2024 yılı benim için Thomas Mann yılıydı. Yusuf Dörtlemesini ( Yusuf ve Kardeşleri) okurken, yılın büyük bir kısmını Thomas Mann’ın izini sürmekle geçirdim. Bazı kitaplarını bir kez daha okudum, bazılarını da kitaplığın ön rafına koydum. Hatta Thomas Mann ile o kadar içli dışlı oldum ki, doğduğu, yaşadığı ve Buddenbrookları yazdığı Lübeck’i bile görmeye gittim. Bugün Buddenbrookhaus adıyla müzeye çevrilen ev, harika görüntüsü ve tanıklıkları ile meraklılarını bekliyor. İnternetin sağladığı resim ve tanıtım bilgisinden dolayı Buddenboorkhaus’u anlatmayacağım.
Ama bir Thomas Mann hayranı olarak, yazılarını, eserlerindeki nitelik ve okurlarına sunduğu fikri farkındalıktan söz edebilirim. Bugün artık Thomas Mann gibi, resmi ve şahsi kütüphanelere girebilen yazarlar yok denecek kadar azdır. Hele Dünyanın başına bela olmuş, tüm otoriter lider ve rejimlere bayrak açabilen yazarları mumla arıyoruz. Zaten Mann’ı Lübeck’ten, İsviçre ve Amerika’ya taşıyan şey, tam olarak bu az bulunan yazar ve entelektüel gözü pekliktir.
Kuşkusuz yazar ve edebiyatçılar siyasetin dışında kalmazlar. Şahsen kalsa bile, eserlerinden, görüşlerinden dolayı siyasi rejim ve rejim taraftarlarının radarına takılırlar. Alfred Döblin’in deyimiyle “Pantolondaki ütü izini sanatçı ilkesine dönüştüren, bir adamdır.” Thomas Mann. Bu yüzden yüzyılın edebiyat tarihi onsuz anlatılamaz, O da döneminin siyasi cereyanından uzak tutulamaz.
Hakikaten bu olguyu çağın karakterine uyarladığımızda Mann, içten içe hem kibirli bir Vatansever hem de aydınlanmayı demokrasinin mayası sayacak kadar kültürlüdür. Mann, yedi edebi harikasından biri olan “Doktor Faustus” kitabında,
“ Avrupalı bir Almanya olmak hayalini, görünüşe bakılırsa dünyanın tahammül edemediği Alman bir Avrupa gerçeğiyle değiştirmek için bizi bu savaşa sokup bütün kıtayı dize getiren rejimin emrindeki milli kabiliyetlerimizden dolayı bir memnuniyet duygusuna kapılmaktan kendimi alamazdım.” sözleri ile Hitler’in gelişi karşısında beklemede kalırken, bir süre sonra Hitler’i, “ Büyük korkak ve pis şantajcı pasifist. ” olarak tanımlarken görüyoruz.
Dolayısıyla Nazizm sonrası Avrupa siyaset ile kültür dünyasını konuşurken, Almanya ve Thomas Mann olmadan bir yorumda bulunmak zor olur.
Bu nedenle yeni dünya düzenin her şeyi kırıp döktüğü ve kimi fay hatlarının Alman iç siyasetini sarstığı, yeni bir Avrupa krizinin Almanya üzerinden başlayabileceğini gördükçe, aklıma Thomas Mann geliyor.
Yeniden silahlanma, sosyal devleti frenleme çağrıları ve ırkçılığın yükselişi karşısında, Alman devlet aklı bugüne kadar rasyonel tutumundan pek geri adım atmadı. Ancak Amerika’nın, Alman muhalefeti üzerinden Avrupa’yı hizaya getirme çabası, bizatihi Elon Musk’ın devreye girmesi ile bir üst aşamaya geçmiş durumda. Daha önce çeşitli şekillerde, sağ partileri destekleyen Musk, muhalefetteki AFD ile zoom toplantısı yapacak kadar çalışılmış bir plana sahip. Musk’ın, Trump’ın yemin töreninde milyonlarca izleyiciyi selamlayış tarzı ve sağ partileri motive eden girişimleri devam ediyor. İşin ürkütücü yanı bu tahrikleri ciddiye alacak sivil toplum, medya, kültür kurumları ve ses çıkarabilen Thomas Mann’ların Almanya’da, Franklin Roosevelt’lerin ise Washington’daki azlığıdır.
Yani Avrupa’yı Hitler ve benzerlerininin, saldırganlığından koruyan Washington, bu defa Avrupa’yı ülke ülke patlatacak fünye ile oynayandır.
Buddenbrooklar kitabında, Cumhuriyet rejiminin gelişine atfen yapılan , “ İhtilal her yerde var, Berlin’de ve Paris’te…” esprisi, şimdi tersi ihtilal ihtimali olarak aşırı sağcıların lehine işliyor. Üstelik sermaye kulüpleri, para cambazları ve tekno-oligarkların desteği ile.
Thomas Mann, “ Büyülü Dağ” kitabında ise, çağın siyasi ve toplumsal gidişatını şu özetlerken, günümüze de selam duruyor,
“ Özgürlüğün bizdeki kaderi bu olmuştu. İnsan hakları, özgürlük kavramının coşkusuna bir kenara bırakılınca, özgürlük zamanın teamülü gereği, daha başından, diktatörlük yararına diyalektik bir sürece dönüşmüştü.”
Thomas Mann, şanslı bir yazardı. Dünyanın kaderini değiştiren bir dönemde; sürgünü, sansürü, faşizmin değişmeyen korkunç mantığını ve ayrımcılığı mahkum eden insanların yanında saf tuttu. Yazarlığını ve düşünce özgürlüğünü hiç birşeye ve hiç kimse ile kıyaslamadan sürdürdü. Eserleri ile dünya çapında bir yazar olmayı başardı. Bugün Buddenbrooklar, müze ve sinemaya esin kaynağı olmuş bir roman olarak, binlerce insanın ilgisini çekmeye devam ediyor. Ama ölüm, yıkım, ve zulüm inşa edenlerin mezarları bile yok.
Evet bazı yazarlar, sadece edebiyatı dizayn etmezler, geleceğin dünyasını da etkilerler. Bu yüzden unutmama mucizesi yazarlara aittir, sadece yazarlara.
İyi okumalar!
İyi pazarlar!