Kenan Azizoğlu: Zamanın tanığı…

GenelGündem

Merhaba sevgili okur,

Beni tanırsınız…

Bazen bir çocuğun elindeki oyuncağıdır acele; hemen bozulan, hemen unutulan.

Bazen göğü delen bir çığlıktır öfke; ateşi harlayan ama ardından külleri bırakan.

Aceleciler bazı şeylerin beklemeden gerçekleşmesini isteyenlerdir:

“Şimdi, hemen olsun!” diye söylenirler.

Beni bilirsiniz, ‘Benim o taraklarda bezim olmaz.’

Ben, bazen bir taş ustasının çatlayan ellerinde,

Bazen bir bahar dalında açmayı bekleyen tomurcukta…

Bazen bir annenin yüreğinde yankılanırım: “Biraz daha dayan, evladım büyüyecek…” 

Benim olduğum yerde zaman genişler, kalbinize ince bir sızı dokunur.

Bulutlar ağırlaşır, yağmur kendini tutar.

Evet, tanıdınız;

Ben sabrım…

Tarihin derinliklerinden, hayatın imbiğinden süzülen, geçmişten gelenim ben. Benim tarihim ilk insan ile başlar.

Her gök gürültüsünde, her fırtınada, her sağanakta usulca fısıldarım: “Dayan, mağaraya az kaldı…”

75 bin yıl önce Barzan’daki Şanedar Mağarası’nda, yaralı bir Neandertali tedavi edenlerin ellerindeydim ben. Avcıların elleri boş, başarısız döndüğü günlerde, kabilenin gözlerinde dimdik durdum. İlk toprağı sürenlerin, çorak arazide bekleyenlerin umutlarına karıştım.

Ben olmadan ne bir piramit yükselir, ne de bir medeniyet kök salardı. Bazen bir çobanın taş yontmasındayım, bazen bir seyyahın yorulmak bilmeyem adımlarında: “Biraz daha yürü; yol seni bulacak…” 

Ben sabrım…

Ve her çağda, her yürekte yerim var. Derinliklerimde saklı hikâyelerim, ezgilerim, anlamı büyük sözlerim var. Eyüp peygamberle özdeşleşen öğütlerim var…

Ben olmadan yaralar iyileşmez, hayaller filizlenmez, yol gidilmez. Yükünü taşıyan bir karıncanın duasında, kurumuş toprağını yağmura açan bir çiftçinin bakışlarında ben varım.

Ben, nehirlerin sabırla kayaları yontuşuyum, zamanın sonsuz döngüsünde yankılanan o inatçı sesim. Sabrım ben…

Varlığımda büyüyen umut

Beni bir bekleyişle sınırlamayın.Ben, karanlıkta filizlenen bir ışık, sessizlikte yankılanan bir stranım. Her mevsimin değişiminde, her gün batımında fısıldarım :“Bekle, çünkü bu da geçecek…”

Ahmed Arif der ya:

“Bu namustur künyemize kazılmış,

Bu da sabır, ağulardan süzülmüş…

Sarıl bunlara sarıl da büyü.”

Ben, o ağulardan süzülen inancım. Ben geçmişin sancısı, geleceğin ümidi, bugünün direnciyim..Bir çocuğun annesinin dizlerinde uyurkenki huzuru, bir mahkûmun parmaklıkların ötesine bakarkenki özlemiyim.

Zamanın ellerindeki ayna

Dalgaların vurduğu sahilde şekillenen kum taneleriyim. Gülüşlerin ardındaki saklı bekleyiş, gözyaşlarının ardında büyüyen yeni bir baharım. Yusuf’un kuyusunda, Züleyha’nın bekleyişinde, bir dervişin inzivaya çekilişinde varım. Bernardin de Saint-Pierre’nin dediği gibi:

“Sabır, erdemin cesaretidir.” 

Ben, hayatın öğrettiği o en derin cesaretim…

Doğa’nın ve hayatın içinde

Bir ağacın yavaşça büyüyen gövdesinde görürsünüz.

Her sonbaharda yapraklarını kaybeden ağaç, benimle baharı bekler. Halil Cibran’ın dediği gibi: “Sabır, kendine inanmayı öğrenmektir. Toprağın altında filizlenmeyi beklemek gibi…”

Ben, o filizin sessiz bekleyişiyim. Sürgün yollarında adım fısıldanır .Ben, bir annenin mezarını göremeyen evladının içindeki sızı; bir göçmenin geride bıraktığı şehrin yankısıyım. Kadınların yüreğinde, çocukların gözlerinde beklerim. Özgürlük benim adımla yoğrulur. Ben direnişin kıvılcımı, bekleyişin cesaretiyim…

Kimi zaman bir annenin gözlerindeki uzak özlemi,

Kimi zaman bir halkın özgürlük düşünde yankılanan sessiz çığlığıyım.

Ben Botan’da mezar taşlarına işlenmiş bir stran,

Serhat’ın vadilerinde yankılanan Şakiro’nun haykırışıyım.

Kavuşmanın eşiğinde

1639’da Kasr-ı Şirin’le ikiye,1916’da Sykes-Picot’la dört parçaya bölünen ülkenin sabrıyım ben…

Cetvelle çizdiniz sınırlarımı, tel örgülerle sardınız yaralarımı, toprağıma tohum yerine mayın döşediniz.

Ben, Kürdistan’ın sabrıyım, Bin yıllık bir halkın yüreğinde ateşten bir destanım.

Sabır diyenlerin evlatları, Rojava’da her gün ölümün gölgesinde büyüyor.

Bombalar, yalnız bedenleri değil, barajları, fabrikaları, yaşamın ta kendisini vuruyor.

Sabır, sabır diyen bu halkın kahramanlarına, değerlerine ekranlardan, gazetelerden nefret kusuyorsunuz.

Kibrinizle şişmiş sözlerinize,yalan, yanlış tarih bilginize, o uyduruk sopalarla çizdiğiniz, cehalet kokan coğrafya tanımlamalarınıza ve zehirle yoğrulmuş dilinize katlanan değil, karşı koyan sabırım ben…

Pespaye duruşunuzun altında eğilmem. Ben, yıkılmaz bir dağ gibi yükselen sabrım.

Sizin eğriniz ne kadar alçalırsa, benim direnişim o kadar yükselir.

Ve bilin ki, ne kadar karanlık büyürse, ben o kadar çoğalırım.

Her düşüşte yeniden doğar, Her adımda toprağıma kök salarım. Barış çağrısıyım ben, anlamlı, onurlu bir barışın da sabrıyım.

Sabrım ben…

Ağrı’nın doruklarında yankılanan barış çağrısıyım.

Karanlığın içinden bir alev gibi yükselen, özgürlüğün büyüyen yüreği, baş eğmez bir kadının ve bir çocuğun ellerinde tuttuğu zeytin dalıyım.

Zulme karşı ışık saçan bir umut, her geceyi sabaha taşıyan inancım.

Ben, Kürdistan’ın bağrında bekleyen, bahara uyanan kardelenim…

 

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Pexşan Ezizi ve diğerleri
Bafil Talabani: Suriye’de Kürt halkının hakları korunmalı

Öne Çıkanlar