İşleri bitirip ancak çıkabilmiştim yola. Aç mıyım değil mi hissetmeye zamanım olmadı. Çok çalışmak zorundayım. Hayır öyle işlerim çok diye değil, aksine işlerim hep yetersiz diye…
Buraya geldiğimden beri çok iyi bildiğim ekmek kavgasını veriyorum. Çok iyi biliyorum o kavgayı, çünkü babadan zengin değilim. Durup düşündüm; hep babadan zenginiz derler ama anadan da zengin olunur oysa… Hatta yardan zengin olanı da olur. Eşinin parasını yiyor dendiğinde, o parası yenen eş erkek olan eştir genelde değil mi? Yoksa “karı parası yiyiyor” deniyor ve ordaki “karı” kelimesi kimseyi rahatsız etmiyor nedense.
Sanırım feministler dahi erkeğe parasını yediren kadını pek savunulası bulmuyorlar. Onlar karı olsun deyip geçiyor olabilirler. Boşver ben işime bakayım. Yani olsun ki iyi bir işim, bakayım. Kendimi bildim bileli bu kavganın içindeyim. Uzatma, işimiz gücümüz yok da seni mi okuyalım mı diyorsunuz? Gerçekten yok mu işiniz gücünüz? Bilirim o duyguyu. Güzel bir yazıyı bile işsiz güçsüz insan tadına varamadan okuyamaz. Biraz keyifliyim kusura bakmayın. Bu çıktığım yol heyecenlandırıyor da beni. Yolun kendisi, manzarası falan değil, ulaştığım yer, kişi nedeniyle o heyecan ve mutluluk…
Gözüm yolun güzelliğini bile pek göremiyor. Karnım aç, yemeden çıktım ama yolda mola verdiğimde atıştırırım. Gece yol gitmek, karanlığı geride bırakıp aydınlığa ilerliyorum gibi. Yaşadığım kötü günler bitiyor ve pırıl pırıl bir sabaha uyanacağım gibi. Müziğim olmadan olmaz. CD kartıma binlerce parça yüklü, hepsi de korsan kayıt ayıptır söylemesi. Orjinal CD’ler ise direk sahiplerinden hediye. Sanat harcamalarımız ne kadar az. Türkülerini dinlediklerim nasıl insanlar kim bilir! Ne zor hayatlar yaşamışlardır.
Milyonların bildiği ama düşerlerse kimsenin tanımadığı insanlar…
Toplumun yaşadığı ağır travmaları bilerek, hissederek üreten, yaşayanlar. Bedeller ödeyerek yürüyenler. Aram Tigran’la tanışmıştım ve sohbet edebilmiştim o ölmeden önce. Amed newrozuna gelmişti. Senin işler ne durumda dedim ona. Düşünsenize sevgili, büyük sanatçı Aram’a işler nasıl dedim! Esnaf muhabbeti! Olacak iş, sorulacak soru mu bu yani diyorsunuzdur. Size bir şey diyeyim mi. Hiç de öyle değil. İyi ki sordum. Ahhh be Aram Tigran. Sizleri fakirliğe terk etmişiz, Gidip bizden aldıklarıyla oturdukları masalarda bizi satanlara meyletmişiz meğer. Affedin bizleri Kürt sanatçılar, görememişiz, körmüşüz…
Baskı altında yok edilmek istenen bir kültürün, dilin gönüllü elçileri gibi, ömrünüzü o sevdaya vererek yaşadınız, yaşıyorsunuz. İlk sinema okumaya karar verdiğimde aklımın ucundan dahi geçmedi açıkçası bunca zorlukla karşılaşacağım. Üniversite yılları çok eğlenceli, toplum sınırlarını her alanda zorlayan ve bizleri farklı hissettiren bir ortam olmuştu. Burnum çok havadaydı. Garibim toplumum! Nasıl da sıkışıp kalmıştı bir sürü arkaik değerler içinde. Biz sanat okuyanlar öyle miyiz! Hayır. Bizde neredeyse herşey mübah. Yaratıcılığımız biter yoksa alimallah!
Psikopat gibi hiçbir yargı olmadan yaşamalıyız ki üretken birer birey olalım modasındayız biz de. Hani vardır ya, eski devrimci ebeveynin yetiştirdiği iyi eğitimli, beyaz yakalı ama toplumuna bir bok böceği kadar katkısı olmayan bireyselliğin dibinde sayko gibi yaşayan tutunamayan birey. Öyle bir mod işte bizimkisi. Kıçımızla bakıyoruz bütün değer yargılarına…
Dar gelirli bir aileden gelip sinema okumak! Nasıl bir idealizm kokuyor anlatamam. Oysa ben birkaç projeden sonra kapağı Rojava’ya atmaya, ordaki kadın özgürlüğünü çekmeye niyetliydim. Ama çevrem beni sinema, sanat teorileri arasında boğup, olmadık idealler uğruna koşan kişiye dönderdi. Bilmiyorlar ki benim içimde bir sızı var, verdiğim bir kavga var. Aslında umurumda değil teorileriniz. Size özgür kadın, birey nedir’i anlatacağım bir gün! Bekleyin. İçim dışım hiç bir olmadı o günlerden sonra. Bunu yaratıcı enerjiye dönüştürürüm sanıyordum. Şimdilerde ne iş olsa koşmak zorunda kalıyorum…
Ülkeyi terk etmiş olmam da bazen sırtıma vurulan bir kaya, bazen de üzerine bastığım bir basamak oluveriyor. Herşey çok zordu. Ta ki bir film festivalinde onunla tanışana kadar. O da organizasyondan biri. Sinemayı ve Kürtleri iyi tanıyor. Kürtler de onu tanıyor. Hatta iyi Kürt olarak tanıyor. Anamın duası geldi aklıma “ Allah seni iyilerle, güzellerle karşılaştırsın evlat” Bu, o bahsettiğin güzel işte anam benim. Duaların eksik olmasın. Onlarla ayaktayız inan.
Müziklerimi dinleye dinleye geldiğim molada hiç şaşmaz sütsüz, şekersiz bir kahve alırım. İlk günlerde kaçak mazot gibi bu be, nasıl içiyorsunuz dediğim kahveye şimdi ise, üstümde röpteşambırımla, “ üstadım içmeden güne başlayamaz oldum” diyecek kıvamdayım. Burası çok komik oldu. :)) Gülme molası verelim. Tamamdır, toparlanın devam ediyoruz.
Allah acı vermesin ama kahve gibi, acı olan ne varsa alışırım umarım. Yoksa nasıl yaşarım buralarda. Gece mola yerinde duranlarla mutluluğumu paylaşasım geliyor. Heyy millet hepiniz mutlu musunuz benim gibi? Meymenetsizler. Hayat güzel. Tuvaletinizi de yaptınız. Altınız kuru keyfiniz yerinde, gülsenize biraz tırrolar…
Yok ya, hiç de öyle görünmüyorlar. Kahvemi içip yola koyulayım. Geç kalmamalıyım. Yaşamam gereken koca bir hayat beni bekliyor. Kim bilir beni görünce nasıl sevinecek. Habersiz çıktım yola, ömrümün geri kalanını görmeye, yaşamaya. Biz geleceği bilmiyoruz, olsun! gelecek de bizi bilmiyor. Sürpriizzz! Merhaba ben senin geleceğinim. Ben de senin taa geçmişin. Memnun oldum. Nefesim gibi, gögsümü kabartıyor, gurur duyuyorum onunla. Bana sorsanız en büyük özelliği, beni seviyor olması. Diğer özellikleri standart, iyi bir CV, işe alınır yani başvuru yapsa, o kadar.
Bak iyi ki beni sevmişsin. Kendimle de gurur duyayım o zaman…
Pardon ama bu yazıyı ben yazıyorum zaten, kiminle istersem onunla gurur duyarım. İki lokma da kendimle duymuşum, çok görülmesin. Bildiğiniz şımarık çocuk halindeyim. Yaşadığı görkemli şehir, akşam kalabalığı ve gürültüsüyle beni karşılıyor. Işıklar, sen mi geldin diye göz kırpıyor. Ben de elim araba penceresinde, Dağkapı-Gaziler dolmuş şoförü özgüveniyle, halkı selamlayıp giriyorum şehire. Usulca bana da yer açıyor şehir. Nüfus tabelasına +1 yazdırıyorum. Ben geldim, çekilin, açılın, kaçılın. Ne bileyim oğlum birşey yapın işte. Hiç olmadı oturduğunuz yerden hafif kalkarmış gibi bir göt selamı verin bari…
Evinin önünde park sorunu var. Yok! O da benim sorunum, hiç bir sorun onun olmasın. O hep mükemmel, ben sorunlu. Bina girişinin ötesine park edip yürümeye başladım. Çok heyecanlıyım. Heyecandan çişim de gelmiş. Kahve molasında da hatırlatmadınız ki yapaydım. Karanlık giderek yok olmaya başlamış, onu görünce flaşlar patlar gibi her yer aydınlanacak. Gözlerimi o yüzden hafif de kısmış yürüyorum. Geleceğe yolculuk! Birazdan şimşek çakacak ve ben zaman içinde bir başka boyuta geçeceğim.
Kısık gözlerimle önümde yürüdüğünü, yanındakinin elini tutup eve girdiklerini gördüm. Kısık gözlerimle ben bunu gördüm. Elim ayağım buz kesti. Dizleriniz kırılmışken yürüdünüz mü siz hiç? Gövdeniz o kadar ağır gelir ki hiç bir kuvvet yer üstünde tutmaya yetmez artık sizi, yerin bir değil yedi kat altına çivi gibi çakılırsınız. Tek bir ışık olmasın ki yüzünüzdeki utancı görmesin dünya. Bütün evlerden süzülen ışık seni yakalamaya çalışan bir balıkçı ağı gibi atılır üstünüze. Mutlu evlerin sıcak ışıklarına yakalanmadan, susamış birine verilen bir tas su gibi karanlığı çekersiniz içinize.
Nereye gittiğimi, yönümü , önümü görmeden gidiyorum…
Hala gözlerim kısık, ışık alır gözümü, alır götürür beni diye korkarım. Bu kavgada gözüm kör, dizim kırıktır artık. Kına yakın ey zalimler. El birliği ile yapamadığınızı yaşıyorum. Başım önüme düştü, boyun eğdim. Tanımıyorum bu sızıyı. Karanlığı örtün üstüme. Uyumak istiyorum.
Aydınlık sanıp karanlığın kalbine direksiyon kırmışım. Öyle derin bir şarampoldeyim ki, düüşş düüş bitmiyor. Gözlerim tamamen kapanana kadar hep kısık yaşayacağım. Kirli ışıklarla gözümü aldınız, ne filmler dönüyor, festivalini yaparlarsa yeridir. Kürtlerin başına örülen çoraplar festivali! İlkini İstanbul’a benzeyen, kalbimi bıraktığım Lizbon’da yapalım. Tertemiz karanlığımdan bakıp daha net görüyorum artık sizi eyy yıldızlar. Yerin yedi kat altından, bir gün güneşe selam veren filizlerimi düşleyerek, bizi gömenlere inat, yeniden boy vermeyi , yaşamın ortasında şarkılarımı bağıra bağıra söylemeyi düşleyerek bekliyorum…
Halimi artık ne dost görüp kahrolsun, ne düşman görüp mest olsun.
Durumumuz budur usta, bizimkisi ekmek kavgasıdır. Hadi, kalk işine git. Sen işine, herkes kendi işine dediğini duyuyorum yücelerden. Canım yanınca en çok da, özlüyorum seni. Dağ rüzgarı yolluyorsun yüreğimize. Sen hep varol usta.
Acıyı bal eylemişiz
Ölümü yar eylemişiz
Güzel olanı sevmişiz
Söyleyin ağlamasınlar