Hakan Tahmaz: Ahmet Türk’e demokrasi, İmamoğlu’na Silivri olmaz/olamaz

Yazarlar

PKK, 12’nci Kongresinin sonucunu açıkladı. Yeni politik bir şey yok. Silahsızlanma için herhangi bir talep ileri sürülmüş değil. Beklentilerin aksine TBMM ve herkesi sorumluluğa ve göreve çağırmış. Açıklamada mevcut ideolojik çizgisine dair vurgular dikkat çekici. 

Bunlar, önümüzdeki günlerde farklı yönleriyle tartışılacak konular. Şimdilik her şey İmralı ile planlandığı gibi ciddi bir sorunla karşılaşmadan uygulanıyor. 

Şimdi Ankara’nın atacağı adımların neler olacağı ve nasıl bir yol haritası izleyeceği merak ediliyor ve tartışılıyor. 

Yeni süreç başladığından itibaren bazı şeyler yanlış değerlendiriliyor ve tartışılıyor. Bunlardan ilki, 1 Ekim’de başlayan süreç PKK Kongresinin feshi ve silah bırakma kararıyla tamamlandı yaklaşımı. 

Bu bir yönüyle bir yere kadar doğru. Ama Kürtlerin eşit yurttaşlık hakları temelinde Kürt sorunun demokratik çözümü bakımından ise daha yolun başındayız. Şimdi demokratik mücadele zemininde daha kararlı yola çıkma hazırlığı yapılıyor 

Silahsızlanma ile bunun hazırlıklarını tamamlıyor. Bu anlamda verili siyasal koşullarda Kürt sorunun eşit yurttaşlık temelinde kalıcı olarak, demokratikleşerek çözümü tartışmaları şimdilik öncelikli gündem değişmiş gibi görünse de esas hedef bu olduğundan bu ıskalanarak herhangi adım atılamaz.  

İktidarın, PKK’nın silahsızlanmasına ve örgütsel varlığını sonlandırmasına indirgediği yeni sürecin, başarıyla sonuçlanmasının bile tahminlerin çok ötesinde zaman alacağını tartışmaya gerek dahi yok. Ama bu başarılsa bile ne Kürt sorunu çözülmüş olacak ne de “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşılmış olacak. 

PKK’nın feshi ve silah bırakması ile Kürt sorununun ürettiği çatışma ve şiddetin araçlarından birisi devre dışı bırakılmış olacak. 

PKK’nin ortadan kalkmış veya kaldırılmış olması, sorunu üreten siyasal ve toplumsal zeminin bütün yönleriyle ortadan kaldırılması anlamına gelmediğini unutarak konuşmak veya PKK’nin devre dışına çıkmasını kamuoyuna böyle sunmak yanıltıcı olduğu kadar tehlikeli bir yaklaşımdır. 

PKK 29 Kürt isyanının en sonuncusu, en büyüğü, en kitleselleşmiş, küreselleşmiş ve en uzun süreni. Kimilerinin iddia ettiği gibi 12 Eylül Askeri darbesi sonrası Diyarbakır cezaevindeki kırımın ürettiği bir sorun da değildir. Böyle sunmak Kürt sorununun özünü gizleme çabasıdır. 

Elbetteki Diyarbakır cezaevi müdürü Albay Esat Oktay Yıldıran’ın siyasi ve etnik kırımı ve buna karşı tarihe geçen direniş isyanı, PKK’nin hızla güçlenmesine vesile olmuştur, tetiklemiştir. 

Cumhuriyetin Atatürk dâhil kurucu kadrolarının yanlış siyasal tercihlerinin, daha açıkça yanlış temellerde kurdukları Türk ulusu yaratma politikalarının doğal sonucudur, Kürt sorunu. Bu bakımdan, kuruluştan hemen sonra cumhuriyetin yanlış yorumlanmasının bir sonucu olmadığı gibi, PKK de 12 Eylül darbecilerinin etnik kırımlarının bir sonucu değildir. Bizzat yüzyıllık cumhuriyetin sorunudur. Sorunun kalıcı ve kökten çözümü kurucu felsefeyle yüzleşmeyi gerektirir.

İkinci ise Kürtlere demokrasi, özgürlük, geri kalana otoriter yönetim olacak iddiası büyük bir çarpıtma, Kürt karşıtlığı değilse deli saçma bir siyasal iddia, varsayım olmanın ötesinde bir anlamı veya gerçekliği olacak bir şey değil.

Bıktıran ve usandıran tartışma

PKK’nin feshi ve silahsızlanması ile Kürtlerin hakları otomatik bir biçimde tanınmayacaktır. Böylesi bir süreçte, politik iddiaya, iradeye sahip bir merkez parti veya odak da söz konusu değildir. İktidar, soruna “küçük dokunuşlarla” süreci yürütmeye çalışıyor. PKK ise radikal bir paradigma değişikliğine gitmenin hazırlığında, iktidarı, küresel imkanları da kullanarak zorlamaya çalışıyor. 

PKK’nin fesih ve silahsızlanma kararı aldıktan sonra, iktidarın ve TBMM’nin bunun yasal gereklerini yerine getirmesi, bir af ya da ceza indirimi yoluyla bir biçimde PKK’lilerin salıverilmesi, Kandil veya başka yerdekilerin bir plan dahilinde Türkiye’ye gelebilmesi, DEM Partili siyasilerin, Kobani, DTK, HDK gibi davalardan tutukluların salıverilmesi, kayyım atamaları ile görevden alınanların görevlerine dönmesi gibi bir çok şey, evrensel hukukun, anayasanın, yasalarımızın, daha da ötesi mantığın, aklın gerekleridir. Bunlar olacak mı beli değil.  

Bunlar olurken, Batı’da her şeyin bugün olduğu gibi sürme ihtimaliyle sürece soğuklaşanların, ya da Kürt siyasal hareketini örtük veya açık eleştirmenin mantıkla ve izanla izah edebilecek bir yanı yok.

Kürt siyasetçi Ahmet Türk Mardin Belediyesindeki görevine dönecek, Ahmet Özer veya Ekrem İmamoğlu’nun yargılanmaları ve CHP’ye yönelik yargı sopasının sürecek olması nasıl bir akıl ve mantık işi, anlamak oldukça zor.  

Bunu anlaşır kılan, on yıllardır yasaların Ankara’da, İstanbul’da  bir tür, Diyarbakır’da Mardin’de, Hakkari de başka tür uygulanan bir ülkede, bunun şimdi tersine dönme ihtimalini akıllarına getirmekteler. Ne de olsa hukuksuzluğun, anayasasızlığın hüküm sürdüğü bir dönem yaşanıyor. 

Bütün bunlar, vatandaşlık meselesi, Kürt sorununun çözüm için gereken anayasa değişiklikleri gibi konuların ağızlara alınamadığı bir siyasal ortamın oluşmasına yol açıyor.

Aslında bunları, demokratik muhalefetin veya iktidara aday olanların yüksek sesle konuşmasının proje üretmesinin tam zamanı.  

İki nedenle, Cumhur İttifakı partileri bu anlamda Kürt sorununun çözüm kapasitesini tüketeli yıllar oldu. İkincisi bu süreci İspanya gibi başlatanlarla çözen parti farklı olacaksa ki, öyle görünüyor, ana muhalefet partisi CHP’nin iktidar olması için bundan başka iktidar olma şansı yok. 

Kürt hareketi bu süreçte, Kürtlerin demokratik haklarını savunmanın Türkiye demokrasisinin daha makro ihtiyaçlarını birlikte karşılayan bir pozisyonda olacak. CHP bunu karşılıksız bırakırsa seçimleri Cumhur İttifakı’na elleriyle teslim etmiş olacak.

/yeniarayis.com/

İlginizi Çekebilir

Hindistan ve Pakistan askeri yetkilileri, ateşkesi sürdürme konusunda anlaştı
Mecit Zapsu: PKK’nin kararları ve yapılması gerekenler üzerine

Öne Çıkanlar