Erdoğan, konuşmalarında sık sık “faiz” konusunu işlemeyi seviyor. Bunu iktisadı çok iyi bildiğinden değil, içinden geldiği siyasal İslamcı geleneğin faize dair hassasiyetini okşamak için yapıyor. O cenaha, “bakın ben her şeye rağmen faize karşı mücadele veriyorum ancak, dış piyasalar ve içerideki muhalefet bu işe taş koyuyor” mesajı vermeye çalışıyor.
Kapitalizm konusunda kafası hayli karışık “siyasal İslamcılar” ise bu mesajı almayı gerçekten çok seviyor. Devletli uygarlık, yani kapitalizm’in en üst aşaması içinde olup, bir yandan da gerçekten faiz ile mücadele edilebileceğine inanmak istiyorlar. Bunun teorik olarak imkânsız olduğunu bile bile.
Erdoğan 2000’li yıllardan sonra gücünü pekiştirdiği her aşamada Türkiye’ye sıcak para girişi sağlayabilmek adına “konut kredi” sistemini kullandı. Bunu devlet bankaları ile ucuz kredi dağıtarak, dahası güya yoksul halk yığınları için satın alınabilir konut yapmak için kurulan “Emlak Konut” ve “TOKİ” eli ile de büyüttü. TOKİ ve AKP’li Belediye şirketleri konut fiyatlarını düşürmek bir yana, daha da arttırdılar.
Oysa, “mortgate” yani gayrimenkul piyasasını ve buna dair kredilendirme sistemini, yatırım aracı haline getirmek büyük bir tuzaktı ve her durumda “çökmeye mahkumdu”. Örneğin 2008 küresel mali krizin kökeninde konut kredisi krizi vardı ve o yıl içerisinde yeryüzünde bir yılda üretilen tüm GSYH yok oldu gitti. Bu miktar, o yıl için yaklaşık 65 trilyon dolardı. Bu kriz öyle devasa çöküşe yol açtı ki, ABD, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler iki yıl boyunca resesyon ile mücadele etmek zorunda kaldılar.
Konut ve kredi sisteminin zorunlu çöküşü “tek sebebe” dayanır. Bir ülkede kredili konut satışları ile alınan “evler” o ülke’nin yıllık enflasyonunun iki katı değerlenmek zorundadır. Çünkü piyasada sadece o evi yapan küçük ya da büyük müteahhitler ve şirketler bulunmaz. Bu aşamada toprak sahipleri, demir, çimento, ahşap, elektrik, seramik fayans, peyzaj, çelik üreticileri, nakliyat ve emlak aracıları gibi onlarca farklı sektör, bu kârı paylaşmak zorundadır. Dolayısı ile sadece bankanın verdiği kredi karşılığı faizi alması yetmez, bu sektörlerin de kendi paylarını alması gerekir. Yoksa kim neden iş yapmaya kalksın ki ?
İşte bu durumda örneğin yıllık enflasyonu %10 olan bir ülkede yüz bin liraya alınan bir konut, bir sonraki yıl yüz yirmi bin, ikinci yılın sonunda ise, yüz kırk dört bin lira değere ulaşmak zorundadır. Oysa serbest piyasada hiçbir şey sonsuza dek yükselmez ve artık “kar alanını” karşılayamayan konut fiyatları öyle yükselir ki, bankalar kredi verecek alıcı bulamaz ve geçmiş kredi tahsilâtlarında sıkıntı yaşamaya başlar. Bu kez huni ters dönmüş ve gerçek piyasa, finans piyasasını vurmuştur. 2008 krizi, böyle olmuştu.
Bu sistem bir kez çöktüğünde, uzun yıllara dayalı bir buhran ve yoksulluk sendromu meydana gelir ve tıpkı bugün Erdoğan’ın içinde düştüğü çaresizce ekonomik çöküş gibi. Çünkü milyonlarca yurttaş “henüz kazanmadıkları gelirlerini gelecekten borçlanmışlardır”
Üstelik, halkın kullandığı bu krediler, ülke içi para değildir. Bunlar, uluslar arası büyük yatırım bankalarının bir araya gelerek oluşturdukları fonlar yani “sendikasyon kredileridir”. Böylece “yerli ve milli Erdoğan”, yurttaşların aynı zamanda yabancı ülke bankalarına borçlanmasının yolunu açmış, “cari açığı” konut üzerinden büyütmüştür.
Oysa Türkiye’de ucuz konut yapmak için tüm hammadde ve teknoloji bulunurken, bunu yatırım aracına dönüştürmek ve yabancı banka kredilerine muhtaç etmek “yerli ve milli” bir şey olmasa gerek.
Erdoğan, usta bir sihirbaz gibi “faiz ile mücadele eder” gibi yaparken, kalıcı faiz ve korkunç borçlanmanın asıl sebebini saklayamıyor her geçen gün bu acı gerçek karşımıza daha net çıkıyor.
Bugün örneğin İzmir, İstanbul ve Ankara’da meskun mahalde bir konutu yoksulluk sınırı altında yaşayan “tek bir çalışanın” satın alması imkansız hale geldi. Emekçiler için yaşanabilir bir konut alabilmek, birden fazla gelirle 15-20 yıllık bir emeği ve ödemeyi zorunlu hale geldi.
Doğal toplumda yaşayan mağara insanı, kendi meskenini “ücretsiz elde ediyordu”. Aradan geçen yirmi bin yılda, bu durum çok zorlaştı. Erdoğan, Çatalhöyük’e gidip ziyaret edebilir. Oradaki komün ve kolektif dayanışma ile yapılmış tarihi konutları görebilir. Faiz ile mücadele etmek şöyle dursun, onun edilgen uygulayıcısı haline gelen Türkiye ekonomisini oradaki ruhlara anlatmayı deneyebilir.