Türkiye artarda gelişen sosyal, toplumsal, siyasal, yargısal/hukuksal krizlerini ve sorunlarını çözme umudunu, beklentisini yeni bir seçim sonrasına ertelemiş durumda gözüküyor. Sorunları çözmesi gereken iktidarın, bizzat kendisinin uzun süredir yeni makro sorunlar üretmesi ve mevcut eski sorunları kronikleştirişi politikalarda ısrar etmesi artık, siyasetin yeniden şekillenmesini/yapılanmasını zorunlu kılıyor.
2019 yerel seçimlerinde yaşananlar ve sonuçları toplumda bu doğrultudaki beklentileri artırdı. Yerel seçimlerde muhalif siyasi parti ve çevrelerin kendi aralarında oluşturdukları açık, örtük “seçim ittifakının” başarısı, toplumda genel bir eğilim olarak yirmi yıllık AKP iktidarının sonunun başladığının emaresi olarak görülüyor.
Ama hala büyük bir umut yaratılabilmiş değil. Yeni rejimin mağdurlarının veya yeni rejimi eleştirenlerin kaygılarını, güvensizliğini, tereddütlerini giderme yoluna girildiğine ilişkin güçlü bir belirti yok.
Önce neden böyle olduğuna ilişkin birkaç noktanın altını tekrar çizeceğim. Sonra yerel seçim başarısı sonrası, nasıl genel seçim başarısının yolu açılabilir sorusuna yanıt vermeye çalışacağım. Biraz uzun bir yazı olacak ancak bir yılın değerlendirilmesine giriş açısından katlanabilir bir uzunluk olacak.
Demokrasi ittifakı değil seçim ittifakı
Bir kez Millet İttifakı’nın, demokrasi ittifakı olarak adlandırılmasının, takdim edilmesinin yanlış olduğunu belirteyim. Birbirinden oldukça farklı programa, siyasi geçmişe ve yaklaşıma sahip partilerin bir araya gelişlerini ve davranışlarını belirleyen, AKP’ye güç kaybettirmek istemeleriyle sınırlı bir ortaklıktır.
Daha geniş ve kapsamlı bir ortaklık, net politik çerçeve üzerinde anlaşmış bir ittifak söz konusu değil. Bu nedenle ittifakı, demokratik ittifak olarak tanımlamak yanlıştır.
İttifak içinde yer alan partiler, evrensel değerlere yaklaşımları açısından birbirlerinden çok farklı ve zıt yaklaşımlara sahipler. Demokrasi konusunda uzlaşmaları zor ve farklı görüşleri var.
Cumhur ittifakının inşa etmeye çalıştığı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak isimlendirilen otoriter sisteme itiraz etmek veya muhalif olmak tek başına demokrasi bloğu oluşturmaya yetmez. Bu noktadaki eksiklikler, kafa karışıklıkları ve belirsizlikler yerel seçimlerde yakalanmış fırsatın kaçırılmasına yol açabilir.
AKP’nin ülkeyi sürüklediği krizden demokratik çıkış için sorumluluğa sahip ana muhalefet partisi CHP, hem demokratik bloğunun oluşmasında üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmiyor, hem de genel seçimlerde başarıya ulaşmayı kolaylaştıracak bir yerel yönetim modele geliştirmiyor.
Başarılı yerel yönetim çalışmasının genel seçimlerde başarı için zorunluluğunun farkında değil. Bunca yaşananlara rağmen hala büyük tehlikeyi idrak edebilmiş değil. Aksine abartılı öz güven patlamasıyla, yer yer AKP zihniyet ve yöntemleriyle belediyecilik uygulamaları örnekleri sergiliyor.
20 yıllık AKP’ye alternatifin, belediyelerden yeşermesine imkan tanıyacak bütünlüklü bir çalışması ve yaklaşımı yok.
İktidarın sıkıştırmasıyla siyasal alan oluşturma cazibesine kapılmak
CHP, Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin aşılmasında etkin, belirleyici ve üzerine düşen sorumluluğu ve görevi yerine getirmek için, iki konuyu eş zamanlı ve paralel olarak yapmak durumdadır. Kendi sağından medet uman yaklaşımlardan uzaklaşmalı ve direksiyonu demokratik açılıma doğru çevirmelidir.
CHP, örgütünü dönüştürebildiği ve içselleştirebildiği ölçüde sosyal demokrat değerler sistemiyle belediyecilik ve etkili siyaset yapabilir ve toplumsal değişim/ dönüşümün önünü açabilir. Muhafazakâr, milliyetçi kesimlerle barışmak veya Türkiye’nin bütününü kapsamak gibi politik içeriği boşaltılmış yeni zamanların söylem ve yaklaşımlarını terk etmelidir.
Türkiye’nin krizinin demokratik bir muhtevada aşılabileceği gerçeğini siyasetinin merkezi kılarak, evrensel değerler ve insancıl hukuk çerçevesinde demokrasi bloğu oluşmasına öncülük edecek siyasal cesaret sergilemelidir.
Başka bir ifadeyle aynıların birlikte, ayrıların ayrı olduğu bir siyasal dizilişin hayat bulmasına ön ayak olmalıdır. Bu, CHP, HDP başta olmak üzere kendi solundaki siyasal parti ve çevrelerle krizden çıkışın ortak yol haritasını oluşturması anlamına gelmektedir.
Ortak yol haritası aynı zamanda Cumhur İttifakı dışındaki siyasal güçlerle anlamlı iş birliğinin sınırının da belirlenmesidir. İktidar bloğunun sıkıştırdığı zeminde siyasal zemin arayışından kurtulmaktır.
CHP, yerel seçimlerde esen rüzgârı kalıcı hale getirmek ve genel seçimlerde başarıya giden yolun taşlarını döşemek için yerel yönetimlerde sosyal demokrat belediyeciliğin köşe taşlarını oluşturacak, pratiklerini sergileyecek bir sürece girmek durumundadır. Kısa bir süre sonra yerel seçimlerin birinci yılı geriden kalacak.
Şu an geçmiş dönemde Eskişehir’de yaratılan farklılıktan daha ileri ve köklü bir değişikliğe tekabül eden yerel yönetim pratikleri sergilenmiş değil. Bazı arayışların pratiğe hala dökülmediği görülüyor. Aksine bir yıl içinde 89 sendromu olarak adlandırılan bir sürecin yeniden gelişebileceğine ilişkin zayıf da olsa emareler söz konusu.
Sosyal demokrat belediyecilik
31 Mart seçimlerinde elde edilen başarının son tahlilde yerel seçim başarısı olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle farklı bir yönetim anlayışının kurumsallaştırılmaması, hatta yer yer eski anlayış ve yaklaşımları çağrıştıran uygulamaların öne çıkması mevcut iktidarın işini kolaylaştıracaktır. Demokratik, şeffaf, herkese eşit, kaliteli ve ulaşılabilir hizmet vermek, kamu kaynaklarının adil paylaşımını sağlayan yerel yönetim anlayışıyla çelişen her pratik kendi çapında aynı zamanda genel seçim başarısının önünü kesebilecek bir potansiyeli taşır.
Faaliyetlerin denetlenebilmesinin, karar alma süreçlerine katılımın ve çalışmaların şeffaf sürdürülmesinin etkin mekanizmaları yaratılmadan demokratik bir yöneticilikten söz edebilmek mümkün değildir.
İstanbul, Ankara ve İzmir ile sınırlı değerlendirmeler her zaman doğru sonuçlar vermez. Toplumsal değişimin ve dönüşümün verilerini daha geniş ölçekte ele almakta sayısız yarar vardır. Kaldı ki, sözünü ettiğimiz bu üç ilde de CHP’li birçok ilçe belediyesinin durumunun içler acısı olduğunu unutmayalım.
Bu bakımdan CHP’nin yönettiği belediyelerin bir başarı hikayelerinden söz edebilmek mümkün değildir. Medya gücüyle toplumsal algı yönetmenin sınırları aşılmış değil. AKP’nin hizmet belediyeciliği diye tanımladığı anlayışın muhalif versiyonunu yaratmak Türkiye’yi bir adım ileri götürmez. Uzun süredir yaşanan, artık toplumsal ve devlet krizine dönüşmüş siyasal krizin toplumsal çürümeyi derinleştirmesinin söz konusu olacağı unutulmamalıdır.
Örneğin aslında Türkiye’nin yerel yönetim yasasına göre, belediye başkanlıkları birer küçük tek adam yönetimidir. Belediye meclisi, belediye başkanı ilişkisi, denge denetim ve yetki paylaşımı bakımından demokratik içerikten fazlasıyla uzaktır. Tek adam rejiminden şikâyet edenlerin, mevcut yerel yönetim yasasını kendisine dayanak yaparak belediye başkanlığı yapmaları, Saray zihniyetiyle çok farklı olmadıklarını gösterir.
Hiçbir belediye başkanının yetkisini Meclis ile paylaşmaya yanaşmaması, aksine Meclisleri baypas etme geleneğini sürdürmeleri seçmende “yok birbirinizden farkınız” anlayışının kökleşmesini getirir.
Keza katılımcı ve denetime açık yerel yöneticilik bakımından sınırlı da olsa bir dizi olanaklar sunan Kent Meclislerinin AKP gibi araçsallaştırılması veya özgünlüğü ortadan kaldıran pratikler sergilenmesi hiçbir siyasal farklılığın olmadığının belirtileri olarak değerlendirilmesi mümkündür.
Damatta, devletin hazinesini teslim edilmesinden, Saray rejimde etkin olmasından şikâyet edenlerin, belediyelere hısım akrabalarını görevlendirmeleri ve Semra Özal’dan Türk siyasetine miras kalan eşlerin etkili ve hukuksuz yetkili olmalarının taklit etmeleri izah edilemez. Dahası bunun kadın sorununun bir veçhesini oluşturduğunun görülmemesi sorunundur.
Belediye başkanının eşinin, sadece eş olma haliyle herhangi bir belediye çalışmasını denetlemesi, planlanan çalışmayı kamuoyuna açıklaması, yönetime müdahaleci tavırları, parti kongrelerinde liste hazırlamaları hiçbir biçimde tolore edilebilir bir davranış değildir. İzmir ve İstanbul’da görülen bu durumun yaygınlaşma eğilimi göstermesi ciddiye alınması gerek bir soruna işaret ediyor.
Bu türden pratiklerin sayısız örnekleri mevcut. Merkezi iktidar olmanın gücünü kötüye acımasızca kullanan ve yasal ya da yasal olmayan her türden yetkiyi muhaliflerin tasfiyesi ve başarısızlığı için kullanan bir anlayışın her türden kötülüğü memlekete yapabileceğini bilenlerin, kendi zaaflarını halının altına süpürerek krizden çıkışın yolunu bulmaları ve ülkeye yapılan kötülükleri engellemeleri mümkün değildir.
*
Not: Bu yazı 9 Şubat 2020 Pazar günü CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında önce yazılmıştır. Bu konuşmayı ayrıca değerlendirmek gerekiyor..