Aslıhan Gençay: Barış Sürecinde Gerçekler Ve Yalanlar

GenelGündem

*Ortalık manipülasyondan geçilmiyor, biz gerçekleri anlatacağız. İnfaz düzenlemesinden sonraki adımlar, Demirtaş’ın tahliyesi, yeni anayasa, federasyon söylentilerinin aslı astarı, gündemdeki kabine değişikliği, Sedat Peker’den teşekkür, Suriye’deki son gelişmeler ve F-35’ler, hepsini yazdık…

*Soralım öyleyse, Kürt sorununun çözülmesi ve Türkiye’de barışın hâkim olması mı daha önemli sizin için, yoksa tuttuğunuz ya da beslendiğiniz partinin iktidara gelmesi mi? İkinci seçenek, kendi dar çıkarını, halkların çıkarlarının önüne koymak demektir.

Aslıhan Gençay Platform24 için yazdı:

Barış sürecinin kesintiye uğrayacağını ve sonuca varmayacağını düşünen, buna inanan, başta ulusalcılar olmak üzere tüm kesimler, şaşkın ve kaygılı. Zira PKK, 12 Mayıs’ta yaptığı yazılı bir açıklamayla örgütün feshedildiğini duyurdu.

Oysa ulusalcılar önce “Devlet Bahçeli aslında sürece karşı ve bozacak” demişti. Gelişmeler üzerine bu senaryo, “Erdoğan sürecin ilerlemesini engelliyor, Bahçeli Cumhur İttifakı’nı bozarak CHP ile ittifak kuracak” şeklinde güncellendi. Tutmayınca, Trump’ın ağzından çıkacak kelimelere ve İsrail’in Türkiye’yi de hedef alan saldırganlığına odaklandılar. Bu da olmadı. Geriye tek umut kalmıştı: “Yok yok, örgüt kendini feshetmez.” Fakat PKK tarafından fesih açıklaması da yapıldı.

Tutunacak dalları kalmayan kesimler, bu defa PKK’nin açıklamasını cımbızlamaya, metne, Türkiye’nin açıklaması muamelesi yapmaya başladılar. Garip olan, şimdiye kadar hiç PKK açıklaması okumamaları, hatta örgütün bakış açısından bihaber olmalarıydı.

Vaveyla başladı; Lozan feshedilecekti, örgüte federasyon sözü verilmişti, ülke bölünecekti, tabii her zamanki gibi laiklik yine elden gidecek ve şeriat gelecekti. Bu denli ciddi iddia ve tahlilleri yaparken argümanları neydi peki? Sadece PKK’nin açıklama metni.

Olumsuz ve kanlı biten eski çözüm süreci nedeniyle bugüne dair temkinli, şüpheci ve güvensiz yaklaşımlar anlaşılabilir. Lakin her kelimeden, mimikten absürt anlamlar çıkaranlara ve sanki dediklerinin altı doluymuş gibi kışkırtıcılık yapanlara ne demeli?

Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan Kürt sorununda çözüme yaklaşılmış, barış ihtimali hiç olmadığı kadar güçlenmişken, altı boş kışkırtmaların iyi niyetli olduğunu söylemek zor.

Elbette, kışkırtıcılık yapanların, üstenci statükolarının bozulmasını istemeyen ulusalcı kesimlerle CHP iktidara gelsin de o vakte kadar ne olursa olsun, düşüncesindekilerden oluştuğunu görmek, tabloyu daha da netleştiriyor.

Soralım öyleyse, Kürt sorununun çözülmesi ve Türkiye’de barışın hâkim olması mı daha önemli sizin için, yoksa tuttuğunuz ya da beslendiğiniz partinin iktidara gelmesi mi? İkinci seçenek, kendi dar çıkarını, halkların çıkarlarının önüne koymak demektir.

Birbirine karışmasın; Ak Parti ve MHP’yi, geçmişte yürüttükleri politikalar ve bugünkü tutumları ekseninde eleştiren, iki yüzlü bulan, güvensizlik duyanlar haklılar. Lakin dürüst olalım, bugün bırakın Türkiye’yi, dünyada, konjonktürel politika yürütmeyen, bölgesel ittifaklar kurmayan, gelişmelere göre tutum belirlemeyen ve her tutumunda, kendi kazanımlarını da hesap etmeyen bir siyasi parti kaldı mı? Bulamazsınız.

Hele mevzubahis, yeniden şekillenen, çıkar savaşlarının hüküm sürdüğü Orta Doğu olunca, 80’ler ve 90’lardan kalma tutucu, tekçi, ırkçı argümanların gerçeklikle örtüşmediği aşikâr.

Bu kapsamda pek çok şey söylenebilir lakin manipülasyonları değil, gerçekleri konuşmak gerek şimdi. Dolayısıyla gelişmelere ve gelişeceklere dair gerçekleri yazalım bugün.

Doğrular ve yanlışlar

  • PKK’nin kendini feshettiğini açıklamasıyla birlikte, barış sürecinde yeni bir adım atıldı. PKK’nin feshi, özünde gerek yurtiçi gerekse yurtdışında artık Türkiye’nin hedef alınmaması demekti.
  • Şimdi Türkiye’nin beklentileri; örgüt mensuplarının silahlarını teslim etmesi, ancak bu koşullarda Türkiye’ye dönüşlerinin sağlanması ve örgütün farklı bir adla varlığını sürdürerek yine Türkiye’yi hedef alan silahlı faaliyete başlamaması. Bu çerçevede gelişmeleri denetlediklerini ve izlediklerini de her fırsatta belirtiyorlar.
  • Öte yandan PKK yöneticilerinin zaten Türkiye’ye gelme gibi bir hedef ya da talepleri yok, Suriye, Irak veya ABD’ye gitme şeklinde düşünceleri mevcut.
  • Peki, bu adımlar taraflar görüşmeden atılabilir miydi? Elbette hayır. Karşılıklı adım atanlar, diyaloğun doğası gereği birbiriyle görüşmek zorundadır. Bir bardak suda fırtına koparmanın alemi yok zira barış görüşmeleri söz konusu olduğunda, dünyanın her yerinde örgütlerle devlet temsilcileri görüşür, görüşmüştür. Bu noktada sonuçlara odaklanmak daha sağlıklı olacaktır.

İnfaz düzenlemesi ve Demirtaş

  • Örgüt tarafından gerekli adımların atılmasına paralel olarak Kurban Bayramı öncesinde yeni infaz düzenlemesi hayata geçirilecek. Düzenleme taslağına ve ayrıntılara geçen haftaki yazımda değindim, bu konularda şimdilik bir değişiklik yok.
  • Selahattin Demirtaş’ın tahliyesine dair de her kafadan bir ses çıkıyor tabii. Pervin Buldan’ın yazdığı bir iletideki –de ekinden yola çıkarak “Bakın Selahattin Demirtaş çıkarılmayacak” diyen mi ararsınız, “Bahçeli Demirtaş’la telefon görüşmesi yapmak istedi de cezaevi idaresi izin vermedi” yazıp buradan anormal tespitler çıkaran mı? Hepsi yanlış, hepsi asılsız. Bugünkü koşullarda ne Devlet Bahçeli’nin Selahattin Demirtaş’la görüşmesinin önünde bir engel var –ki telefonda görüştüler– ne de Demirtaş’ın tahliye olmama ihtimali. Selahattin Demirtaş cezaevinden çıkacak ve legal siyasi faaliyetlerine devam edecek, barış sürecinin önemli aktörlerinden de biri olacak. İnanmak isteseniz de istemeseniz de gerçek bu. Hatta belki ileride, daha önemli mevkilerde dahi görebiliriz Demirtaş’ı ya da DEM Partili siyasetçileri.
  • Koskoca bir barış sürecini, sadece Öcalan’ın tahliye edilmesine bağlayan aymazları da atlamayalım. Bu zevatın yaptığı saçma sapan yorumları, “Abdürrezzak Boşatan, süreci deşifre etti. Boşatan, gizlenen gerçekleri açığa çıkardı.” spotlarıyla yayınlayan TV kanalları ise gayet acıklı durumda. Gerçek şu ki Öcalan ne tahliye olmayı ne de İmralı adasından çıkmayı talep ediyor. Aksi durumda güvenliği dahi sağlanamaz.
  • Elbette barış sürecinin sağlıklı yürümesi ve kongrenin yapılabilmesi için Öcalan’ın haberleşme imkânları artırıldı. Ayrıntılara girmiyorum. Önemli olan şu ki bugünkü sonuca bakarsak; Öcalan’a gerekli haberleşme koşulları sağlandığında, barışa giden yolun hızla düzlendiği, artık herkesin takdiri. Tersini dayatan ve çözümsüzlük arzularını farklı ambalajlarla sunanların yaptıkları ise sadece kaos ve savaş seviciliğe denk düşmekte maalesef.

Kabine değişikliği ve yeni anayasa

Gelelim infaz düzenlemesinden sonra gelişeceklere.

  • Benden duyun; artık elzem olan bir kabine değişikliği gündemde. Ertelenmediği takdirde, bayram sonrası hayata geçirilmesi şaşırtıcı olmaz. Hatta tek isim dışında, tüm bakanların değişmesi söz konusu olabilir.
  • Evet, yeni bir anayasa yapılacak, bu artık kaçınılmaz. Yeni bir anayasa yapılmasını demokrat tüm kesimler destekliyor, destekler.
  • Önemli olan anayasanın içeriğiyken, mevcut iktidar cunta anayasasına dahi uymazken, yeni anayasayla demokratik adımlar atılabileceğine duyulan güvensizlik önemli bir handikap. Tamamen haklı temelde gelişen bu eleştiriler ve aynı zamanda sürece dair bilgi edinme talepleri yok sayılamaz.
  • Ak Parti ve MHP, şimdiye dek neden 80 anayasasına uymadıklarına ve Anayasa Mahkemesi’ni işlevsiz hale getirerek, kararlarını uygulamadıklarına ilişkin Türkiye halklarına bir açıklama borçlu. Her ne kadar temiz ve tutarlı siyasi partiler, dünyanın hiçbir yerinde bulunmasa, siyaset aynı zamanda pragmatizmin ve çıkarcılığın diğer adı olsa da bu açıklama gerekli.
  • Yeni anayasanın içeriğine, uygulanması için kurulacak mekanizmalara, ülkede yapılacak demokratik reformlara da odaklanmak gerek. Başkanlık sisteminin, denetim mekanizmalarını işlevsiz kılan yapısıyla nasıl dokunulmaz ve kontrolsüz bir güç haline geldiğini tartışmak şart.
  • Yeni anayasa ve diğer yasal düzenlemeler; eşit yurttaşlığı, kayyımlara kapı açan düzenlemelerin rafa kaldırılmasını ve anadilde eğitimi kapsayacaktır.
  • Lakin taraflar arasında herhangi bir federasyon veya özerklik anlaşması olmadığı gibi, böyle bir maddenin anayasada yer alması da söz konusu değil.
  • Yeri gelmişken altını çizelim: Anayasa yapım sürecinde ülkedeki tüm kesimlerin ve vatandaşların görüşü alınmalı, anayasa kapalı kapılar ardında, Beştepe’de ya da Bahçeli’nin evinde hazırlanmamalıdır. Zira bizim de diyecek çok sözümüz var.

Sedat Peker’den Bahçeli’ye teşekkür

  • Kabul edelim, barış sürecinde en çok emek harcayan iki isim, Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan’dı. Hal böyleyken, pek çok sabote etme girişimine rağmen bu noktaya gelen sürece ilişkin karşılıklı teşekkürler sunulmasını garipsemektir, asıl garip olan.
  • Yeni bir bilgi de verelim: Düzenli olarak Devlet Bahçeli ile telefon görüşmeleri yapan ve süreçteki gelişmelere göre Türkiye’ye dönmesi beklenen Sedat Peker de Bahçeli’yi bizzat arayarak, barış sürecinden dolayı teşekkürlerini iletti. Peker’in Türkiye’ye döneceği tarih ise henüz belli değil.

Nereden çıktı federasyon ve özerklik?

Bakın bu gündem, Suriye’de geçerli ve halen tartışılıyor, görüşmeler sürüyor.

Bilindiği üzere 10 Mart mutabakatı imzalayan taraflar, Ahmet El Şara, SDG ve Dürziler, sonrasında tekrar anlaşmazlık ve çatışmalı bir süreç yaşadılar.

Mutabakata göre Rojava’ya idari özerklik tanınacak, valilik kendi emniyet güçlerini belirleyebilecek, silahlı yapı YPG ise merkezî Suriye ordusuna katılacaktı.

Dürziler için de aynı sistem geçerli olacaktı.

Fakat Şara’nın, mutabakat sonrası hazırladığı anayasaya, ülkedeki diğer kimlikleri yok sayan koyu bir Arap milliyetçiliği damga vurdu.

Ardından oluşturulan kabinede de Dürzilere ve Kürtlere yer verilmedi. Oysa bakanlık düzeyinde temsilleri, 10 Mart’ta ele alınan konular arasındaydı.

Bu hamleler; yeni iktidara gelmiş, bırakın Suriye’yi, HTŞ içindeki grupları dahi henüz denetleyemeyen, bir devlet geleneği olmadığı gibi düzenli ordusu da bulunmayan HTŞ ve Şara için oldukça iddialı ve hatalıydı. Nitekim karşı tepkiler gelişti. Gerek Kürtler gerekse Dürziler, yeni anayasaya ve kabineye karşı çıktılar.

10 Mart mutabakatına uymayanlar, sadece Kürtler ve Dürziler değil, merkezî yönetim ve bizzat Şara’ydı aynı zamanda. İsrail ise bu çelişkiyi ve zıtlaşmayı fırsat haline getirerek, Suriye’yi bombalamaya başladı. İsrail’in asıl rahatsızlığı, Türkiye’nin Suriye’de güçlenmesine ilişkindi.

Neticede Şara gerek Dürziler gerekse Kürtlerle görüşerek kısmi bir anlaşma sağladı. Lakin federasyon talepleri kabul edilmiş değil. Mutabakat içerisinde yer alan idari özerklik ise olası görünüyor. Tarafların tavrına ve aksiyonlarına göre gelişecek bu süreç.

Kısaca Kürtlerin, Türkiye’de bir federasyon ve özerklik talebi yok. Bu talep, Suriye’deki Rojava bölgesi için geçerli ve görüşmeler sürüyor. Hal böyleyken, gerçekliği çarpıtıp çekiştirerek “Türkiye bölünecek, örgüte federasyon sözü verildi.” şeklinde kışkırtıcılık yapmak, en basit tabirle kötü niyetlilikten başka bir şey değil.

Trump’ın kasası hep kazanır

ABD başkanı Trump’ın, şu sıralar dünyada oynadığı rol, çatışmalı tüm bölgelerde ateşkes veya barış sağlamak şeklinde.

Ukrayna-Rusya savaşına son verecek ateşkes ve barış görüşmelerinin organizasyonundan tutun Hindistan ve Pakistan çatışmasını bitirmeye, Filistin ve İsrail için çözüm aramaktan Türkiye ile Kürtler arasında barışın tesis edilmesine kadar her alanda, ABD ve Trump’ın büyük rolü var. Artık bunu kimse inkâr edemez.

Peki, Trump tüm bunları, barış ve demokrasi havarisi olduğu için mi yapıyor? Elbette hayır.

  • Gelinen noktada Filistin’i ABD yönetecek ve yeniden inşa edecek. Demektir ki kasa kazandı.
  • ABD, Suriye’den çekilmeden önce, müttefikleri olan Türkiye ve Kürtlerin barışına katkı sunacak. Yine kasa kazandı.
  • Ukrayna-Rusya savaşının bitmesiyle ABD hem Ukrayna’ya verilen devasa yardımı kesebilecek ve Ukrayna’nın yeraltı zenginliklerinden faydalanacak hem de nükleer silah sahibi dünya devi Rusya’yla ilişkilerini pekiştirecek. Kasa tekrar kazandı.
  • ABD, tüm çatışmalı konularda, olmazsa olmaz arabulucu, vazgeçilmez hakem ve takım kaptanı olması sayesinde, yapılan her anlaşmadan pay kazanacak ve dünyanın pek çok bölgesinde ona danışılmadan adım atılmasını, çok daha zorlaştıracak.

Sonuç: Kasa hep kazanır.

Türkiye-Suriye ticareti büyüyecek

Şimdi, gerek Filistin’i yönetme ve yeniden inşa rolünü üstlenen gerekse de Türkiye ile Kürtler arasında sağlanan barışta payı bulunan Trump, Orta Doğu turunda.

Kapalı kapılar ardında verdiği ültimatomlarla jandarma gibi kullandığı, planları uygulanmadığı takdirde saldırıya hazır şekilde elinin altında tuttuğu İsrail ve bir dediğini ikiletmeyen Suudi Arabistan ise bölgedeki en sadık dostları.

Yanı sıra Trump, Şara yönetimini, Türkiye’nin Suriye’deki varlığını, Suriye’de faaliyete geçecek üç Türkiye üssünü ve Türkiye’yle Kürtler arasındaki barış görüşmelerini de güçlü biçimde destekliyor.

Bu koşullarda Trump’ın, dün Riyad’da yaptığı açıklamayla Suriye’ye yönelik ABD yaptırımlarını kaldırdığını tüm dünyaya duyurması şaşırtıcı olmadı. ABD, böylelikle Şara yönetimini de tanımış oldu. Bu konu zaten Erdoğan ve Trump arasında gerçekleşen telefon trafiğinde de gündeme gelmiş, Trump, Erdoğan’ın taleplerine olumlu yanıt vermişti. Akabinde Şara’nın bugün Riyad’da, Trump’la görüşmesi bekleniyor.

Ayrıca ABD ve Türkiye arasında süregelen F-35 anlaşmazlığının da çözüldüğü bilgisine ulaştık. Trump yönetimi, Türkiye’ye F-35’leri teslim edecek.

Trump’ın onayıyla Suriye limanlarının Fransa’ya verildiğini biliyoruz. Suriye’ye yönelik ABD yaptırımlarının kalkmasıyla birlikte, önümüzdeki süreçte Türkiye-Suriye ticareti büyüyecek, Suriye-Türkiye arasında yeniden inşa anlaşmaları da hayata geçirilecektir.

Şimdilik gelişmeler bu yönde. Gerisini de hem Orta Doğu hem de Türkiye’deki barış süreci ve atılacak adımlar açısından takip edeceğiz.

Eğer manipülasyonlar, yanlış bilgiler, ipe sapa gelmez senaryolar ve kışkırtıcılıklar yerine, gerçekleri öğrenmek istiyorsanız takipte kalın, yazmaya devam edeceğiz

İlginizi Çekebilir

Amerika-Katar ilişkilerinde 1,2 trilyon dolarlık yeni dönem
Boğaziçi’nde Nurettin Yıldız protestosu: Altı kişi tutuklandı

Öne Çıkanlar