Ali Engin Yurtsever: HDP Kapatılacak; Peki Sonrası ?..

Yazarlar

Nefret ve öfkelerini geleneklerinden gelen ve saklayamadıkları bir iştahla kusuyorlar. Sahiplendikleri kültürün insana, doğaya ve hayata olan sınır tanımaz nefretini taşımak ve onursuzluğunu duymak bir yana, bu barbarlığı her zaman övündükleri bir madalya gibi göğüslerinde taşıyorlar.

Ayak bastıkları her toprak parçasını çöle çevirdiler, doğayı dönüştürüp hayatla birleştiren her insanı, her kültürü yakıp yıktılar. Bütün dillerde korku, barbarlık ve nefretle anıldılar. İnsana, umuda ve güzelliğe dair sözleri olmadı hiç. Bitmez bir arzuyla hep ölümden , acı çektirmekten ve egemenlik kurmaktan bahsettiler. 

Tarihsel geçmişi olarak sahiplenip saydıkları Moğollardan bu yana yerleşik kültürden uzak, işgalci bir anlayışla geldikleri coğrafyalarda bulunan yerleşik ve birbirlerini kabul edip, saygı ve hoşgörü çerçevesinde yaşayan halklara yine tek bildikleri olan zulümle bezenmiş kanla boyanmış bir vahşeti getirdiler.

Kurdukları sömürge yönetim anlayışıyla yerleşik halkların tarihini ve bu halkları oluşturan kültürleri, kimlikleri ve yaşam tarzlarını yok sayarak kendilerine ait olan ne varsa onu dayattılar, dayatmaya da devam ediyorlar.

Bugün de kılıcın hükmünü minberden ilan etmenin sömürgeci anlayışlarının bir yansıması olduğunun, neye karşılık geleceğinin anlamını çok iyi biliyorlar.

Geçen hafta, TC’nin iktidar anlayışının sözcüleri olan Erdoğan ve Bahçeli başta olmak üzere, ırkçı ve faşist tayfanın irili ufaklı askerleri hep bir ağızdan “HDP kapatılmalıdır, HDP’liler öldürülmelidir” sözleriyle nefretlerini ve niyetlerini kustular.

Bu açıklamalara ciddi bir tepki vermeyen CHP, IYIP ve “sol” maskeli partilerden oluşan şürekanın sessizliğinin de hayra yorulmayacağını biz Kürtler iyi biliyoruz. Bu şürekanın yeri geldiğinde sömürgeci faşist TC’nin kınından çekip akıtacağı kılıçtaki kanın lekelerini silmek için diz çöküp mintanlarını sunacaklarını da iyi biliyoruz.

HDP, bir parti tanımını aşan bir misyona sahiptir. Yüklendiği sorumluluk TC parlamentosundaki diğer partilerden daha ağırdır. Binlerce üyesinin tutuklandığı bir partinin halen ayakta kalması, o partinin misyonunu belirlemek açısından önemli bir göstergedir.

HDP bir direniş çizgisinin yansımasıdır. Ne kadarının farkındadır veya değildir bu ayrı bir yazı konusudur. Elbette yoldaşlık hukuku içerisinde eleştirilecek yönleri vardır ancak şimdi yeri ve zamanı değildir.

Bu eleştiriyi sonsuzluğa erteleyecek değiliz, uygun koşullarda yapılacaktır. Eleştiriden bağımsız, her yaptığının onaylanması rahatlığı kimsenin veya bir kurumun kazanılmış hakkı değildir.

HDP’nin kapatılma isteğinin TC açısından her zaman bir gerekçe bulunarak yürürlüğe konulacak bir hukuk! düzenlemesi olduğu bilinir. Bunun üst düzeyde dile getirilmesi, bürokrasiye çakılmış bir işaret fişeği görevinden başka bir şey değildir. Uzak sayılmayacak bir zaman diliminde kapatmak adımını atacaklardır.

HDP kapatılabilir ama yeri hemen doldurulacaktır. Bunu TC devleti çok iyi bilmektedir, öyleyse temel amaç: HDP’nin kapatılıp, yenisinin açılmasını beklemek değil yürürlüğe koydukları çöktürme planı doğrultusunda siyasi arenayı da temizlemektir.

Geçmiş dönemlerdeki gibi bir politika yürütmüyorlar. Yeni dönemdeki amaçları taktiksel değil stratejiktir. Neye mal olursa olsun, Kürt direnişini kırmaktadır. HDP kapatılınca kitlesinin inancının zayıflayıp, mücadeleden vazgeçip, düzen partilerine yöneleceklerine inanıp böyle planlıyorlardır.

O öfke selinin dağlara ve mücadeleye daha güçlü ve kararlı olarak akacağını göremiyorlar. Şêh Seîd Efendi’nin, Pîr Seyîd Rızo’nun torunları ne yaptılar, isyan silahını kuşanmadılar mı, 2229. yılını kutladıkları şanlı! Türk orduları Kurdîstan coğrafyasında Kürt gerillalarının önünde darmadağın olmadı mı?

HDP vekilleri, temsil ettikleri geleneğin tarihine uygun olarak ön safta mücadele etmelidirler. Kaybedecekleri hiçbir şey yoktur ama kazanacakları onur; geleceğe bırakacakları yegane mirastır. 

Bu kapatma adımı muhtemelen Güney Kurdîstan ve Rojava saldırılarıyla eş güdümlü olarak atılacaktır. Şimdilerde çiğnene çiğnene çürüyen bir sakızın kokusunu andıran yeni çözüm süreci dillendirilmesi ve kitlelerde yeni bir rehavet yaratma taktiği ile Kuzey halkını ikilemde bırakarak işbirlikçiler ve uluslararası destekle birlikte saldıracakları dönemde gözümüzün içine baka baka şunu söyleyecekler “bakın biz barış görüşmeleri yürütmek istiyoruz  ama onlar bize saldırıyor”.

Bunun üstüne gündemi okumaktan biçare Kürtlerden de “ duyum alıyoruz, süreç başlayacak” sözlerini duymak da ayrı bir sızı olarak içimizde duruyor.

Ulusal veya sınıfsal kurtuluş mücadeleleri, sadece silahların bu sorunu sert bir şekilde gündeme getirmesiyle çözülmez, mutlaka barış masası kurulur ancak bu barış masası, savaşan güçlerden haksız olanın elindeki silah üstünlüğüne dayanarak dayattığı bir “barış”la değil, her türlü baskıya direnen isyancıların hakkını dayatmasıyla kurulur ve sömürgecilerin işgal ettikleri toprağı bırakmasıyla işlerlik kazanır.

Bu perspektifle “amaca uygun her türlü aracın kullanılması” gerekir ancak bu kıldan ince kılıçtan keskin noktanın çok iyi belirlenmesi gerekir. Siyasi alanı kullanmak adına faşist sömürgecilerin eline kullanacakları kozları vermek, sonsuza kadar demokrasi oyununda piyon olmak ile siyasi alanı bir saldırı mevzisine çevirmek arasındaki sınırı bilmek gerekir.

Örneğin: Amed zindanı yargılamaları düşmanın bütün silahlarını işlemez hale getirmiştir. Yakın tarihte ise Dimitrov tek başına Nazi mahkemelerini mahkum etmiştir.

Barış masası kurulduğunda söz hakkı da direnişçilerindir, sömürgeci faşist güçlerden medet umma zayıflığının değil. 

Kürt olmak ile Yurtsever olmak arasındaki farkın bilinçli bir şekilde birbirine karıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Ülkesini sömürgecilere peşkeş çekmek ile her karış toprağını savunmak arasındaki bir dönemde: “ama’sız, fakat’sız” kurulacak cümlelere, bedeli ne olursa olsun amaca uygun bir yöntemle direnişe katılmaya ihtiyacın da ötesinde bir sorumluluğa ihtiyaç vardır.

Gün karanlık, düşman büyük değildir. Ayağa kalkmadığımız için büyük görünmektedir. Yapılacak olan ayağa kalkmanın gücünü ve onurunu göstermektir. Göreceğizki biz ayağa kalktığımızda düşman cüceleşecektir.

Ve tarih böylesine haklı ve onurlu direnişlerin kaybettiğini bugüne kadar yazmamıştır. Yazılmayacağını bir kez de Kurdîstan’dan göstereceğiz.

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: ‘Az Yazıp Çok Söyleyen’ Cemal Süreya
Halil Dalkılıç: Di tûrikê Biden de ji bo Kurdan çi heye?

Öne Çıkanlar