Yerin altından büyük bir sarsıntıyla gelerek yeryüzüne çıkan deprem enerjisini boşalttı ve geriye çekildi. Depremin yaratacağı sosyal ve siyasal “deprem” henüz gerçekleşmedi. Şimdi sırada yeryüzünde yaşayanların hayatının sosyal ve siyasal açıdan yaşayacağı “deprem” var. Bu deprem gerçekleştiği sehirlerde yaşayanların hayatını birebir etkiledi ama yaşanacak sosyal ve siyasal “deprem” hepimizin hayatını etkileyecek ve değiştirecek.
Henüz, depremin yaralarını sarmakla uğraşıyoruz. Henüz i̇nsanların ilk anda ulaşması gereken ama ulaşamadıkları ihtiyaç maddelerini sağlamaya çalışıyoruz. Henüz depremin ağırlığını ve bu ağırlığın hayatımıza bindirdiği yükü tam anlamıyla kavrayabilmiş değiliz. Bir süre sonra depremden kurtulan on binlerce insan evsiz, işsiz kaldıklarını, bir ömür ve binbir emek harcayarak kurdukları hayatlarının bir anda karsiliksiz kaldigi gerçeğini yaşayarak görecekler. Ve bugünkü iktidar ve devletin baş edemeyeceği devasa bir toplumsal sorun karşımızda. Bunun yaratacağı yoksulluk adi suç dosyalarının kabarmasına yol açacak. Yoksullukla boğuşan i̇nsanların bu ihtiyacını gidermek için tercihlerde bulunmasının ağırlığı hepimizin üzerinde ağır bir yük olarak duruyor.
Depremin fiziki incelemesi, bina yapım alanları ve nasıl yapılması ayrı ve uzmanlarının görüş bildirmesi gereken bir konu. Geriye kalanların politik olarak görüş bildirmesinin önünde engel yok, zaten günlük olarak yapılagelen bir eylem bu.
Deprem, çığ, fırtına gibi felaketlere yol açan olaylar toplumsal birlikteliği sağlar. İnsanlar, empati kurarak elbirliğiyle yardıma koşar. Unutulduğu sanılan dayanışma böyle günlerde gündeme gelir. Bu depremin ardından beklenen toplumsal davranış beklentilerin tam tersine gelişti. Soyut kavramlar yaratarak gerçekliği bu kavramlara uydurmaya çalışmak yerine, gerçekliği olanca çıplaklığıyla kabul ederek ortaya sermeye çalışanların anlatmaya çalıştığı olgular öne çıktı. Iki toplumun ayrışmış olduğunu ve bir araya gelemeyeceğini bir kez daha gördük. Kürt ve Türk ayrışması bir yana, Türk toplumunda da “Erdoğancılar ve karşısında olanlar” diye ayrışmanın yaşandığını da gördük, yaşadık. Yetersiz, eğitimsiz ama Erdoğancı olmaktan başka vasfı olmayan yöneticilerin inisiyatif bile alamayıp gündemin ardından sürüklenmeleri, hırsızlık, yağma, soykırım işlemek ve daha birçok suça imza atmaktan başka partileşmiş devlet veya devletleşmiş parti niteliğini kazanan örgütlü bir suç çetesiyle karşı karşıyayız.
Biz, başta Kürtler olmak üzere tüm ezilenler bunları yüz yıldır tanıyoruz, ne yapacaklarını biliyoruz. Şimdi Türk toplumsal yapısı da tanıdı. Depremden birinci derecede etkilenenler yaşayarak, geriye kalanlar da düşünsel refleksleriyle tanıdılar. Parça parça dökülen bir devletin kendi içinde bile ayrıştığını kaybederek veya kaybettiklerinin acısını yaşayarak öğrendiler. Aslında devlet iki gün boyunca bilerek yardıma gelmedi. yeteneksizlik ve organize olmamaktan kaynaklanan bir durumun ötesinde bu bir tercih meselesiydi. Örgütlenip yardıma gelmek Erdoğan’a sempati kazandırırdı. Ancak bu durumda OHAL ilan edilmezdi. Çaresizlik ve dağınıklık izleminin yarattığı yıkım, sert tedbirlerin alınmasına gerekçe oluşturdu ve OHAL ilan edildi.
Deprem onlar için “Allah’ın bir lütfu” olarak gündeme geldi. Şimdiden yeniden kurulacak olan binaların getireceği paranın miktarıyla tatlı hayaller kuruyorlardır. Öyle, kimse depremin yaralarının sarılması için OHAL’e gerek duyulduğunu sanmasın. En başta seçimlerin ertelenmesi, muhalefet eden kesimlerin bastırılması, ertelenen Rojava işgalinin gerçekleştirilmesi gibi gerekçelerden kaynaklı olarak ilan edildi. En önemlisi, halen bu iktidarın, seçimde kaybedip muhalefete geçeceğine inanarak iyimserlik rüzgarına kapılan politikacıların görmesi gereken gerçekliktir: tepeden tırnağa sucça bulaşmış, güç ve paranın tadını almış bu iktidarın demokrasiyle ilişkisi de yok, ihtiyacı da yok.
Dikkat edilirse, Erdoğan, büyük toplumsal olaylarda bir iki gün geriye çekiliyor, planlarını hazırlıyor ve gündemi saptırarak ortaya çıkıyor. Toplum, saptırılan gündemin peşinde koşarken Erdoğan planını uygulamaya koyuyor. Görülen gerçek şu ki: Erdoğan, OHAL ilanıyla planını uygulamaya koydu. Geri kalanlar ise “Anayasa, kurallar” gibi artık geçerliliğini yitirmiş gerekçeleri hatırlatmaya çalışıyorlar. Ortada bir savaş hali var. Erdoğan ve devlet sadece Kürtlere ve devrimcilere değil, Türk devletinin egemenliği ve işgali altında bulunan herkese savaş ilan etti. Enver Paşa’nın akibetini yaşar mı bilemeyiz ama onun hayallerini gerçekleştirmek için yaşadığını biliyoruz. Enver Paşa, Doğu Buhara’da kıyafetsiz ve yalınayak kaçtığı Çeğen Mevki’nde süngüyle çarpışırken öldürüldü. Onun hayalinin peşinden giden Erdoğan’ın, onun kadar cesarete sahip olmadığını biliyoruz.
Yaşananlar bize gösteriyorki, Kürt ve Türk toplumsal yapısı kesinkes ayrışmıştır. “Kardeşlik” terennümüyle bir araya gelemeyecek şekilde hem de. Ayrıca Türk toplumsal yapisi da ayrışmıştır. Gerçekliği olmayan politik hesaplar yaparak ortak vatanda, ortak ve eşit yaşanacağını sanmak, bedeli ağır ve karşılığı olan bir adım atmak demektir. Ne Türk devletinin ve toplumsal yapısının böyle bir niyeti var, ne de Kürt halkının buna inancı.
İlerleyen zamanlarda OHAL ilanının getirdiklerini göreceğiz. Kayyum atanması, öncekiler gibi tepki ölçmedir. Kınama ve basın açıklaması, Erdoğan’ın beklediği ve kabul edeceği bir eylemdir. Plan gereği şimdilik sertleşmiyorlar ve depremin yarasını saracaklarını söylüyorlar. Oysa Erdoğan için kendisinin iktidarından başka hiçbir şeyin değeri yok. Bu uğurda herkesi ve herşeyi işine yaradığı sürece kullanacak, sonra da atacaktır.
Nasılki kapitalizm iradesi dışında kendi mezarını kazacak ve kendisini o mezara koyacak olan proletaryayı bağrında yetiştiriyorsa, yaşanan deprem de bir mezar kazdı. Bu mezara Türk devleti girecek. Çünkü yüz yıldır bağrında, kendisini mezara koyacak olan öfke, nefret ve kararlılığı yetiştirdi.