🔴 6 Şubat Depremleri’nde Antakya’da hayatını kaybeden tarihçi ve halk müziği araştırmacısı Mehmet Yıldırım’ın enkaz altındaki günleri, Berlin’de büyük yankı uyandıran bir tiyatro oyununa konu oldu: Haydar’ın Dansı…
DW Türkçe’den Erkan Türkel’in haberi:
Türkiye’nin on ilinde binlerce binanın yıkılmasına ve on binlerce insanın ölümüne neden olan 6 Şubat Depremleri, acısı nesiller boyu sürecek sayısız trajedinin kaynağı oldu. Bu trajik öykülerden biri de, iktisat tarihçisi, halk müziği araştırmacısı ve bağlama sanatçısı Dr. Mehmet Yıldırım’ın hikayesi.
Depreme Antakya’da yakalanan ve üzerine çöken binanın içinde günlerce yardım gelmesini bekleyen Yıldırım’ın, nihayetinde felaketten ancak bir hafta sonra cesedine ulaşılabilmişti. Polis tarafından cep telefonuna ve dizüstü bilgisayarına el konulan Yıldırım’ın, enkaz altında iken yakınlarına mesajlar gönderdiği öne sürülüyor.
Almanya’nın başkenti Berlin’in üç operasından biri olan Neuköllner Oper’in Genel Sanat Yönetmeni Bernhard Glocksin, duyduğu bu dramı, yaklaşık altı ay önce kurgusal bir hikaye ile tiyatro oyunu olarak sahneye taşımaya karar vermiş. İspanyol Dramaturg Albert Tola ile birlikte yazdıkları müzikal oyunda, Mehmet Yıldırım’dan esinlenilen Haydar karakteri, kaldığı enkazın altından üniversite yıllarında tanıştığı, aşık olduğu ancak bu sevdasını dile getirmeye hiç cesaret edemediği Songül’e mesajlar gönderiyor.
Seyirciyi sarsan deprem efekti
Her iki yanına seyircilerin oturduğu küçük bir sahnede sergilenen oyun, seyirciyi amaçlandığı gibi oldukça rahatsız eden ve tam da 6 Şubat 2023, saat 04:17’de olduğu gibi 65 saniye süren bir deprem efekti ile başlıyor. İnsanı çaresiz hissettiren gürültü, sarsıntı ve tavandan dökülen parçacıklarla… Bu esnada, başını ellerinin arasına alarak korku dolu yüz ifadesi ile sahneye bakan seyirciler göze çarpıyor.
Üçü aynı zamanda müzisyen olan, oyunun sahnedeki dört kişilik kadrosunda başroldeki Songül karakterini Taies Farzan canlandırıyor. Farzan, böyle büyük bir felaketi sahneye aktarmanın psikolojik anlamda hiç kolay olmadığını şu sözlerle ifade ediyor: “Ben uzun yıllar İstanbul’daydım. Deprem de yaşadım. Bu kadar büyüklerini değil de… İnsanlar günlük hayatında çok da düşünmemeye çalışıyor herhalde, ben de onlardan biriydim. Fakat bu oyuna başladıktan sonra çok farklı hissediyorum. Farklı bir şekilde dokundu bu oyun bana ve gerçekten her akşam, her akşam yeniden yaşıyorum bunu.”
Yaklaşık bir saat süren Haydar’ın Dansı’nda iç içe üç konu işleniyor. İlk olarak Songül’ün enkaz altında kalan Haydar’ın gönderdiği her mesajla toplumun kaderciliğine karşı artan öfkesi ve toplumsal hayatta, kimlik sorunu gibi kendini de rahatsız eden sıkıntıları sorgulaması. İkinci olarak, bağlama, ud ve ney aracılığıyla, müzikal bir anlatımla Haydar’ın da mensubu olduğu Alevilerin yer yer acı tarihinden kesitlerin anlatımı ve son olarak Anadolu ve İran coğrafyasından çıkarak Orta Doğu’ya, oradan Kuzey Afrika üzerinden, Müslümanların hakimiyetindeki Endülüs’e ulaşan mistik müziğin, 9’uncu yüzyılda burada yaşayan dönemin en ünlü şair ve müzisyenlerinden Ziryab’ın katkıları ile yeniden şekillenip tekrar Anadolu’ya gelişi ve başta Mevlevi müziği olmak üzere tasavvuf müziğini etkilemesi.
Oyunun tüm metni ve çeşitli dillerde söylenen şarkılar, türküler, bir karekod okutularak Türkçe, Almanca ve İngilizceye çevriliyor. Böylece isteyen seyirciler akıllı telefonları üzerinden tüm oyunu kendi dillerinde takip etme şansına sahip oluyor.
Glocksin, oyunu birlikte kaleme aldığı Tola ile birlikte, müziğin asırlar süren göçü gibi böyle iddialı bir konuyu sahneye hakkını vererek taşıyabilmek için çok özel müzisyenlerle çalıştıklarını aktarıyor. Bunun için, Hamburg doğumlu bağlama sanatçısı Derya Yıldırım, Faslı ud sanatçısı ve bestekar Alaa Zouiten ve İtalyan neyzen Valentina Bellanova ile yola çıkma kararı almışlar. Oyundan bir gün önce, 2010 yılında ney çalmaya başladığında ilk ve bugüne dek tek hocası olan Neyzen Ömer Erdoğdular’ın ölüm haberini aldığı için üzgün olan ve sahnede bu sebepten birkaç kez ağladığını dile getiren Bellanova, kendinin de kadroda yer almasını şöyle değerlendiriyor: “Bu göç eden müzik biraz da benim tarihim. Benimle biraz da Orta Çağ müziği konusundaki bilgi-birikimim nedeniyle irtibata geçildiğini düşünüyorum. Müziğin birçok alanında kendimi evimde hissediyorum. Ney ile daha çok klasik Osmanlı müziğinde var olmuştum, bugüne dek Alevi müziği çalmadım. Derya’nın eserleriyle bu müziğe de derinlemesine temas etme şansım oldu.”
Haydar’ın Dansı 2025’te yeniden programa alınıyor
Haydar’ın Dansı’nın duyurusu, Neuköllner Oper tarafından yapılır yapılmaz çok büyük bir ilgi görmüş Berlinli sanatseverler tarafından. 2004 yılından bu yana bu sahnenin sanatsal içeriğinden sorumlu olan Glocksin, “Gala gösteriminden on gün önce, planlanan 20 gösterimden sekizinin biletlerinin tükenmişti ve biz bu durumu kendimize açıklamakta zorlandık. Seyircilerimizin çoğunluğunu da Almanlar oluşturuyor. Biz de, ‘Vay be, çok ilginç. Burada birileri Alevi tarihine ilgi duyuyor’ diye düşündük. Hem etkilendik hem de buna kafa yorduk. Galadan sonra oyunun ikinci kez sahnelenmesinin ardından ise bütün gösterim tarihlerinin biletleri tükenmişti” diyor. Glocksin ve ekibi, kendileri için büyük bir süpriz olan bu ilgi nedeniyle bu yıl içinde programa ek gösterimler almışlar ve şimdiden 2025 yılının Şubat ayından itibaren 20 gösterim daha yapılması konusunda karar almışlar.
Oyuna gelen tepkiler
Oyunda Songül karakterine can veren Taies Farzan’da çevresinden sadece olumlu tepkiler almış ancak on binlerce insanın hayatına mal olan korkunç bir felaketin konu edildiği bir oyun ile ilgili “güzel tepkiler aldık” demekte zorlanıyor: “Güzel dönüşler alıyoruz… İnanın güzel bile diyemiyorum, selama çıkarken, nasıl desem, utanç mı desem?.. Hani normalde oyunu bitirirsiniz ve çıkarsınız, harika bir oyun oynadım diye. Ben her seferinde hem bir burukluk var içimde hem bir ölenlere saygıyla, hakikaten eğilirken hep o var benim içimde ve bir burukluk, bir mahçubiyet var hep içimde. Çok zor.”
Farzan, oyunun Şubat ayında yapılan galasına davet ettiği özel bir konuğunun hikayesini de şu söylerle paylaşıyor: “Prömiyerde çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. 60 aile üyesini Antakya’da kaybetmişti. Benim iki davetiyem vardı, salon küçük gördüğünüz gibi. Bir eşim geldi, diğerini ona vermek istedim çünkü en çok onun hakettiğini düşündüm duygusal olarak ve sordum, buna dayanabilecek misin? Çünkü çok zor. Orada olmak istiyorum dedi. Ve geldi, inanın ne kadar teşekkür etti anlatamam. Çünkü dedi en azından birileri yaşadıklarımızı, yaşananları dile getiriyor, gösteriyor.”
Floransa doğumlu Neyzen Bellanova da oyunla ilgili yorum yapan seyircilerden birinin kendine, “Bizden hemen oyun biter bitmez alkışlamamızı nasıl bekleyebiliyorsunuz?! Böyle bir hikayenin içine çekilince hemen alkış yapılamaz. O duygudan çıkmak çok zor” dediğini aktarıyor. Oyun defalarca sahnelenmiş olmasına rağmen, kendinin de her seferinde konuyu duygusal açıdan hazmetmek için zorlandığını belirten Bellanova, “Buradan çıkınca yolum epey uzun olsa da eve kadar yürümeyi tercih ediyorum. Ancak böyle öğütebiliyorum” diyor.
“Böyle bir oyunun insanı birçok açıdan etkilemesine engel olamazsınız. Entelektüel açıdan mesela, bu felaketin ne olduğunu kavrayabilen. Ayrıca duygusal ve bedensel anlamda… Sahnedeki efektler, sesler, titreşimler, bunlar gerçek bir depremden alındı ve ne kadar tekrar etmiş olursanız olun beden hissediyor” ifadelerini kullanan Valentina Bellanova, “Vücudunuz asla yalan söylemez. Ve vücudun hissetmesi ruhun da etkilenmesine neden oluyor” görüşünü dile getiriyor.
“Deprem neden bu kadar çok can alıyor?”
9 yaşında ailesi ile İran’dan Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan, 15 yaşında ise, ailesinin İran’a iade edilme riski ortaya çıkınca İsveç gitmek üzere yola çıkan ancak Berlin’de kalan Taies Farzan, uzun yıllar yaşadığı ve hâlâ eşinin de Türk olması nedeniyle sık sık gidip geldiği Türkiye’de de, İran’da da depremlerde bu kadar çok insanın ölmesini kabullenemiyor:
“Mesela geçende yine bir deprem olmuş fakat iki kişi ölmüş, Tayvan’daydı galiba. ‘Neden’ sorusunu sormadan edemiyorum. Neden ‘biz’ diyorum çünkü İran’da aynı durum var. Neden biz bu kadar suskunuz? Neden hiçbir şey yapmıyoruz? Neden sorgulamıyoruz? Ya da sorguladığımızda da, aldığımız cevaplardan neden ikna oluyoruz? Ve neden bizim bir denetleme kurulumuz yok? Neden bu binalar hala yapılıyor?”
“Türkiye’nin iç işlerine pek çok konuda müdahil olan Avrupa Birliği’nin”, öncelikli olarak bu konuyla ilgili Türkiye ile iş birliği yapması gerektiğini ifade eden Farzan, Türk ve İran toplumlarının kaderciliğini içine sindiremiyor olsa da diğer yandan bu ülkelerdeki fakirlik nedeniyle insanların, yaşadıkları binaların sağlamlığından önce, “ekmeklerinin derdinde” olmasını da anlayabildiğini belirtiyor.
Haydar’ın Dansı bu yıl 18 Nisan’da son kez sahnelenecek. Bernhard Glocksin, oyunun Almanya’nın farklı şehirlerinde gösterimi için görüşmelerin yapıldığını belirtiyor. Türkiye’de sahnelenmesi ile ilgili planlarının olup olmadığı yönündeki sorumuza ise şu yanıtı veriyor:
“Bu harika olurdu ama Türkiye’de irtibatta olduğumuz arkadaşlar ve Goethe Enstitüsü’nden bazı kişiler, şu an Türkiye’deki siyasi durumun buna uygun olmadığını ifade etti.”