Hawar Tornêcengi mahlasıyla tanınan İmdat Yıldız’ın, “Sanıkê Dêrsim,” ve “Lawukê Dêrsımi” adlı çok önemli iki eseri daha, Vejiyayise Tiji/Tij Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Bu çalışmalar bizleri Kırmanci/Zazacanın o büyülü dünyasının içine çekiyor, unutulmuş dünün masal dünyasıyla bugünü buluşturuyor. Günümüzde kaynağı kurumaya yüz tutmuş bir nehri andıran Kırmanci/Zazaca alanında ortaya çıkarılmış bu iki eser, sözlü hafızayı yazı ile ebedileştirirken, dilin geleceği açısından da çok önemli bir rolü yerine getiriyor.
Biliyoruz ki, sözlü halk edebiyatının anlatıları, geçmişten günümüze varlığını sürdürmüş en önemli kültür hazineleridir. Yüzyıllarca insanların duygu ve düşüncelerini yansıtmış ve kuşaktan kuşağa aktarılmış bu anlatıların başında, elbette masallar, efsaneler, ezgiler geliyor.
Yazının konusu bağlamında, “Masallar bize ne anlatır” diye bir soru sorulsa, kuşkusuz ki farklı farklı yanıtlar alınacak; herkesin gözleri önünde farklı farklı pencereler açılacaktır. Kimisi o büylü zamanlara dair annesni, ninesini veya dedesini düşünecek; kimisi ise sisler arasındaki çocukluğunun başka masal anlatıcılarını anımsayacaktır. Ardından, çocukluğunda kendisiyle özdeşleştirdiği masal kahramanı belli belirsiz ortaya çıkacaktır. O kahraman, belki bir zamanlar ona aşkı, cesareti, umudu, başarıyı, kendine güveni, savaşmayı, barışmayı, hayal kurmayı öğretmiştir.
Evet, “masal bize neyi anlatır?” sorusuna, ayrı ayrı cevaplar verilse de aslında, geride kalmış masal zamanını yaşamış herkes hayatı bir yanıyla masallarla öğrendiğini görecektir. Ve masalların, bir zamanlar insanın iç dünyasının gerçek yüzünü oluşturduğunu, hayallerini yaşatmak için sığındığı büyülü dünya olduğunu da görecektir.
Ne var ki şu veya bu nedenle bu büyülü dünyadan koptuk, koparıldık. Elbette bu salt Dersim toplumunun yaşadığı bir sorun değil. Masalın kaynağı olan Mezopotamya, İran, Hindistan gibi havzalarda, çoktandır söz dünyasının sonuna gelindiği bir realitedir.
Yazınsal çalışmalarda geç kalmış Dersim toplumu bu süreçleri çok daha ağır yaşadı, yaşıyor. Çok iyi biliyoruz ki, bu kopuşla birlikte yaşam bir daha aynı olmayacaktı. Bize ait olanı adeta öğütüp yok eden bu zalim zamanın can yakıcı sonucu olarak öncelikle bir bellek kaybı yaşandı. Haliyle bir zamandır çok ağır bir kuşatma altında, unutuşun girdabına sürüklenmiş durumdayız. Bu unutuşun başında hiç şüphesiz ki, Dersim’in sözlü edebiyatında çok önemli bir yeri olan masalların büyülü dünyası geliyor. Özellikle son otuz yılda yaşanan anakaranın dışına savrulma ve diasporalaşma, çok yönlü unutuşa zirve yaptırdı. Artık yalnızca masallar değil, onlara can veren anadilin kendisi de gündelik yaşamda dahi konuşulamaz oldu, unutuldu, unutturuldu.
Bu yakıcı gerçeklik sonucu bizler için Dersimde masal zamanı, çok geçmişte kalmış sisli bir anıya dönüştü. Oysa pek çok coğrafyada olduğu gibi Dersim’de de insanın insanın tapınağına dönüştüğü uzun kış geceleri, masal zamanıydı. Bu zorlu günlerde kar hiç durmamacasına döktürür, yollar yolaklar kapanır, yaşam içe döner, insanlar sabırla baharın gelmesini beklerdi. Ancak bu anlar salt zamanı tüketme kabilinde umutsuzca bir bekleyiş olmazdı. İnsanlar bir araya gelir, masallar, cenk hikayeleri anlatılır; anadilinin bütün incelikleriyle hafızalar tazelenirdi. Böylece Tanrıya’da, dünyaya da uzak o köylerde yaşam başka bir anlam kazanır; kış bahara, geceler gündüze keser, zaman derin bir sonsuzluk hissi içinde yaşanırdı.
Ne var ki bir zaman sonra okullar, asimilasyon politikaları ve sol politik atmosferin getirdiği kimi negatiflikler derken bu büyülü söz dünyasından kopuş başladı. Fakat kuşaklararası aktarımda sözlü hafızanın derin bir yarılma yaşadığı ve sözlü edebiyatımızın artık taşınamadığı ‘90’lı yıllarla birlikte çok önemli yazınsal çalışmalar ortaya çıktı. Bu bağlamda özellikle masalların ve efsanelerin derlenmesinde Hawar Tornêcengi, Cemal Taş, Hıdır Dulkadir, Caner Canerik ve Remzi Aydın’ı özellikle anmak gerekir.
Hawar Tornêcengi’nin bir diğer eseri de, “Lawıkê Dêrsim” adıyla yayınlandı. Kırmanci/Zazaca yüzlerce aşk ve sevda ezgisinden oluşan bir çalışmadır.
Kuşkusuz gelenekleri yaşatanlar ve geliştirenler onların yaşatılmasına emek verenlerdir. Bu Bağlamda şunu belirtmek gerekir ki, dil kırımının tümden başarılı olamamasında, sözlü hafızanın tümden kesintiye uğratılamamasında ezgilerin ve ağıtların günümüze kadar taşınmasında hayati rol üslenen şakırtların, ozan ve müzsyenlerin çabası belirleyici önemdedir. Sey Qaji’den günümüze devam eden bu gelenek, asimilasyon politikalrına karşı çok sağlam bir direnç oluşturdu. Hawar Tornêcengi, “Lawıkê Dêrsımi” ile bir yanıyla ezgilerle sürdürülen Kırmanci/Zazaca müzik dünyasının sözlü hafızasını yazınsallaştırırken, bir yanıyla da bu müziği icra edenlerin kısa özgeçmişleriyle birlikte eserlerini yansıtarak, bir vefa borcunu yerine getiriyor. Bu aynı zamanda kırk yılı aşkın süredir dil konusunda çalışmalar ve araştırmalar yapan birinin, anadilinde yapılan çalışmaları ne kadar önemsediğinin göstergesidir.
Evet, büyük bir fedakarlık ve özveri ile meydana getirilmiş iki eser, bir hazine olarak bizlere sunuluyor. Alan çalışması yöntemiyle hafıza kişileri ile yapılan görüşmeler sonucu yazınsallaştırılan Sanıkê Dêrsim /Dersim Masalları ve Lawıkê Dêrsımi, her bakımdan çok önemli kaynak çalışmasıdır. Sözlü halk anlatıları üzerine çalışanların yanı sıra, dil üzerine araştırmalarda bulunanlar, hatta masalın toplumun bir nevi aynası olması dolayısıyla, bu alanda araştırma yapmak isteyenler için de eşsiz bir kaynaktır. Gene anadilini masal tadında çocuklara aktarmak için de çok önemli.
Bu çalışmaların sahiplenilmesi ve desteklenmesi için özellikle günümüz aydınlarına ve genç kuşaklara büyük görevler düşüyor. Kuşaklar üzerinden sürdürülemez aşamaya gelen sözlü edebiyatımızın ve sözlü hafızamızın yazınsal kaynaklarını yaşatarak gelecek kuşaklara aktarmak, bizler için hayati önemde bir sorumluluktur.