçli bir program çerçevesinde Kürdistan boşaltılıyor. Sürekli bombalanan, boşatılan alanlara cihadist, gerici halk düşmanları ve İşid türevlerinin yerleştirildiği Rojava’da, halk zorla göç ettiriliyor yerinden yurdundan ediliyor. İsrail Devleti’nin Gazzelilere uyguladığı yerinden göç ettirme saldırılarının aynısını Rojava topraklarında görüyoruz. Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve sonrasında gelişenleri an be an izliyoruz. Hamas esasında İsrail’e ve batı devletlerine çalışan bir terörist yapılanmadır ve yılanın başı tartışmasız vampir İran rejimidir. Ortadoğu’yu ateşe veren, idam ve işkencenin rejimi… Hamas ne Filistin halkını temsil ediyor ne de özgürlükleri için mücadele ediyor.
Bugün Hamas’ın saldırılarını alkışlayanlar sözüm ona seküler, çağdaş ve modernler Hamas yönetiminde üç saat yaşama imkânı verilmeyecek kişi ve topluluklar sırf Yahudi ve Amerika düşmanlığı adına varlığına düşman olan vahşi bir örgütü desteklemelerini hiçbir akıl yorumlayamaz. İkiyüzlü olmaları da cabası. Kimi sol örgütlerin İşid’i öven yazıları hala yerli yerinde duruyor. Hamas, İran faşist devletinin ortalığı karıştırmak için kullandığı aparat örgütlerden sadece biridir. Tıpkı İşid ve türevlerini dolaylı yoldan kullandığı gibi… Irak’ta Haşdi Şabi neyse Hamas da odur. Tabii Türkiye’nin de aparatları var: Sağından solumcusuna, gericisinden, şeriatçısına liberaline kadar yüzyıldır Büyük Kürdistan’ı engellemek için kullanıldılar ve hala kullanılıyorlar. Lakin güneşin balçıkla sıvanmayacağını tarih tüm çirkin yüzüyle bize göstermiştir. Sistemin en kullanışlı kesimi şimdilerde şüphe götürmez siyasal İslamcılardır.
Hükümetten gelen bir sesle durdukları yer neresi olursa olsun hemen değiştiren, mevki ve makam adına, gücü elinin altında tutmak için kırk takla atmaktan hicap duymayan bir konuma geldiler, eskiden de bu böyleydi şimdi uluorta yapıyorlar. İnsan biraz utanma olur. Allah var Erdoğan bunları kullanmakta mahir. Mavi Marmaray’ın giriş-gelişme-sonucu ortada. Hangi tarafa yatacaklarına kadar durum ve pozisyon belirleyen o ses duyulunca dakikalar için safları ve konumları değiştiğini yirmi yıllık AKP iktidarında çok kere tecrübe ettik. Türk tipi İslamcılık devletin emellerini gerçekleştirdiği bir arka bahçeye dönmüştür. Tıpkı diğer devletlerin arka bahçesi olan dinler ve mezhepler gibi. Ortada bir din kalmamıştır ortada hala aktif kullanılan, evirilen-çevrilen dinler vardır. Tabi bir dönem din gibi kullanılan “irtica geliyor” söyleminin karşısında varlık sahası oluşturmuş Ergenekoncu-ulusalcı ve ulusolculuk dikkat etmek gerek. Şimdilerde mevzi ve alan kaybettiği için köpürüp dikkat çekmek için kendini paralasa da istediği tepkileri istediği düzeyde alamaması onun bir daha sahaya çıkmayacağı anlamına gelmeyeceği gibi gelişi de şüphesiz eskisi gibi etkili olmayacaktır. Hazır kıta bekliyorlar. Kısacası efendim kullanılmadığı için ortalığı velveleye verseler de sistem ara ara zülüm pastasından bir çay kaşığı kadar ağızlarına veriyor. Lakin gözleri doymuyor zülüm ve işkenceye.
Devlet yüzü ekşimiş, yıpranmış ve Kürtler nezdinde bir karşılığı olmayanları tane tane tarihin çöp tenekesine yolluyor. Devletle yatan çıplak kalkar, söylemi boşuna söylenmedi. En kullanışlı ulu’sol’cu ekip hiç şüphesiz TİP yönetimidir. Hazin sonlarına doğru yavaş yavaş ilerlemelerini izliyoruz. Her attıkları adım üstünde durdukları bataklığa gömülmelerine neden oluyor, attıkları dikişler anında patlıyor. Devletçilikte Devlet Bahçeli’yi geride bırakacak kadar sol ve emek düşmanı olduklarını hepimiz görüyoruz. Göstermelik eylemler sizi aldatmasın, sonra çıkıp Allah afetsin kandırıldık, dersiniz. Ahmet Şık için atılan dikişler ve sonrasında gelişenler sadece basit bir örnek değil mi? Doğrusu üstlendikleri görevi başarıyla yerine getirmiş olmaları tarihin çöplüğüne gidişlerini engelleyemeyecektir. TİP yönetimi sol ve Kürt hareketine sızmaya çalışan devlet destekli bir Truva Atı’dır. Tıpkı dini bütün Kürtlerin arasına devlet eliyle sızmış Hüdapar gibidir. Kürt halkının verdiği destansı mücadeleden hem pay almak hem de geriletmek için sızdıklarını kim inkâr edebilir? Keza onlar bile inkâr etmezken oy verdiğimiz partinin sözcüleri sorulan sorulara kaçamak cevaplar vermesini nereye koyacağız?
İlginçtir, emir aldıkları karanlık odaklar tarafından deşifre olmaları ve “işiniz bitti şimdi demokrasicilik ve özgürlükçülük oynayabilirsiniz” dendiğinde neden hiç kimse şaşırıp kalmadı? Çünkü Türk siyasi tarihi satışlar ve hançerleme üzerine kurulup hayatını devam ettirmiştir. İlke ve duruş beklemek saflıktır. Dünün milliyetçi siyasetçileri bu ülke de her an bir “elemana” dönebilir ve altlarında milyonluk arabalarla boy gösterebilirler. Keza Kılıçdaroğlu’nun belirttiği gibi “iyi”ler tarafından hançerlenebilirsiniz. Tipliler, esas meselelerin üstünü örtüp sürekli gündemi meşgul edip değiştirmeleri, karanlık yüzlerini örtmek için giriştikleri gayretler başyapıt bir komedi değil de nedir? Yani altı üstü totalde otuz milyonluk bir deşifre. Önce ülkeyi sonra dünyayı değiştirecekleri iddiasında olanların hayalleri hepi-topu otuz milyonu görene kadarmış! Güle damdan gel ya da pîre nemre bihar te… Yine içerden, tam göbekten aldığım bilgilere göre; iktidardan Fetö ile mücadele adı altında kendilerine alan açılmasını istediklerini ne zamana kadar saklı tutacaklar? Gerçi perinçek bunlardan daha cesur Silivri kapısında tüm tarikat ve cemaatlere karşı amansız bir savaşa girişeceklerini açıkça beyan etmişti. Meseleleri tarikat ya da cemaatlerle mücadele değil tabi Fetö borsasından pay almak. Pastadan pay almak için verdikleri mücadeleyi insan hakları için vermiş olsaydılar Hatay’dan Ankara’ya yürümek zorunda kalmazlardı. HDP ve özelinde Kürt halkını hedeften saptırmak ve kitleyi yıpratmak için iktidarın bunlara yol açtığını dünyası biliyor. Saf ve temiz duygularla bu kripto partiyle ilişkilenenleri de kurtarmak gerekiyor mu? Hayır. Bu bizim işimiz değil, mutlaka bir gün maymun gözünü açacaktır. Tıpkı 80’li yıllardan sonra sol görünümlü grupların ve sol argümanları kullananların daha sonra nasıl sağcı kesildiğini, daha da hazini bu grupların Kürtlerin ve onların hakiki dostlarının başına nasıl bela edildiğini gördük, bugün yaşadıklarımız çok farklı değil. Lakin dünden daha iyi bir durumdayız, deşifreler hızlı ve belgeli oluyor. Bakınız: Cumartesi Anneleri eylemindeki malum fotoğraf. Sonrası üst üste yapılan açıklamalar, foto okuma seanslarıyla girişilen aklama çabaları vs… Sonuç tutmayan dikişler.
Birleşik Bağımsız Sosyalist bir Kürdistan’ın tüm dertlere derman olacağını iyi bildikleri için; yeminli Kürt düşmanları içerden hamleler yaparak Kürt halkının arasına nifak tohumları ekip düşmanlığı derinleştiriyor. İran ve Türkiye bunu birbirleriyle yarışırcasına yapıyorlar. Geçen aylarda KDP-İ kamplarını boşaltıp üstüne merkez komite üyelerinin teslim edilmesini talep eden İran rejimi ve bunu kısmi de olsa yerine getiren KDP bize nasıl bir durumda olduğumuzu gösteriyor. Keza Türkiye sözde “PKK’yi bitirme” hedefiyle Başûr’un tüm topraklarını işgal etmiş durumda. Kürdistan düşmanlarıyla iş tutan sözüm ona Kürdistanî Başûr yönetiminin içindeki basiretsiz ve öngörüsüz siyasetçileri kahrolarak izliyoruz, okuyoruz ve dinliyoruz.
Artık saflığı ve sana dayatılan “iyi insan”ı bir tarafa bırakma vaktin geldi ve geçiyor. Bin yıldır Müslümanlar tarafından katlediliyorsun. Ayetlerle sana tecavüzü, işkenceyi, köleliği kısacası hiçliği ve yok olmayı hak gören yobaz dincilerden kurtulmanın vaktidir. Tüm dünyada ne kadar Müslüman yönetim varsa hepsi sana kanlı dişlerini göstermedi mi? Batılı ülkeler senin katledilmen için silahlar, füzeler, kimyasal bombalar satmadı mı? Alman faşist devleti bunun ete kemiğe bürünmüş halidir. Seni var olmayan bir cennetle kandıran Arap emperyalizminin dayattığı yalan dolandan zihnini ne zaman temizlemeyi düşünüyorsun? Kontraların din adı altında her gün yaptıklarını ve nereye hizmet ettiklerini daha nasıl gösterip anlatacağız? Yanı başında tonlarca bombayla öldürülen çocukları görmezden gelip devlet eliyle terörist Hamas’a destek için saf ve masum duygulu halkın sokağa dökülmesini organize eden kontraları görmüyor musun? Seni hedefinden saptırıp gündemini değiştirenlere artık prim vermemelisin. Özgürlük hiç olmadığı kadar yakın. Kendi yarasından habersiz başka yaralar peşine düşüp savrulanlara, yani “iyi”lerimize, Bertolt Brecht’in en sevdiğim şiirlerinden biri olan “Madem İyisin” şiirinden birkaç dize ile seslenmek istiyorum.
Şimdi bizi iyi dinle:
Düşmanımızsın sen bizim
Dikeceğiz seni bir duvarın dibine
Ama madem bir sürü iyi yönün var
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
İyi tüfeklerden çıkan
İyi kurşunlarla vuracağız seni.
Sonra da gömeceğiz
İyi bir kürekle
İyi bir toprağa.