Kürtlerin saldırılar karşısında birliğini sağlaması gerektiğini vurgulayan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, ”Türkiye’nin PKK’yi bahane ederek Kerkük, Musul ve Süleymaniye’yi hedeflediğini” belirtti.
Partiya Yekitiya Demokrat (Demokratik Birlik Partisi-PYD) Eşbaşkanı Salih Müslim, Orta Doğu’da yaşanan hareketli süreç ve Kürtlerin bölgedeki mevcut durumunu Mezopotamya Ajansı’na değerlendirdi.
Müslim ile yapılan röportaj şöyle:
Ortadoğu’daki gelişmelerle başlayalım. İsrail-İran’a karşı saldırı hazırlıklarını tamamladığını duyurdu. İran da saniyeler içinde karşılık vereceklerini bildirdi. Gerilimin tırmandığı görülüyor. Bu gelişmelerin kaynağı nedir? İsrail ve İran arasındaki bu çatışma süreci nereye varacak?
Ortadoğu’da iki büyük sorun var. Bu sorunlar çözülmeden barış Ortadoğu’ya gelmez. Ancak bu iki sorunu da herkes kendi uzantısı gibi kullanıyor. Kendi planları, amaçları, kendi siyasal süreçleri, kendi emellerine ve hedeflerine yönelik kullanıyorlar. Mesela; Kürtlerin iç çatışmaları oluyor ve bazı Kürtleri yanlarına alıp kullanarak, haklarının verilmemesi gibi bazı durumlara sebep oluyorlar. Ondan sonra onları da aynı baskı aracıyla devletler üzerinden açık tehdit ve tehdit gibi algılanacak çeşitli oyunlar oynuyorlar. Şimdi Filistin meselesinin de bunlardan hiçbir farkı yoktur.
1948’den beri İsrail Devleti’nin kurulduğunu biliyorsunuz. Ondan sonra Araplar meseleye dahil oldu ve herkes ‘ben kurtaracağım’ dedi. Ondan sonra bir Müslüman-Yahudi meselesine getirdiler. Aynı 1400 sene önce bu Hz. Muhammed döneminde olduğu gibi bir Yahudi-Müslüman düşmanlığını kendi emelleri doğrultusunda açığa çıkardılar. Bu şekilde bir kör düğüme dönüştü mesele. Şimdi ise herkes bu meseleyi kullanıyor. Araplar ve Arap devletleri, halkları uyutmak için ‘Filistin meselesini ben çözeceğim, ben yapacağım, ben direneceğim, ben Filistin’i kurtaracağım’ gibi söylemlere başvurdular. O yetmiyormuş gibi meseleyi şimdi de bir İslam meselesine dönüştürdüler. Şimdi bunu son zamanlarda en fazla kullanan da İran’dır. Hamas var; 1982’de onları tasfiye edip göçerttiler. Lübnan’dan, Filistin’den ve Ürdün’den çıkardılar ve marjinal bir duruma getirildiler. Ama Müslüman sorununu, Hamas gibi İslami cihat örgütleri hala kullanıyor. Yani herkesin projeleri vardır. En sonunda da İran bunları kullandı. Bu yeni yol meselesi İran ve Türkiye’nin hesabına gelmiyor. Tabii bunun için de Türkiye de Hamas’ı destekleyenler var. Biz başta söyledik, eğer gerçekten bir çözüm isteniyorsa; bu çözüm böyle aşırı fikirlerle, aşırı çözümlerle olmaz. Yani bu ulusal devlet meselesi; Filistin dini bir devlet istiyor, İsrail dini bir devlet istiyor. Araplar da böyle, Hamas da İslami bir devlet istiyor. Bir yer parçası üzerinde çelişkili şeyler oluyor. Bunlar çözüm değildir her ikisi için de.
Filistin meselesinin çözümü Hamas ile mümkün müdür?
Bu sorun ne Netanyahu ile çözülebilir, ne de Hamas’ın radikal İslam cihatçı görüşüyle çözülebilir. Filistin meselesi bambaşka bir şeydir. Filistin halkının istediği gibi çözülmeli ama maalesef kimse bunları dinlemiyor. Bir yandan katı siyonizm, diğer yandan da katı İslam cihadı. Bunlar bir çözüm değil ancak yıkım getirir bütün Ortadoğu’ya ve buna şahit oluyoruz. Herkes, ‘Sen konsolosluğu vurdun’ diyor ama kimse ‘Bu kadar generalin ne işi var bu konsoloslukta. Bunların hepsi savaşı yürüten komutanlardır’ demiyor. Oradaki bu elçilikteki binayı veya yanındaki binayı bir askeri karargâha çevirerek, savaşı yönetim merkezine getirmişler. İsrail de onları vurdu. Şimdi bu da (İran) onların intikamını alıyor. Artık nereye varacağını bilmiyoruz, sürüp gidiyor. Ama gerçekten durum çok tehlikeli. Umarım Ortadoğu’yu bir yıkıma götürmezler.
Filistin halkıyla da dayanışmamız vardır. Onları baştan beri biliyoruz. Arkadaşlarımızdır, ilişkilerimiz de vardır. Ancak Hamas’ın fikirleri çözüm getirmez. Yahudiler zaten tarih boyunca Ortadoğu’nun bir parçasıdır. Ortadoğu’nun bir realitesidir. Biz bunu da kabul ediyoruz. İsrail kurulmadan önce zaten çoğu Mezopotamya’da, Kurdistan’da yaşıyorlardı. Kürtlerle onların arasında bir çelişki yoktu. Böyle bir çelişkiyi kabul etmeyiz. Onun için yol ne siyonizmdir ne de cihadizmdir. İkisi de ne Ortadoğu’ya ne buradaki halklara çözüm getirmez. Olsa olsa daha fazla kayıplara yol açar diye düşünüyorum.
Siz de belirttiniz Türkiye de gelişmeleri fırsat biliyor. Zaten bu saldırıları ve karşılıklı çatışmanın başlamasıyla Türkiye’nin de Kurdistan’a dönük hava saldırıları oldu. Bu savaş sürecinin Kürtler açısından nasıl değerlendirilmesi gerekiyor?
Savaşların hepsi çıkar meselesidir. Birisi petrol için çalışıyor, birisi ticaret için çalışıyor. Kürtlerin meselesi bambaşka bir şeydir. Çünkü bir var olma meselesidir. Hala kimse Kürtleri kabul etmiyor; Kürtlerin bir halk olduğu, bir statüyle kendi kendini yönetebileceği. Örneğin Başur’da olduğu gibi Kürtleri tanımak istemiyorlar. Bizim derdimiz başkadır; biz hangi tarafa yaslanırsak kaybederiz. Onun için çizgimiz başka olmalı. Çizgimizin üçüncü yol olması gerekiyor. Kendi projemiz var; demokratik ulus projesidir. Bunu gerçekleştirebilirsek hem Rojava’da hem de başka yerlerde kendimizi koruyabiliriz diye düşünüyorum. Güçlerimiz de zaten böyle bir savaşta yer almazlar. Çünkü bizimkiler baştan beri hep özsavunma veya meşru savunma çerçevesinde kendini savundular. Üzerimize gelmezlerse, kimseye saldıracak değiliz. Üzerimize gelirlerse de kendimizi savunur ve direniriz.
Bu durumda Kürtler nasıl konumlanmalı?
Kürtler kendi aralarında hedef birliği kurmalı. En azından, hem koordinasyon şeklinde hem de kendimizi korumak için. Başur’da olsun, Rojava’da olsun, başka yerlerde olsun ne kadar birbirimize danışıp kendimizi koruyabilirsek kaymayız tehlikeli bir duruma. Umarız kendimizi böyle koruyabiliriz.
Sürekli saldırı altında olan bir özerk yönetim var ama hem askeri hem siyasi hem toplumsal olarak hem de uluslararası konjonktürdeki pozisyonu olarak şu an güncelde durum nedir?
Üzerimizdeki tehditler kesilmedi. Bunun başını da Türkiye çekiyor, Türk faşizmi çekiyor. Yeni Osmanlı projesi, bir de misak-i milli meseleleri var. Bu projeler de Rojava’dan başlatılmak isteniyor. Çabaları daha önce de vardı zaten. Efrin’in işgal edilmesi, ondan sonra Tel Abyad ve Serêkaniyê kadar genişlemesi. Gerçeği istiyorsanız 2016’dan beri hep savaştayız ve Türkiye’nin böyle kendini ortaya atması ve DAİŞ’in yerini alması. DAİŞ kırılınca Türkiye onların yerine geçti, halen de elindeki bütün araç gereçleri bunun için kullanıyor. El Nusra’yı da kullanıyor. Diğer terörist grupları da kullanıyor. İşgal ettiği topraklarda onların üs ve eğitim yerleri vardır. Hem Serêkaniyê’de, Abyad’da, hem Efrin’de, hem de İdlib’de. Bütün ilişkileri de kullanıyor. Kim Türkiye’den bir şey isterse, ‘Kürtlere düşman olacaksın, ondan sonra bunu yapacaksın’ diyorlar. Yani nerede bir kapıyı çalsak Türkiye kapatmış veya kapatmaya çalışıyor. Saldırılar zaten durmamıştır. Artık nereye kadar gider de bilmiyoruz ama biz de hazırlıklıyız.…
Tabii en fazla Başûr Kurdistan’ın üzerinde tehditler var. Oraları işgal etmek istiyorlar. Projeler zaten bellidir. Yani bu sadece PKK bahanesi falan değil. Hem Kerkük, hem Musul, hem de Süleymaniye’yi istiyor. İşgal edip kendi yollarına, projelerine dahil etmek istiyorlar. Hem de Rojava’da Kürtlerin böyle bir statü almasını istemezler. 8 seneden beri, Birleşmiş Milletler’in (BM) kararı 2-2-54 çıkınca, en fazla buna karşı çıkan Türkiye’dir. Bunu uygulamasını istemiyor bir türlü. Çünkü oraya artık biraz istikrar gelecek. Kürtler de en azından bazı demokratik halklarını elde edebilecek. Onun için bunu da engelliyorlar. Biz her sahnede direniyoruz. Savaş durmuş değildir.
Bu planın Türkiye açısından temel gerekçesi nedir?
Türkiye, içindeki Kürt meselesini çözemediği için ve hatta çözmek istemediği için bize saldırıyor. Orada bir çözüm gelişirse, oradaki Kürtlerle anlaşılırsa belki biz de rahat ederiz diye düşünüyorum. Onun için Kürt meselesi birbirlerine bağlıdır. Türk faşizmi herkese düşmandır.
Bütün bunları konuşurken aslında Kürtlerin ulusal birliğinin de önemine dikkat çekmek gerekiyor. Önümüzdeki süreçte buna dair gelişmelerin açığa çıkması muhtemel mi? Ayrıca Federe Kurdistan Bölgesi’nde da bir seçim süreci var. KDP’nin seçimlere katılmaması söz konusuydu ancak uluslararası baskıyla boykot kararından vazgeçmiş görünüyor. Buna karşın YNK’nin önde çıkacağı bir seçim olması öngörülüyor. Ulusal birlik açısından oradaki dengeleri nasıl okuyorsunuz?
Biz elimizden geleni yapıyoruz. Rojava’daki yönetim olsun, buradaki özerk yönetim olsun, diğerleri olsun, PYD olarak, politik bir parti olarak elimizden geleni yapıyoruz. Çünkü Kürtlerin bir şekilde birbirlerine yanaşması gerekiyor diye düşünüyoruz. Onun için ilişkilerde bulunuyoruz ama Türkiye özellikle Başûr’u ele geçirmiş durumda. Özellikle bu PDK meselesini hem şantaj hem de çıkar meselesi olarak kullanıyor. Tabii bunu görüyor ve izliyoruz. Başûr’daki durum Kürtler için bir kazanımdır. Federatif bir sistem var. Bunun da muhakkak korunması gerekiyor ancak öyle görünüyor ki Türkiye artık onları ele geçirmiş, teslim almış durumda. Buda yetmiyormuş gibi ilişkileri Bağdat’la da sıkılaştırıyorlar.
Peki federal yönetim yaşananların ne derece farkında? Özellikle Türkiye, oradaki askeri konumlanmasında PKK bahanesini kullanıyor. Bağdat merkezi yönetimi ve KDP başta olmak üzere bölge kliklerinin bu konudaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başûr’daki yönetim acaba ne derece uyanık? Çünkü uyanık olmaları gerekiyor. Yoksa iş işten gidiyor. Şimdi Türkiye bir çatışma çıkarıp, ‘Barış için buraya geliyorum’ derse kim karşı bir şey yapabilir? Irak mı engelleyecek? Zaten aynı düşüncedeler. Onlar da federasyon meselesinden açık açık söylemezlerse de kurtulmak istiyor. Yani orada yaşananlar tüm federatif sistemi tehdit ediyor. ‘Bu PKK meselesidir’ diyorlar, öyle değil. Bunlar 2014’ten beri Başika’da ve bütün DAİŞ çeteleri orada eğitiliyor, oradan gönderiliyor. Kimse buna bir şey diyemiyor. Hatta Bağdat yönetimi ‘Başika kapatılsın’ dedi ancak Türkiye ‘kapatmam’ dedi. Onun için çok tehlikeli bir şeydir. Bu yüzden Kürt birliği çok önemli bu süreçte. Yoksa gerçekten de Başûr elden gider. Şimdi yanına KDP’yi aldı. Ardından YNK’yi tehdit etmeye başladı. Onlarda böyle boyun eğerse bütün Başûr gider. Zaten orada 100 civarında üstleri var, askerleri var. Hiç böyle dağlık alanlarda falan değil. Türkiye, bütün düzlüklerde bulunan şehirlerde. Erbil başta olmak hepsini eline geçirmiş durumda. Kimse bunları çıkaramaz. Çok dikkat etmek gerekiyor. Akıllı davranmak gerekiyor.
Bir de Türkiye hattını soralım. Yakın zamanda bir yerel seçimden çıkıldı. Genel olarak AKP-MHP’nin kaybettiği ve Kürtlerin kazanımla ayrıldığı bir süreç olarak değerlendiriliyor. Seçim sonrası için de yeni denklemlerin konuşulmaya başladığını söyleyebiliriz. Kürt karşıtı tutumunun iktidara kaybettirdiği açık. Bu bakımdan AKP’nin önümüzdeki dönemde özellikle Kürt karşıtı politikaları açısından bir pozisyon değişikliğine gideceğini düşünüyor musunuz?
Türkiye niye bu hale geldi? Türkiye niye ekonomik olarak iflas etti? Türkiye niye Avrupa’dan uzaklaştı? Türkiye niye ilişkileri durduramıyor? Türkiye, NATO ile niye gerginlik yarattı? Şimdi bunlar esasında hep Kürt meselesiyle bağlantılı. Bir devlet, bakıyorsun bir savaşa giriyor. Ondan sonra 10 sene bunun acısını çekiyor. Tabi düzeltemez ekonomisini. 8 senedir savaştasın bu kadar masraf. Kendileri de zaten söyledi; bir merminin ne kadar paraya mal olduğunu. Bu son zamanlarda düşülen dronelere bakın. Her drone en azından 5 milyon Dolar. 100 milyon Dolar buraya gitti sadece. 8 senelik savaş, Türkiye’nin ekonomisini çökertti. Bu ilk sebep. İkincisi; Türkiye Avrupa’nın kapısında 30-40 senedir bekliyor. Niye giremiyor? Oradaki demokratik kriterler Kürtlerin yararına olacak, Kürtler bazı demokratik yönetimler veyahut haklar elde edecek diye. Ona da yanaşmıyorlar. Onun için Avrupa’dan uzaklaştılar. Kürtler zaten savaş konusunda kendilerini ispatladı. Uluslararası koalisyonla ilişkileri düzeldi. Türkiye’nin yaşadığı çöküntü Kürt meselesinden kaynaklanıyor. Gerçek budur. Kürt sorunu artık bir kara delik olmuş, ne varsa yutuyor. İlişkileri yutuyor, ekonomiyi yutuyor, siyaseti yutuyor. Kimse Kürtlere karşı iki laf ederse Türkiye cebini açar, ne isterse verir. Bütün Türkiye’yi de sattılar. Niye Kürtler yok olsun diye.
/MA- Fırat Can Arslan/