“Bir film bir şairin yüreğindeki bir göz olmadıkça asla gerçekten iyi değildir.”[1]
Francis Ford Coppola’nın, “Sinema filmler ve sihrin yakından ilişkili olduğunu düşünüyorum. İlk film çeviren insanlar sihirbazlardı,” diye tanımladığı Yedinci Sanat, yani “Sinema, duygular, düşler ve içgüdü dünyalarını anlatmak için en iyi araçtır,” Luis Buñuel’in ifadesiyle…
Bu kadar da değil; Pier Paolo Pasolini’nin, “Sinema… bir düştür. Estetizmin çeşitli öğeleriyle, ayık olarak gördüğüm bir düş”… Orson Welles’in, “Bir film bir düşler şerididir. Kamera bir kayıt aygıtından fazlasıdır,” saptamaları da not edilmelidir…
Ama yine bu kadar da değildir; “Oyuncudur sinemanın yüzü”;[2] onsuz bir sinema performansı, “büyüsü” mümkün değildir; imkânsızdır.
Evet sinemanın -tabii diğer sanat dallarının da- bir büyüsü olduğu söylenir. Gerçekten de oyuncusu olsun, yönetmeni olsun ya da işin en ince ayrıntılarında çalışan emekçileri olsun sinemacıları düşününce, onların sanatlarına sevdasını izleyince sinemanın bambaşka bir büyüsü olduğuna inanmaktan kendini alıkoyamaz insan.
Giovanni Scognamillo’nun sözlerindeki üzere, “Sinema, çünkü her şeye rağmen ve her şeyi ve hâli ile bir büyüdür, Laterna Magica’nın, Büyülü Fener’in devamıdır, en evrimleşmiş, en teknolojik son şeklidir.”[3]
Sinemada büyüyü oyuncu yapar; “Oyuncu suratı ve gövdesiyle bir çeşit masktır”[4] ve bu maskın performansı filmin başarısı, selameti üzerinde doğrudan etkili veya hiçtir…
* * * * *
Böylesine etkili bir oyuncu tanıyorum; ‘Dr. Jivago’nun yakışıklı “Yuri”siydi O; adı Ömer Şerif (Omar Sharif) idi, 10 Temmuz 2015’de bizleri bırakıp giden…
‘Dr. Jivago’dan ‘Arabistanlı Lawrence’e epik Hollywood filmlerinin müthiş aktörüydü…
Bir zamanlar Mustafa Kemal Atatürk rolünü oynaması için teklif götürülen ve bunu reddedendi…
Hollywood’u terk etme nedenini, “Ben hamburger ve sosisli sandviç sevmem,” diye açıklayandı…
Mısır’da Hüsnü Mübarek’in istifasını isteyen cephenin önderlerindendi…
Edward Said’in liseden, beraber uzuneşek oynadıkları sınıf arkadaşıydı…
“Ne kadar saçma: aynı tanrı önce Yahudileri, 2000 yıl bekleyip sonra Hıristiyanları, ondan 600 yıl sonra da Müslümanları yaratıyor,” diyendi…
Karizmatik biriydi…
Çok şey kattı sinemaya, oyunculuğa, sanata…
* * * * *
Ömer Şerif, Doğu’nun, “İstanbul” gibi, en “çok kültürlü dünya kentlerinden” biri olan İskenderiye’de, Lübnan ve Suriye asıllı Hıristiyan bir ana-babadan doğmuş…
Sinema dünyasına adım attığı yıllarda Müslüman bir Mısırlı yıldızla sevişerek, sevdiği kadın için dinini değiştirip “Müslüman”lığa geçmiş.
Böyle çok iç içe geçmiş kültürler ve uygarlıklar içinde yaşamış ve yoğrulmuş biri Ömer Şerif.
Arap-Müslüman dünyasının “ilk” Hollywood efsanesi ve uluslararası çaptaki aktörü olması bu sebeple rastlantı değil.
Yalnız kültürleri değil; kadınları, kumarı ve şöhreti de dibine dek tanımış ve yaşamış biri o. Hayatı roman gibi.
Kumar masalarında örneğin, çok büyük servetler bırakmış…
Hatırı için dinini değiştirdiği kadını, terk edip gittikten sonra bir daha hiç evlenmemiş ve bir evi bile olmamış, hep otel odalarında yalnız yaşamış.
Her an her şeyi bırakıp gidebilecek kertede birkaç valize sığdırdığı eşyalarla.
Paris, Kahire otellerini kendisine mesken edinmiş.
Ömer Şerif’in belleklerde iz bırakan o çok derin ve melankolik bakışlarının ardında işte bu ölçüde inişli çıkışlı bir yaşamın öyküsü var.[5]
* * * * *
“Nasıl” mı?
Mısır’ın İskenderiye kentinde Michel Chalhoub adıyla dünyaya gelen Şerif, “Ben küçükken, annem beni terlikle döverdi. Mısır’da bulunan İngiliz yatılı okuluna gönderdi beni, çünkü orada yemek çok kötüydü ve kilo vermemi istiyordu. Mısır Kralı I. Faruk’la poker oynardı annem” sözleriyle çocukluğunu hatırlıyor. Kahire Üniversitesi’nde matematik ve fizik okuyan efsane oyuncu, daha sonra Londra’da bulunan Royal Academy of Dramatic Art’ta eğitimine devam etmiş.
1950’lerde yönetmen Youssef Chahine’in Şerif’i keşfetmesi üzerine oyuncu, “Mısır’ın Shirley Temple’ı” unvanına sahip Faten Hamama’nın da rol aldığı bir filme seçilmiş. Hamama’ya duyduğu aşk dolayısıyla İslâm’ı kabul eden Şerif, ismini de bu dönemde değiştirmiş. 1954’te evlenen ve yaklaşık 20 yıl sonra boşanan Hamama ve Şerif çiftinin Tarek adlı bir oğulları vardı.
Oyuncu, hayatının dönüm noktasının ‘Lawrence of Arabia için bir yıl boyunca Ürdün’de bir çölde çekim yapması olduğunu ifade etti. Filmle, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Altın Küre Ödülü alan ve Oscar’a aday olan Şerif, Lawrence rolündeki Peter O’Toole ile kısa sürede yakın arkadaş olmuştu. Şerif, O’Toole’la arkadaşlığı hakkında, “Lawrence of Arabia’dan sonra berbat filmlerde rol aldık. Bana, ‘Hadi çöp gibi işler yapalım ve çok eğlenelim’ demişti. Onu çok sevdim. Arkadaşımdı. Hayatını kaybettiğinde çılgına döndüm,” diyordu.
New York’ta yaşamak istemeyen Şerif, bu konuda kenti çok seven Streisand ile anlaşamadığını ifade etti. İlişkilerinin Mısır hükümetini sinirlendirdiğini ileten Şerif’e ise, Streisand, “Kahire’nin sinirlendiğini mi düşünüyorsun? Teyzem Aunt Rose’un bana gönderdiği mektubu görmen gerekiyor” şeklinde cevap vererek şaşırtmış.
Günlerinin aynı geçtiğini söyleyen Şerif, Paris’te kaldığı lüks otelde öğlene kadar uyuduktan sonra, duş alıp 45 dakika boyunca yürüyüş yaptığını belirtip, “Otele tek başıma geri dönüyorum. Kimseyi tanımıyorum. Paris’te hiç arkadaşım yok. Akşam olduğunda beni yemeğe çıkaracak ya da akşamüstü birlikte dışarı çıkabileceğim birini istiyorum,” diye yaşantısını özetlemişti.[6]
* * * * *
Ömer Şerif, Londra’daki Kraliyet Tiyatro Sanatları Akademisi’ndeki eğitimi ardından ilk İngilizce filmiyle dünya çapında ün kazanan Şerif, Hollywood’un da ilk favori Ortadoğulu aktörü olmayı başardı.
Şerif ‘Arabistanlı Lawrence’daki başarısının ardından, 1965’te David Lean ile tekrar bir araya geldiği, bu kez başrolde olduğu Boris Pasternak uyarlaması ‘Dr. Jivago’, Şerif’e üçüncü ve son Altın Küre’sini kazandırdı. Şerif’in Hollywood’da yer aldığı başka bir yüksek profilli film, Barbra Streisand’ın eşini canlandırdığı ‘Funny Girl/ Komik Kız’ idi.
Şerif, 2003’te rol aldığı ‘İbrahim Bey ve Kur’an’ın Çiçekleri’ filminde canlandırdığı, ‘60’larda Paris’te yaşayan Türk manav İbrahim Demirci rolüyle büyük beğeni toplamış, Fransa’nın Oscar’ı Cesar Ödülü’ne değer görülmüştü. Uzun yıllardır Alzheimer hastalığı ile boğuşmasına rağmen kariyerinden ödün vermeyen Şerif’in rol aldığı son film, 2013 tarihli Fransız-Fas yapımı ‘Rock the Casbah’ oldu.
* * * * *
Toparlıyorum: Ömer Şerif farklıydı; O, mask’sız bir oyuncuydu; oynadığıydı, olandı.
Onun için oyunculuk, bir anlatım aracı olarak gerçeğin kendisiydi. Yani i) Duyguların ifadesi; ii) Beden dili; iii) Rol yetisi olarak sinemanın en önemli anlatım öğelerinden olan oyunculuk; Onun bedeniydi.[7]
Ve nihayet, “Dünyadaki yönetmen sayısı kadar yönetmenlik anlayışı vardır, dünyadaki oyuncu sayısı kadar da oyunculuk anlayışı var,”[8] denilse de; Onun oyunculuğu hepsinden farklıydı; çünkü O, Ömer Şerif’ti…
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:218, Eylül 2019…
[1] Orson Welles.
[2] Murat Özer, “Cengâverler Vardı…”, Radikal Kitap, Yıl:4, No:249, 23 Aralık 2005, s.18-19.
[3] Giovanni Scognamillo, Cadde-i Kebir’de Sinema, Agora Kitaplığı, 2008.
[4] Serpil Kırel, Yeşilçam Öykü Sineması, Babil Yay., 2006.
[5] Nilgün Cerrahoğlu, “Bir Ömer Şerif Geldi Geçti”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2015, s.16.
[6] “Paris’te Yalnız ve Tek Başına”, Taraf, 9 Mayıs 2014, s.13.
[7] Bkz: Vsevolod Pudovkin, Film Çekme Sanatı ve Sinemada Oyunculuk, Çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2014; Edward Dmytryk, Sinemada Oyunculuk, Çev: Levent Cinemre, Afa Yay, 1995; Kemal Oruç, Sinema ve Tiyatro Oyunculuğu, Mitos Boyut Yay., 2015; Eric Morris-Joan Hotckhis, Rol Yapmayın Lütfen – Tiyatro ve Sinema Oyunculuğuna Hazırlık, Çev:İpek Bilgin, Dost Kitabevi Yay., 2000; Edward Dmytryk – Jean Porter Dmytryk, Sinemada Yönetmenlik Oyunculuk Kurgu, Çev: İbrahim Şener, Doruk Yay., 2007.
[8] Kemal Oruç, “Cihan Özdeniz ile Sinema ve Tiyatro Oyunculuğu Üzerine…”, http://www.mimesis-dergi.org/2014/12/cihan-ozdeniz-ile-sinema-ve-tiyatro-oyunculugu-uzerine/