Uğur Güney Subaşı: Kürt Babasını Görmesin!

Yazarlar

Bu memleketin neden bir türlü iflah olmadığını ve hiçbir zaman da olmayacağını anlatması açısından manidar bir hikaye olduğu kanaatindeyim; efendim, bizim Laz’la Kürt hapiste. İkisi de idamlık, idamlık olmaları yetmiyormuş gibi ikisi de birbirleriyle kanlı bıçaklı düşman. Yani bu iki kadim halk arasında yıllardır “kin ve nefret” üreten yerli ve milli reaktörlerin tüm unsurları gayet aktif ve işlevsel bir biçimde burada da çalışmakta! Asılacakları sabah geleneğe binaen her ikisine de son istekleri soruluyor.

Her canlı gibi ana hasretiyle yanıp tutuştukları için ikisinin de anaları burunlarında tütüyor elbette. Son istek sorusu ilk Kürde sorulunca; “Son kez anamı göreyim!” diyor Kürt. “Peki” diyorlar. “Hemen çağırın Kürdün anasını.” Tabii anasını göreceği için Kürdün gözleri sevinçten ışıl ışıl. Laz öfkeyle bakıyor bizim Kürde. Ona da son isteği sorulduğunda Laz’ın cevabı; “Anacığım burnunda tütüyor ama, son dileğim Kürt anasını görmesin!” oluyor.

 Ve işte o Laz’ın, o Laz’ların, Laz’ı, Çerkesi, Yörüğü bu toplumun gözünü Kürt düşmanlığı bürümüş tüm “ırkçı ve mezhepçi” kesimlerinin, devletperver mahkumlarının son dileklerinin bir kez daha kabul edilmesiyle birlikte, otoriter- totaliter “tek adam” rejimine karşı çıkmış olmalarının ağır bedelini memleketin çeşitli hapishanelerine hukuksuz bir biçimde kapatılarak ödemek zorunda kalan “başkalaşmamış”, “dönüşmemiş” onurlu ve yürekli Kürtlerden birisi ve tabii en ünlüsü olan Selahattin Demirtaş’ın, an itibarıyla hayatta olan vefakar ve cefakar anasıyla olmasa bile geçtiğimiz hafta içerisinde hayatını kaybeden o eli öpülesi babasıyla özgür bir biçimde son bir kez olsun kucaklaşmasının, vedalaşmasının, helalleşmesinin, az biraz da hasbıhal etmesinin önüne geçilmiş oldu.

 Böylece kadim Kürtlere babalarını, sevdiklerini son bir kez olsun gönüllerince görmeyi haram kılarak varılacak o tek yerin, sadece masumlarla doldurulan lanet cezaevlerinin değil, Türk, Kürt coğrafyaları fark etmeksizin memleketin tüm bölgelerinin bir “mapushane” griliğine ve mutsuzluğuna mahkum olacağı gerçeğinin hem iktidar katında hem de o faşist iktidara yıllardır “av köpekliği” yapmalara doyamayan malum kesimler nezdinde bir türlü anlaşılamadığı bir kez daha görülmüş, anlaşılmış oldu. Bu konuda emeği geçen herkesi yürekten kutlamak gerekiyor, vatan size çok şey borçludur erenler!..

 Oysa Selahattin Demirtaş’ın, cari iktidardan hiçbir şey talep etmeme adına babasının cenazesine katılmayarak yasını hücresinde tek başına tutmaya karar vermiş olması bile, ne olursa olsun, ne türden acılarla, telafisi imkansız kayıplarla sınanırlarsa sınansınlar böylesine dirayetli, inatçı ve asil bir halka asla ama asla diz çöktürülemeyeceğinin, eldeki tüm devlet imkanlarının sonuna kadar kullanılması halinde bile onlara hiçbir şekilde sahip olunamayacağının, bu az rastlanılan ferasetin, bu çelikten dirayetin asla kırılamayacağının anlaşılması açısından yeterince veri sunması gerekiyordu bu zalim kesimlere. O kıymetli veriler ışığında yapılması gereken tek şeyin, bu “irade kırma” mesailerine acilen bir son verilerek ne kendilerine ne de şu güzelim vatana daha fazla yazık etmeden bu ülkenin rotasını hukukun, demokrasinin ve tabii tüm ihtişamıyla kendisini ele veren tabiatın özgür renklerinin yoluna kırmak olduğunun sonunda anlaşılması gerekiyordu. Anlaşılmış mıdır peki? Hiç sanmıyorum! Anlaşılacak mıdır peki?

 Yine hiç sanmıyorum!..Bu ırkçı kesimlerin, bu iflah olmaz zalimlerin bu türden insani iradeleri, yetenekleri ya da niyetleri olsaydı zaten, bu korkunç yanlışlıklar silsilesinden çoktan dönmüş olurlardı. İmza attıkları, bir parçası oldukları bu faşizan hareketler yüzünden onları sadık bir gölge gibi sonsuza dek takip edecek olan günahları ve suçlarıyla yüzleşmeden yapacakları her ibadetin onlara taşımayacakları irice bir yük olarak geri döneceğini; imanla yanıp tutuştuğunu övünerek iddia ettikleri o ulvi (!) alınlarının sadece secdeye değil, yüreği tepeden tırnağa acılarla bezenen evsiz, barksız ve yetim bıraktıkları bütün o Kürt çocuklarının, seçimle kazandıkları makamlarını bileklerinde kelepçeyle terk etmek zorunda bırakılan bütün o belediye başkanlarının analarının ak sütü gibi helal ve haklı olan beddualarına, gözyaşlarına da temas edeceğini; okuyacakları, eşlik edecekleri hiçbir rahmani duanın, şoven sloganların ya da marşların bu yürek sıkıntılarına merhem olmayacağını anlamış ve bir umut bundan dolayı da fena halde UTANMIŞ olurlardı!

 Başın sağ olsun Başkan. Acın, acımızdır. Tahir Demirtaş’ın anısına saygıyla…

İlginizi Çekebilir

Medvedev: İngiltere’nin yaptığı Rusya’ya karşı savaş anlamına gelir
Davos, ‘Güvenin Yeniden İnşası’ temasıyla toplanacak

Öne Çıkanlar