Fırat Aydınkaya: Yeni Jön Kürt Lider Kuşağı 

Yazarlar

“O günlerde İsrail’de Kral yoktu, herkes gözünde doğru olanı yapardı” diye ilginç ama hikmet yüklü bir ifade kullanır Kitabı Mukaddes. 

Kürt toplumunda otorite tarihi ve sosyolojisinin bazı yönleri itibariyle İbrani geleneğini çağrıştırdığı açık. Medlerden bu yana uzun yüzyıllardaki Kürt siyasi tarihinde de krallar bulunmaz örneğin ve tıpkı İbrani geleneğinde olduğu gibi bu durumun doğal sonucu (belki de sebebi) olarak herkes gözünde doğru olanı yapardı. 

Öte taraftan “doğru” diye takip edilen şeylerin özünde bir yanlışlıklar müzesi olduğuna Kürtlerin trajedi yüklü uzun yüzyılları şahit. Bu sebeple Kürt siyasi tarihi belki kral ve prensler tarihi değil ama paralel otoritelerin, çoklu iktidar bölüşümlerinin, otoritelerin kendi aralarındaki bırakuji savaşlarının tarihidir bir bakıma. 

Bunu en iyi Şerefname’den izlemek mümkündür. Bir anlamıyla Şerefname, otoritelerin kendi aralarındaki mücadelelerde şeref aradığı yıkıcı bir iktidar risalesidir. Bu sebeple olsa gerek herkesin gözünde perde halini alan relatif doğrunun yıkıcı doğasına karşı mutlak/genel doğrunun peşine düşmüştü Ehmedi Xani: ”Mümkün mü bir şans yıldızı doğsun bize/ Mümkün mü bizden bir hükümdar kalksa (1) diyerek birleştirici üst otoritenin kurtarıcılığına sığınmıştı belli ki. 

Burada Xani’nin müşteki olduğu arazın bir benzerini Engels başka bir toplumda görmüştü. Ona göre Afganlar (kendi içindeki) iktidara baş eğmekten hoşlanmadıkları ve bireysel bağımsızlıklarına düşkün olmaları sebebiyle güçlü bir ulus olamıyorlardı. Ki bu tespit Xani’nin bir Kürt hükümdarını neredeyse sipariş ettiği iştahın zeminidir tastamam. 

Bu ağır çekim intro ile giriş yapmamıza sebep olan şey Kürt toplumunda yaşanan sıra dışı bir değişimle bağlantılı. Gerçekten de Kürt toplumunda sessiz sedasız bir değişim gerçekleşiyor şimdilerde. Kürtlere liderlik yapan Weber’yen anlamıyla geleneksel/karizmatik otorite figürleri değişik sebeplerle geriye çekilirken “yasal otorite” görünümlü yeni bir genç nesil sahne alıyor şu sıralarda. 

Sözgelimi Talabani’nin vefatıyla Bafel-Kubat Talabani ikilisi sahneye çıkarken, Mesut Barzani’nin geri çekilişiyle sahne Neçirvan-Mesrur Barzani’ye kaldı. Yanı sıra İran ve Rojava sahasında da genç liderlerin daha çok ön plana çıktığını görebiliyoruz. Türkiye’de ise yıldızı giderek parlayan Demirtaş figürü sahnenin kıyılarında boy gösteriyor. Peki bu yeni aktörleri ve çoklu otorite dağılımını nasıl okumak gerekir? Kürt siyasi tarihindeki bu tarihsel değişimin anlamı nedir?

Mamafih modern tarihin kimi dönemleri de dahil olmak üzere Kürt siyasi tarihi bir açıdan “geleneksel otorite” mezarlığı olarak görülebilir. Son iki yüzyıllık Kürt tarihine ise geleneksel otorite ile karizmatik otoritenin sentetik örneklerinin damga vurduğu iddiası abartı değil. Buna rağmen Kürtlük ideolojisinin her iki otorite kaynağına bir tür memba işlevini görmesi ise ancak yakın tarihlerde mümkün olabildi. 

Kürtlüğün toplumda sistem kurucu değer olmasıyla birlikte Kürdistan’da otoritenin mistik temelinin yeniden tanımlandığı açık. Daha açık bir ifadeyle Kürtlük ideolojisinden beslenen yeni otorite inşası, mistik temelini hakim güçlerin sömürgeci yasalarına meydan okuyan bir karşı koyma epiğinden alıyor.  

Son yüz yıl itibariyle Kürtlerde otorite olmanın yolu karşı koymaktan, son elli yıl itibariyle ise hem karşı koymaktan hem de teorisyen olmaktan geçiyordu. Değişen yeni sosyolojide davası olana, cephede ya da cezaevinde bulunana otorite gözüyle bakılıyor bu sebeple. Seydayê Cegerxwin bu değişimi “Qelem bi destek, destek bi xencer” olarak sembolize ediyordu örneğin.  

Son elli yılın öne çıkan siyasi figürlerine bakıldığında bir kere bunların 68 kuşağının dünyayı kasıp kavurduğu, sol değerlerin Kürdistani değerlerle iç içe geçtiği bir sokak siyasetinden geçtikleri açık. Kasımlo, Talabani, Öcalan ve hatta kısmen Mele Mustafa sistem dışı hareketlerin ivme kazandığı karşı koyma süreçlerinden çıktı. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin müktesebatından yetişti bu kuşak. 

Bu yüzden bu kişilerin farkı her şeyden önce bir “dava”ya malik olmalarıydı, farklı deyişle davanın mücessem hali gibiydiler. Bu davayı pergelin sabitesi yapıp hareketin teorisyenliğini de üstlendiler. Sömürgecilik karşıtlığı temel gıdalarıydı, Marksizm el fenerleri, Leninizm navigasyonlarıydı. Dayandıkları zemin dağ ve kırsal toplumdu, çoğunlukla siyaseti savaşın başka araçlarla sürdürülmesi olarak görüyorlardı, yani siyaset onlar için araçsaldı. Ezilenlerin, yoksulların siyasetini yürütme istidadı taşıyorlardı. 

Güçlerini iki şeye borçluydular; “teori ve praksis”. Talabani ile Barzani buna ilaveten güçlerini aristokratik geçmişlerinden, dini ekollerden ve hanedan geleneklerinden almaktaydılar. Bu ikisi geleneksel otorite ile karizmatik otoritenin sentetik haliyken, Kasımlo ve Öcalan güçlerini Weberyen anlamıyla “karizma”larından alıyordu.

Yeni Jön Kürt kuşağını tanımlamak için yukarıda bahsedilen değerlerin dışına çıkmak gerekebilir. Bir kere yeni kuşağın tedrisatını dağlardan ya da halkın içinden değil modern eğitim kurumlarından aldığı açık. 

Siyaset ya da hukuk diplomalarını Tahran, Ankara, Londra, Washington’dan yani halkın dışındaki merkezlerden aldılar. Bu merkezlerin geleneksel anti-Kürt siyasetleri ile daha doğrusu önceki kuşağın bu merkezlere muarız pozisyonlarını düşündüğümüzde ilginç bir durumla karşılaştığımız ortada. Belki de bu yüzden Jön Kürt kuşağının önceki otoritelerle kıyasla bir “dava”larının olduğunu iddia etmek zor. 

Yine belki de aldıkları eğitim ve davasız olma hali onları daha konuşulabilir, daha güler yüzlü, daha popüler kılıyor. Önceki kuşak bir yere kadar sistem karşıtı iken yeni kuşak en iyi ihtimalle hükümet karşıtı. Önceki kuşak kapitalizme mesafeli, sömürgecilik karşıtıyken şimdiki kuşak sömürgeciliğini bozuntuya vermeyen kapitalizmle seviyeli bir birliktelikten yana. Önceki kuşak gücünü doğrudan davasından ve halktan alırken şimdiki kuşak gücünü parti, soyadından ve diplomasından alıyor. 

Yine önceki kuşak ezilen yoksulların ulaşabildiği bir mesafedeyken şimdikiler orta-üst sınıfın elinin üstünde tutuluyor, ki bu sebeple ezilen yoksulların bunlara dokunması ancak sanal alemde mümkün. Önceki kuşak soğuk savaş dünyasının zihni kategorileştiren ikliminde pişerken şimdikiler tek kutuplu dünyanın ideolojik fabrikasyonlarının ürünü.

Önceki kuşağın bir kısmı sosyalizm kütüphanesine katkı sunmanın pedagojisiyle donanmışken şimdikiler önemli oranda edebiyat ve modern sanatların takipçisi. Önceki kuşak Kürt dağlarından mücadele formasyonu alırken şimdikiler formasyonlarını şehir, eğitim ve kültürel süreçlere borçlu. 

Önceki kuşak önemli oranda yoksul ve köylü olanın yani taşra itirazının epiğini üstlenirken şimdikiler ise şehirli olanı temsil ediyor. Öncekiler hem teorisyen hem siyasetçiyken, şimdikiler yalnızca siyasetçi. Önceki kuşak halka özgürlük vaad ederken, şimdikiler en iyi ihtimalle statü vaad ediyor. Beri yandan yeni kuşağın malik olduğu şey bir dava’dan çok bir popülizm endüstrisi. Bir anlamıyla popülizm kitleyle bağlarını sürekli yeniden tanzim eden bir rabıta işlevine sahipken, öbür yandan popülizm bu lider kuşağın güç merkezleriyle ilişkilerine de yön veren bir sihirli değnek. 

Bu lider kuşağı aynı zamanda kitle iletişim aygıtlarını iyi kullanıyor. Bütün siyasal ömürlerinin “kitle”nin iki dudağının arasında olduğunu biliyorlar. Sadece kitleye değil, kitlenin dışına çıkabildikleri ölçüde aynı zamanda milyonlarca takipçilerinin beğenilerine de sesleniyorlar. 

Bütün bu değişim korelasyonu, içinde derin risk ve fırsatları aynı anda barındırıyor şüphesiz. Konuşmanın, müzakere etmenin, yumuşak süreçlerin işlevsel olabileceği bir süreçteyiz. Fakat bu kamusal figürlerin önünde Kürtlerin güvenliğini sağlamak, iki yüz yıllık Kürt meselesinin nihai çözümü için barışçıl şartları inşa etmek, Kürtlerin kendi aralarındaki iç hukuk ve demokratik ilkeleri ihdas edip Kürt ulusal birliğini sağlamak, Kürtleri demokratikleştirmek, Kürtler arasında giderek keskin hatlara bürünen sınıfsal eşitsizlikleri hiç değilse ezilenler lehine değiştirmek, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele etmek, Kürtlerin statülerini ve kazanımlarını uluslar arası ölçekte garantiye almak gibi tarihi sorumlulukları var. 

Ne var ki bu yeni liderliklerin yakın zaman önce kritik gelişmelerle sınandığını da hatırlamak gerekir. İŞİD saldırısı ile başlayan ve Kürt baharını akamete uğratan bir dizi siyasi gelişmede bu kişilerin tavrını hatırlamak fikir verebilir. Bütün bu süreçler yaşanırken bu lider kuşağın davranış formasyonunu tanımlayan kavram tamıtamına “mütereddit” kelimesidir.  Küçük kıyametin yaşandığı süreçlerde bu liderlerin her birinin mütereddit bir gramerin içinden konuşması düşündürücüydü. Kendi kaderini tayin hakkı bağlamında kritik bir eşik olan referandum sürecinde Neçirvan Barzani’nin mütereddit tavrı hala hafızalarda örneğin. Bölge ülkelerinin Kürdistan bölgesine artan saldırılarına genç Barzanilerin bizar kalması da bu zaviyeden. Kerkük’ün bir oldu-bittiyle statüsünün değiştiği süreçlerde -henüz karanlıkta kalan taraflar olsa da- genç Talabani’lerin tavrı tam anlamıyla müphemliğin merkez üstüydü. 

Özyönetim politikalarının realize edildiği dönemlerde Demirtaş’ın pozisyonu açık bir sürüklenmeye ev sahipliği yapan bir müteredditlik performansıydı. İran’daki anti-Kürt politikanın giderek bağnazlaştığı bu süreçlerde genç kuşağın kararsız hali de tartışma götürmez cinsten. Liderlik bir anlamda eğer “doğru zamanda doğru karar almak” ise bu genç kuşağın ayağına gelen ilk şansları bihakkın değerlendirdiklerini söylemek kolay değil. 

Tüm bunlarla birlikte yeni kuşak ile önceki kuşağın ilişki biçiminin veya daha doğru bir tanımlamayla hiyerarşik senkronizasyonun bütün tarafları tatmin edecek bir hukuk düzenine bağlanması acil bir mesele olarak orta yerde duruyor. Yeni kuşağın çözmesi gereken en zor problemlerden biri eski kuşak temsilcilerle birlikte yürümek gibi görünüyor bu sebeple. 

Bu durum bir yönüyle İsrail tarihindeki genç Davut’un paralel otoritelerle girmek zorunda kaldığı siyasal mücadeleleri akla getiriyor. Kral kuşağının genç temsilcisi olarak Davut da Yahudi toplumunda paralel otoritelerle çevrelenmişti. Bilhassa Saul-Davut çekişmesinin Yahudi toplumunu sürüklediği yıkıcı durumdan ders alarak genç Davutları sürekli bağlılık imtihanlarına tabi tutmaktan vazgeçmek gerekiyor. Yeni kuşağın özerk yapısını, eski kuşağın yol göstericiliğinde muhafaza etmek gerekiyor.

Kürt toplumu bütün değişim çabalarına rağmen hala bir şahıs toplumu ne yazık ki. Kişi kültü ve dolayısıyla lider kültü hala oldukça belirgin. Kürtlerin iki yüz yıllık rüyası olan, haklarını garantiye alacak büyük barışı bu genç kuşak sağlayabilir mi? Kitabı mukaddes ile başladık onunla bitirmek icap eder. Rivayete göre Davut, Rabbin evini yapmaya niyetlendiğinde Rab ona “ismim için ev yapmayacaksın, çünkü sen cenk adamısın. Sana bir oğul vereceğim ve o barış adamı olacak” der.

Jön Kürt kuşağının hiç de cenk kuşağı olmadığı kısa sürede belli oldu. Onların sulh adamı olup olmayacağı da, Kürtler için bir sulh yurdu inşa edip edemeyeceği ise hem onların elinde hem de değil…

*

Bundan böyle her ayın 20’sinde Nupel’de karşınızda olacağım.

*

1- Tali’ bibitin ji bo me kewkeb/ Rabit ji me jî cîhanpenahek 

İlginizi Çekebilir

Fırat Aydınkaya: Cegerxwin

Öne Çıkanlar