Öyle bir kirlenmiş ki TC’nin toplumsal yapısı, son haftalarda ortalığa saçılan kokuşmuş ve çürümüş ilişkilerin temizlenip, yeni ve yaşanabilir bir hayat kurulması için bile toplumsal bir talepte bulunulmuyor. Sıradan bir tv dizisi izlenir gibi izleniyor. Talep her zamanki gibi bu kirlilikten uzak yaşayan devrimciler ve demokratlardan geliyor. Bunun dışında dile gelen talepler “dostlar alışverişte görsün” mantığından öteye gitmeyen laf kalabalığından başka birşey değildir.
Sosyal ve siyasal ilişkilerin yenilenmediği ve zamanın hiç değişmeyerek hep aynı kaldığı varsayılarak yaşanılan toplumlarda çürüme kaçınılmazdır. Bunların üstüne o toplumların geçmişlerinde bulunan insanlık suçları varsa ve bunlarla da yüzleşilmiyorsa çürüme kokmaya başlar ve toplumun her bireyini sarar. Bu durum birdenbire oluşan bir ilişki ağı değildir, göz önünde büyüyen bir canlının büyümesinin farkına varılmaması gibi usul usul gelişir. Toplum tarafından ayıplanan, suç sayılan duygu ve düşüncelerin süreç içinde kanıksanması, kitleselleşmesi ve artık “ayıp ve suç” olmaktan çıkması bir gerçeklik olarak toplumun önüne serilir.
Ya gerçekle yüzleşip kabul edeceklerdir ya da tamamıyla dağılıp gideceklerdir. Hayatın değişmez kuralıdır: çözümler hep yasakların içinde saklı kalırlar ve bu nedenle “olmaz, kabul edilemez denilen” gerçeğe mahkum olduğunun kavranması özgürlüğün kapısını açacaktır.
Elbette yolsuzluklar, mafia ve siyaset ilişkilerinin iç içe geçmesi ne yeni ne de TC’ye özgü birşey değil. TC’nin kuruluşundan itibaren bugüne kadar gelen bir kirlilik söz konusu. Daha da gerilere gidersek eğer, kendilerinin ataları olarak gördükleri Moğollar, Selçuklular ve diğer toplumların bilerek, severek yaptıklarını yaptılar.
Soykırıma uğrayan Kürtler, Pontoslular, Ermeniler, Süryaniler binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda maddi ve manevi birikimlere sahiptiler. Peki başta M. Kemal, Topal Osman, Sakallı Nurettin Paşa, A. Alpdoğan gibilerin öncülük ettiği soykırımlarda gasp edilen onca maddi değerler nerede? TC’nin ilk kuruluşundan bugüne kadar tapu kayıtları açılsa da görülse, kimler nasil zenginleşmiş, öğrenmiş olurduk.
Yani şimdilerde tekrarını gördüğümüz bu ilişkiler yeni ve AKP dönemine özgü değil. AKP’nin farkı, akıl almaz derecede yalan söylemek, katliam ve ahlaksızlıkta sınır tanımamaktır.
Aferizm… TC’nin ilk yıllarında kullanılan bir kavram. Askerler, yöneticiler, siyasetçiler arasında yer alan bazı kişilerin devlet imkanlarını kullanarak ekonomik ve siyasi faaliyetleri kendi çıkarlarına dönüştürmesi anlamında kullanılmıştır. Yani Kemalistlerin yere göğe sığdıramadığı “Ulu önderleri” döneminde de değişen birşey yoktu. Ali Cenani Bey ve Ihsan Bey’in yargılandığı yolsuzluk davaları unutulmadı.
Öyle ki ironi olsa gerek İhsan Bey’in yargılandığı davanın adı: “Havuz Yavuz Davası” idi. Darısı şimdiki havuz sevdalılarının başına diyelim. Ve İsmet İnönü bu davalar sürecinde her iki tarafı deyim yerindeyse “tokuşturmuş” birbirine karşı kışkırtmıştır, böylelikle sonradan ikisinin de hesabı rahatlıkla görülmüştür. Ali Cenani Bey savunmasında “ülke menfaatleri” şarkısını elden bırakmamıştır. Sonuçta, 1 ay hapis ve 4 ay rütbe ve memuriyetten mahrumiyet cezasına çarptırılmıştır.
Herşey tanıdık, herşey bildik… Onca yılın ardından “yaratıcılık” namına hiçbir gelişme yok. Ne söyleseler inanan bir toplum ve kendi bilgi birikimleri de bu seviyeden öteye gitmeyince “ezan, bayrak, vatan” diyerek geçmişi geleceğe taşıyorlar. Aptal değiller, anlıyorlar ama iyiye dair ne varsa tersinden anlıyorlar. “Aferin” gibi olumlu, iyi bir söz Ya da davranış için söylenen sözü bile kirleterek siyasi literatüre geçiriyorlar.
Bugün, bunca kirliliğin, vicdansızlığın ve bilcümle zulmün bir birikim sonucu olduğunu, toplumun bu ilişkileri yaratarak bugüne getirdiğini ve böyle şekillendiğini görüyoruz. Başka türlüsü olamazdı çünkü “tarihte ne olmuşsa başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur” belirlemesi tam da bu duruma uygundur.
Bugün Kürtlerin nezdinde halklara karşı haksızca ve ahlaksızca sürdürülmeye çalışılan savaşın nedeni budur. Hırsızlıklarını, ahlaksızlıklarını Kürtleri gerekçe göstererek sürdürmeye çalışan TC bu nedenle adım adım kirlenmiştir. Bir avuç insan dışında toplumun bütününün hırsızlıktan pay alma umudu ve kirletilmiş üretim ilişkilerinin sonucu alkışladığı, desteklediği bir gerceklik önümüzde durmaktadır.
Temiz toplum isteği yoktur, TC’nin sömürge hukukunun kalkması, demokrat bir yönetim olması talebi yoktur, geçmiş tarihiyle yüzleşme derdi hiç yoktur. Bu nedenle devlet ve Mafia arasında bir sınır da yoktur. Sadece yer değiştirme ve iktidarı elinde tutan gücün başkalarını tasfiye etme eylemi vardır. S. Peker’in elinde ne tür gerçek bilgiler olursa olsun, açıklansa bile karşılığı olmayacaktır.
Bu toplum ekonomik, siyasal ve sosyal her rezaleti unutmaya meyilli, gerçeğe ve gerçeği söyleyene düşman bir toplumdur. Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan çocuklar, 17/25 Aralık hırsızlıkları, Ankara Garı, Suruç, Cizre, Sur ve daha hangi zulme ses çıkardı ki bu dönem sesini yükseltebilsin?
Elbette değişim gelecektir ama ne yazık ki iç dinamiklerin gücü buna yetmediği için dış dinamiklerin gücüyle bir değişim yaşanacaktır. Bir istisna Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendi dinamiği, kendi hukukunu kurmaya doğru gitmektedir.
Siyasal alanda faaliyet yürüten sol kimlikli partiler doğal olarak kitlelere umut ve gelecek vaad eden programlar ve politik adımlar sunmak zorundadırlar ama bu, iktidarın belirlediği zeminde ve gerçeklikten uzak, ayakları yere basmayan faaliyetlerle olmayacaktır. Gerçeği yüksek sesle ve en önde haykırmak gerekir. Danton’un dediği gibi; “bu düzeni değiştirmek için cüret, daha çok cüret, daima cüret” gerekir…